https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

II.RÖNESANS (?)

Okunması Gerekenler

II.RÖNESANS (?)

O dönemin büyük medya patronu Silvio Berlusconi 1986 yılında AC Milan’ı satın aldıktan sonra ilk olarak Arrigo Sacchi’yi takımın başına getirmiş akabinde Gullit ve Van Basten, ertesi yıl da Rijkaard’ı takımın yıldızları olarak transfer etmişti.

Sacchi takımın başında kaldığı 4 sene boyunca sadece 1 Serie A kazanmış olsa da 2 tane Şampiyon Kulüpler Kupası kazanması ve oynattığı gayri-İtalyan futbol ile futbolseverlerin ilgisine ve takdirine mazhar olmuştu. Milan’ı yönettiği dönemde kaybettiği 3 şampiyonluğun bir tanesini Maradonalı Napoli’ye, birini Milan’a cevap vermek için Mathaus ve Brehme ile kurulan hemşerisi Inter’e ve o dönemin parlayan tüm İtalyan yıldızlarını barındıran Vialli, Mancini, Pagliuca, Lombardo ve Katanecli Sampdoria’ya kaybetmiş olduğunu da hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

90’lı yıllarda ev sahipliği yapılan Dünya Kupası ile beraber futbol topunun İtalya’nın yörüngesine, uzun süre çıkmamak üzere, girmiş olduğunu gözlemledik. Roberto Baggio’nun dünya rekoru kıran transfer bedeli ile Fiorentina’dan Juventus’a geçmesi de İtalya’nın dahili güç dengesinin yavaştan Torino’ya kaymasının miladı oldu ama genel olarak konuşmak gerekirse artık futbolda dünyanın merkezi İtalya idi.

Tabi bunda İngiltere’nin 1991 yılına kadar cezalı olması da etkili oldu diyebiliriz zira Avrupa’da oyuncuların toplanacağı kutup sayısı da doğal olarak azalmıştı.

Sacchi’nin İtalya’nın başına geçmesi, Capello’nun Milan’da, Lippi’nin Juventus’ta yönetimi ele alması ile başlayan ve devam eden 90’lı yıllar 3 tane CL Şampiyonluğu (’90 ve ’94 Milan, ’96 Juventus) ve 5 tane CL Finali (’92 Sampdoria, ’93 ve ’95 Milan, ’97 ve ’98 Juventus) ile geçildi. Görüldüğü gibi İtalyanlar’ın 90’lı yıllarda zirveye müdahale etmediği sadece 2 sezon var (1991 ve 1999) ve bu da Avrupa ve dolayısıyla Dünya futboluna etkilerinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.

90’lı yılların ikinci yarısı ise sahneye yeni aktörler çıkardı. Ülke futbolunun genel dominasyonundan faydalanan Buffon ve Cannavaro’lu Parma, Ronaldo’lu Inter ve özellikle all-star kıvamındaki Lazio büyük bütçelerle oyunun bir parçası oldular. Moratti’nin sahibi olduğu Pirelli destekli Inter’in Barcelona’dan Ronaldo’yu alması Baggio sonrasında belki de en büyük transfer hamlesiydi. 1 sezonluk Barcelona kariyerinde zirveye tırmanan Ronaldo’nun hemen ilk yılın sonunda Milano’nun yolunu tutması o dönemin en büyük bomba transferi idi.

Ronaldo transferi ile Inter ilk yıl UEFA Kupası’nı alırken, bir sene sonra da Parma aynı kupayı ülkeye 4 yıl aradan sonra getiriyordu. 1989 yılında Maradona’nın Napoli’ye kazandırdığı UEFA Kupası ile 90’lı yıllara adımını atan İtalyanlar bu dönemde Juventus (’90 ve ’93), Inter (’91,’94 ve ’98), Parma (’95 ve ’98) ile bu kupaya resmen ambargo koydu.

Yeni neslin pek de hatırlamayacağı, o dönem Kupa 2 olarak adlandırılan Kupa Galipleri Kupası’nı da Sampdoria (’90), Parma (’93) ve Lazio (’99) ile 3 kez kazandı İtalyanlar.

O dönem İtalya’nın Heinz’i Cirio’nun sahibi Cragnotti yönetimindeki Lazio, Sven Goran Eriksson ile şimdinin Man.City ya da PSG’i edası ile önüne gelen yıldız ya da yıldız namzetini alıyor ve tüm spor medyasının gündemini oluşturuyordu.

Başkent’in diğer takımı Roma ise petrol zengini Franco Sensi’nin sahipliğinde Capello yönetiminde Batistuta, Totti, Cafu, Samuel gibi yıldızlarla resmen Capitol’ü Batı ve Doğu konferansı All-Star mücadelesine çeviriyordu.

Yeni milenyumu karşıladığımız yıllarda özellikle Milan ile Inter; Lazio ile Roma arasındaki rekabetin meydana getirdiği takımlar, buna dahil olan Parma ve Juventus ile Serie A 2000’li yıllara Premier Lig edası ile girmişti ve bu da çok doğal hakkıydı.

90’ları yaşayanlar için İtalyanlar’ın başarıları şu anda Real Madrid ya da Barcelona’nın (Son 5 CL şampiyonu) başarısına tanıklık etmek gibiydi.

2000’li yıllar başladıktan sonra Berlusconi’nin ikinci başbakanlık dönemi başladı. Ülke ekonomisinin de sallanmaya başlaması ile önce Lazio sahneden çekildi, arkasından Roma küçülmeye gitti ve Parma iflasın eşiğine geldi. Milan ve Juventus’un 2003’te Old Trafford’da oynayacakları CL Finali 2007’ye kadar verilecek aradan önceki son gösteri oldu.

Sahibi başbakan olan AC Milan, Ancelotti ile son demlerini yaşasa da batan geminin mallarını Fiat destekli Juventus topladı. İçeriden Buffon, Cannavaro, Emerson; dışarıdan da İbrahimoviç, Vieira, gibi yıldızları toplayan Torino temsilcisi Lippi’den görevi devralan Capello yönetiminde ülkenin tek hâkimi haline geldi, ta ki 2006 yılında patlayan şike skandalına dek.

Eski Napoli’li Moggi’nin güneyin mübah yöntemlerini kuzeye taşıması ile yarattığı ortam en sonunda 2006 yılında ortaya çıkan teyplerin akabinde kendini ele veriyordu. Skandalda baş aktör olan Juventus’un küme düşürülmesi, yeni sezona eksi puanla başlaması ve neredeyse tüm yıldızlarının takımdan ayrılması ile sonuçlanacak bu kaos, İtalyan futboluna, kanaatimce uzun yıllar onarılamayacak, vurulan büyük darbenin fitilinin ateşlendiği dönemdi.

Her ne kadar 1982 yılındaki bahis skandalında Milan’ın ve Lazio’nun küme düşürülmesi sonrası Dünya Şampiyonu olan İtalya’nın DNA’sında yer alan kaostan zafer çıkarma şifresinin bir benzerini Berlin Olimpiyat Stadı’nda 2006 yılında da görmüş olsak da İtalya futbolu ve ligi için hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

2007’de Milan ve 2010 yılında Inter CL aldılar ama özellikle Inter tamamen bir Mourinho mucizesiydi ve aslında kendisinin de hoca olarak kariyer zirvesi olarak da adlandırılabilirdi. Juventus’tan kaçanlardan oluşturulmuş takviyeli bir all-star olan Inter’in verdiği izlenim ülkeyi temsil etsin diye destekle kurulmuş bir karma olduğuydu. Mourinho iyi bir savunma takımı oluşturmuştu belki ama dağılmaları pek de uzun sürmedi.

Yeni milenyumun ikinci on yılı Juventus’un hegemonyasında devam ediyor ama sanki zaman onlar için 2006 yılında durmuş gibi İtalyanlar hep kaybeden tarafta yer almaya devam ediyorlar(dı).

-Dı eki koydum çünkü 2018 yazında yaşanan transfer hareketliliği bizleri AC Milan’ın iflas edip Berlusconi sonrası 2.kez el değiştirmesini bile unutturacak hale getirdi diyebiliriz. Son 5 CL’nin 4 tanesini almış olan Real Madrid’in en büyük ve dünyanın en iyi 2 oyuncusundan biri olan Ronaldo’yu alıp Juventus’a getirebilmek, ve bunun yanında 2018 Dünya Kupası’nın en iyi oyuncu seçilmiş, Real Madrid’in yukarıda sayılan başarılarında, bence, en büyük pay sahibi olan, Pep’in almayarak en büyük transfer yanlışını yaptığı Luka Modriç’i Inter’e imza atmaya ikna edebilmek (Madrid’i ikna etmeye çalışıyorlar) İtalya’nın 2000 öncesi fabrika ayarlarına dönme çabasından öte bir durum değildir.

Ve bunları Dünya Kupası’na gidemedikleri kaotik bir sezonun yaz aylarında yapabiliyor olmaları da adamlardaki pazarlama ve kulüp kültürün ne kadar darbe yerse yesin DNA’sından gelen kodlarla hala bazı özellikleri koruyabildiğini gösteriyor. Futbolda ilerlemek ve ekol olmak isteyen ülkelerin İtalya’nın bu savaşçı kültürünü mutlaka kendilerine de yorumlamaları gerekmektedir.

Avrupa’nın da ekonomik sıkıntılar yaşadığı bu dönemde İtalya gibi ekonomisi dış darbelere çok açık ve volatil bir ülkenin bu hamleleri yapabiliyor olması da irdelenmesi gereken bir durumdur. Avrupa’nın diğer büyük liglerinde, hem de PL’de transferin bitimine 3 gün kalmış ve pek de yaprak kıpırdamazken ve buna mukabil İspanyol kulüpleri ayağını yorganına göre uzatmayı tercih etmişken, sürpriz bir şekilde, İtalyanların hamleleri dikkate şayandır.

Bu transferler ile CL’nin dengesi ne kadar değişir göreceğiz zira Juventus sadece Ronaldo’yu almadı, yeni bir Torino All-Star kurdu. Inter yine iddialı takım kuruyor. Napoli hocasını yani beynini ve bence ruhunu kaybetti ama Ancelotti’nin tecrübesi ve elinde değerli oyuncuları var. Roma zaten geçen yıldan işaretleri verdi.

Sözün özü İtalyanlar 21.yy’da ikinci bir Rönesans peşindeler ve bunun başarabilecekler mi izleyip göreceğiz. Başarabilmek için ellerinde ve kurumsal hafızalarında her türlü olumlu ve olumsuz özellik var, yeter ki bunlardan dersler çıkarılabilsinler aksi takdirde doğal favori İngiliz ve İspanyollar kimsenin gözünün yaşına bakmazlar aynı son 10 yılda yaptıkları gibi…

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum..

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

 

Son Haberler

PALMER PENALTILARI İLE PARLIYOR

Palmer penaltıları ile parlıyor Haftasonu Tottenham’a karşı 2 penaltı golü birden kaydeden Chelsea’nin genç yıldızı Cole Palmer, böylece Premier Lig’de bugüne kadar kullandığı tüm penaltıları gole...

Benzer Konular