BÜYÜK KULÜP, BÜYÜK KADRO, KÜÇÜK TAKIM
TRT Spor servisinin duayen isimlerinden Erdoğan Arıkan geçtiğimiz haftalarda “Gelelim bizim küçük takımlarımızın büyük heyecanına. Küçük takımlarımız diyorum çünkü Fenerbahçe ve Galatasaray gerçekten küçük takımlar. Ama kulüpler büyük. Büyük kulüplerin küçük takımları onlar” diye buyurmuştu.
Elbette beklenen oldu ve Arıkan sosyal medyadan günlerce sözlü, yazılı, ve maalesef hakaretli ve küfürlü lince uğratıldı. O gün söylediği sözlere yüzde yüze yakın hak verdiğim üzere, Erdoğan Arıkan’ın sözlerinin doğruluğu bugün bir kez daha ispatlandı. Fenerbahçe’yi, ABC Spor’un Fenerbahçe yazan arkadaşlarıma bırakarak, Arıkan’ın bu hipotezine Galatasaray üzerinden ve Alanyaspor maçı özelinde destek vermeye çalışacağım.
Galatasaray Spor Kulübü, futbol şubesini 1910 yılında kuran Beşiktaş Jimnastik Kulübü ve kulüp kuruluş tarihi 1907 olan Fenerbahçe Spor Kulübünden önce kurulmuş en eski ve yaşayan Türk futbol kulübüdür. Tarihinde, tıpkı diğer büyük Türk takımları gibi, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da emperyalizmle can pahasına savaşlar vardır.
Yirmisi Türkiye’nin en üst kulüpler arası profesyonel ligi, on yedisi Türkiye’nin kulüpler arası kupası, on sekizi Süper Kupa, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık kupası ve ikisi 2000 yılında elde edilen Avrupa kupaları olmak üzere, müzesinde, modern dönemde kazanılmış 57 resmi kupa mevcuttur. Amatör Lig, İstanbul Ligi, TSYD, Donanma Kupası vs. bu sayılara dahil değildir.
Galatasaray Spor Kulübünün kuruluş felsefesi Futbol şubesi üzerinde ve Ali Sami Yen’in şu sözleriyle ilk şeklini alır:
“Amacımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmektir.”
Galatasaray uzunca süredir Türk olmayan takımlara karşı eskisi kadar başarılı değil, artık doğru dürüst maç dahi oynayamıyor. Galatasaray birkaç yıldır da, Türk olmayan oyuncularla dolu bir kadroya sahip. Kör milliyetçilik, ırkçılık ya da ayrımcılık kendi bireysel dünya görüşüme oldukça ters.
Ancak Galatasaray’ın kuruluş felsefesinde, 1923’de Cumhuriyet ile taçlanacak, köklerini 1800’lerin sonlarında ve 1900’lerin başında çok uluslu ancak Türk üst kimliğine sıkı sıkıya bağlı, iddialı, romantik ve maceraperest bir İttihatçı anlayış hakimdir. Gerçek Galatasaraylılar bu dediğimi çok çok iyi anlarlar.
Öğreten adam rolüne soyunarak ve zaten çokça bilinen bu konu hakkında konuşarak belki can sıkmış olabilirim. Ancak Galatasaraylı oyuncuların çok uzun zamandır bu değerlerini kaybettiği, büyük kulüplerde büyük ücretlerle çalıştırılan büyük kadroları oluştururken, tüm bu büyüklüğe yaraşır “büyük bir takım” olmayı başaramadıkları da aşikardır.
Kendi evinde, bugün görüldüğü üzere, 1948 yılında kurulmuş ve mütevazı bir ilçe takımı olan Alanyaspor da seyircilerinin desteğine büyük bir asaletle karşılık vermektedir. Ancak <b>dünyaya, dünya üzerindeki ezilmiş milletler coğrafyasına, Türkiye’ye ve Türkiye’nin her köşesinin sevgisine mazhar olan bir takım, yalnızca kendi evinde değil, deplasmanda da “büyük olmak” zorundadır.
Alanyaspor’un ilk golü gelene kadar 2-0’ı elde eden Galatasaray bütün sezon boyunca ve deplasmanda ilk defa “galibiyeti hak eden” bir oyun oynuyordu. Alışmadık bünyelere bu kadarı çok geldi ve Alanyaspor “kaybedecek bir şeyim kalmadı; her şeyimle saldırayım” oyununa geçtiği anda dizler tir tir titremeye, abuk subuk işler yapılmaya başlandı. Hele ikinci Alanyaspor golünü getiren hatalar zincirinde, geçen haftanın kahramanı Mariano’nun Serdar ve Muslera arasına attığı, Alanyasporlu oyuncunun kaptığı ve penaltı yaptırdığı pası, Alanyaspor’un pasör oyun kurucusu, A milli oyuncu Emre Akbaba o netlikte maç boyu arkadaşlarına atamadı.
Stoperle kaleci, bekle stoper, kanatla orta saha ve forvetle oyun kurucu arasında arasında kalan koridorların halen Galatasaray takımının kara delikleri olması akıl alır gibi değil. Bu takım “Çemişgezek İdman Yurdu” bile olsa, en az bir, bazen beş oyuncuyla mevkisiz geçiş koridorlarında alan kaplamak günümüz fiziksel ve kondisyoner futbolunun en standart taktik gereksinimlerinden biri.
Dünya görüşü ve tarzı itibarıyla en ters olduğum insanlardan olduğum Fatih Terim’in, “Sezar’ın hakkı Sezar’a” misali, öğretici, anlatıcı, disiplin getirici, kural koyucu ve yetiştirici bir yanı vardır. Ancak sezon başında olması halinde bu takımın bir Fatih Terim takımı olduğunu söylememiz mümkün olabilir; fazlası haksızlıktır. <b>Erdoğan Arıkan’ın “küçük takım” söylevi de yetersizdir; önce bu kadroların “takım” olması gereklidir. Galatasaray özelinde, bu oyuncular topluluğu, halen ve ısrarla “takım” değildir.
Sinan Gümüş’ün golü büyük olmaktan önce, “takım olmak” adına belki biraz umut ve bir miktar da hayat vericidir. Bunu asla akıldan çıkarmadan ve büyük beklentilere girmeden sezon sonu beklenmelidir.
Şampiyonlar Ligi macerasından dolayı yorulması, bazı kritik maçlarda yapılan bariz hakem hatalarının da eklenmesi nedeniyle, dikkati dağılarak ligde olması gerekenden daha az puana sahip olduğunu düşündüğüm <b>Beşiktaş dışında, büyük kulüp ve büyük kadro etiketinin altına “büyük takım” etiketi vurulabilecek bir takım ligimizde yoktur. O yüzden de, ilginç bir şekilde, büyük maç kazanamayan, deplasmanda doğru dürüst puan alamayan Galatasaray halen liderdir.
Büyük beklentiler için büyük kulüp, büyük kadro yeterli değildir; büyük takıma, gelecek hafta işte o Beşiktaş’ı, seyircisinin eksilmeyen desteğini de arkasına alarak devirebilecek bir takıma ihtiyaç vardır.
NOT: Hafta arası yaşanan elim olaylar nedeniyle Şenol Güneş ve Beşiktaşlılara geçmiş olsun dileklerimi iletir; her taraftar grubunun içinde maalesef olduğu üzere, kendi içlerindeki hasta ruhlu ve futbol teröristi insanlara karşı isyan eden tüm Fenerbahçelilere ayrı ayrı şükranlarımı sunarım. Simon Kuper denen adama çok da itibar etmeyin. Futbol sadece bir oyundur; başka bir şey haline getiriliyorsa da, bilin ki arkasında kocaman bir çapanoğlu vardır. Şampiyon kim olursa olsun, önce hepimizin sonra ülkemizin canı sağolsun.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: murat.guler@abcspor.com
twitter: @kirjalian