https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

SİYAH VE BEYAZIN TOPLAMI, GRİ ETMEMELİ…

Okunması Gerekenler

efe

Beşiktaş’a dair cevabını bilebildiğim iki soru oldu her zaman; ilki, “doğduğumda amcalarım beni başka bir takımın bayrağına sarsalardı, veya böyle bir fanatizme hiç kalkışmasalardı, acaba yine aynı ‘tonlara’ mı gönül verirdim”, sorusudur, ki yanıt daima coşkulu “Evet!”tir. İkinci soru ise, 1989 senesinde doğmayı başaran birisi için hayattaki en doğru rol modelin rahmetli Süleyman Seba olup olmadığına dairdir, ki yanıt yine aynı coşkulu “Evet!”ten geçer.

 

Ben hayatımda (basketbolun aksine) hiç stadyuma gidip bir futbol müsabakasını seyretmedim (hatta Şifo’nun jübile maçına bilet bulamadığımız için daha sonraki yıllarda tribünlere koşmaya hiç niyet dahi etmedim). Tribün ateşine ve o atmosferin sevdasına dair en yakın izlenimlerim, derbi maçları esnasında Taksim Meydanı civarında ayakta durup stada baktığım ve seyircinin insanı hipnotize eden tepkilerini dinleyerek göklere yükseldiğim anlardan geçer. Evet, on binlerce kişinin bir ağızdan yarattığı efsuna ve futbolcular üzerindeki illüzyona hiç nail olamadım, ama belki de bu yüzden hep tüm takımlara karşı objektif yaklaşabildim ve fanatizmden uzak, sadece sporu ve sporcuları seven bir yapım oldu. Seba başkanımızın bir Kartal’ı olabilmekten öte hiçbir köy yoktu benim için, bundan sonra değişmeye de hiç niyetim yok…

 

207255_3Şahsen futbola basketbolun yirmide biri kadar bile âşık değilim. Lakin gerek çocukluk yıllarımdan bu yana cânım ülkemin en rahat erişilebilir spor dalı olmasından dolayı, gerekse de hatmetmeye müsait materyal miktarının çok oluşundan mütevellit, futbolu çok seyrettim, hafızama çok şey kazıdım. Futbolcu kartlarından formalara, çıkartma defterlerine dek şahane bir arşiv edinmenin en güzel yanı, her takımın her seneki güzelliklerini ve bedbahtlıklarını anımsayabilmemdir. Ve 90 dakikayı seyredebilecek kadar sabır gösterebildiğim maç sayısının yaşımı daha yeni yeni aşmaya başlamasının sebebi de, Beşiktaş’ımın bir nebze Seba yıllarındaki gıpta edilecek üslubuna geri kavuşuyor gibi görünmesidir. Ötesi yok bence.

 

 

Geçen seneden bu yana Beşiktaş’ta neler değişti peki? Evvela, tarihimizin en bahtsız teknik direktörü Slaven Bilic ile yollar ayrıldı. Bilic hiçbir rakibine bir kez bile olsun İnönü’de ev sahipliği yapamadan görevi sona erdi, ve fellik fellik arayıp da bulamadığımız o heyecanlı, insani, karizmatik, hayata karşı adam gibi dik ve mağrur kalabilen duruşunu da Beşiktaş’tan aldı götürdü. Bilic’in bir hoca olarak nakıs yanları elbette ki vardı; misal, oyunun gidişatını değiştirecek hamleler yapmakta ve kulübeden en doğru biçimde katkı almakta yetersizdi, doğruya doğru. Dünyanın en takdire şayan taktisyeni de sayılmazdı, ama yine de, bazı talihsizlikler bu tarz tecrübesizliklerle birleşmeseydi, Beşiktaş, onun önderliğinde, stadı bile olmadan şampiyonluğa erişebilecek ve yine farkını konuşturacaktı kuşkusuz…

 

senol-gunes-16012011-20150611125501

 

Belki de sırf bu yüzden bu senenin en büyük transferi, Şenol Güneş oldu. Şenol Hoca, geçen sene Bursaspor’a ligin en akıcı ve güzel futbolunu oynatmasının yanı sıra, gençler ve altyapı konusunda da çok etkili, ligi çok iyi bilen bir isim olarak, Beşiktaş’ın bazı kanayan yaralarına pansuman yapabilmeye namzettir. Onun oyun anlayışı sayesinde takım bu sezon Samet Aybaba dönemi kadar bol hücum edebilir ve Samet Hoca’nın takımının aksine, defansı da hiç boşlamaz ve böylelikle en büyük zaafını yener. Hakikaten de Beşiktaş, Mustafa Denizli’nin liderliğinde ölümüne müdafaa yaparak kazandığı şampiyonluktan bu yana, defansta hep sıkıntı çekti. Mesele sadece alınan (veya sakatlıklar sebebiyle yeni mevkilere devşirilen) oyuncular değil, sistemin ta kendisindeydi bence. Oyunun iki yanını da Şenol Güneş sayesinde daha âkil oynayabileceğimizi düşünmekteyim. Lakin tüm bu umutlar, yani altyapı ve oyun sisteminin gelişimi, elbette ki doğrudan Şenol Hoca’nın takımda uzun ömürlü olmasına bağlı. Yani Şenol Hoca ne kadar direnebilirse, hatalarını o ölçüde azaltabilecek, faydası o kadar çok olacaktır.

 

Trabzon ve Bursa yıllarına nazaran Şenol Hoca’nın kadro bütçesi ve oyuncu kalitesi bakımından elinin biraz daha rahat, manevra alanının da biraz daha geniş olduğunu söyleyebiliriz. Önder Özen’in başlattığı seferberlik sayesinde hesaplı, etkili ve olgun (ve mütemadiyen genç) oyuncular takıma akın ettiği için, Şenol Hoca’nın ince ayarlar dışında uğraşması gereken çok az şey var. Bunlardan bir tanesi, Trabzon’dan çok iyi hatırladığı Tolga Zengin. Çok net anımsıyorum, iki sezon evvel takıma yeni geldiğinde, hatta sezonun sonuna kadar, takımın tartışmasız en güven veren ve etkili ismiydi Tolga. Fakat geçen sene ne olduysa oldu ve işler Club Brugge ile oynanan rövanş maçına kadar inişe geçti, Brugge maçında da dibe vurdu. İplerin kopmaması için çok zahmet harcandı. Tolga’nın karakterinde birisine on tane Brugge maçı feda olsun, ama biz onun Türkiye’nin en iyi yerli kalecisi kalabilmesini can-ı gönülden isteriz; sadece Beşiktaş için değil, emekliliği geldiğinde, Tolga’nın ismi kendisinden daha az karakterli isimler tarafından tarihe gömülemesin diye de….

 

fenerbahce_macinda_tolga_mi_cenk_mi_oynayacak_h23072_a345dTolga’nın düşen performansı sonrası, dillerde aynı soru vardı: Tolga mı, Cenk mi? Birkaç sene önce, genç yaşta birinci kaleci olabilmenin avantajını iyi kullanan fakat bilhassa yan toplarda gelişim gösteremeyen (akıl hocası Rüştü’nün ruhunu mu miras aldı, nedir?) Cenk, halen daha, kaleciyle karşı karşıya kalınan pozisyonlarda refleksleri ve sezgileri en iyi olan ismimiz. Ayrıca uzaktan çekilen şutlarda da mebzul miktarda güven veriyor, orası kesin. Fakat duran toplardaki pozisyon alma eksikliklerine ve yan toplardaki zamanlamasına bir çek-i düzen vermesi lazım ki, Tolga’yı net bir şekilde geçebilsin. Ayrıca her iki kalecimizin de defans ile iletişimine ayrı bir özen göstermesi şart; unutmayalım ki, özellikle Necip ve Ersan’dan oluşan bir defans hattında kalecilere bol mesai düşüyor.

 

Bu senenin flaş transferlerinin arasında Rhodolfo’yu ayrı bir kefeye koymak lazım. Sivok’un en iyi zamanlarındaki oyun tarzına ve kalitesine parmak ısırtabilecek bir oyuncu Rhodolfo. Hem uzun boylu, hem çevik; ayrıca hem pas dağıtırken hem de pas arası yaparken zamanlaması çok iyi. Duran toplarda kafa golü atmak için gereken tüm meziyetlere ve sezgiye sahip. Gremio’daki şânı sebebiyle zaten iki senedir üç büyüklerin gündeminde olan Rhodolfo’yu Beşiktaş’ta görebilmek fazlasıyla pembe bir rüya gibi.  İdeal kadroda tandemdeki partneri kim olmalı, dersek, benim yanıtım mümkün mertebe Pedro Franco olacaktır. Şenol Hoca’nın oynatacağı futbola göre Ersan ve Tosic de Rhodolfo’ya yandaşlık edebilirler, ama ilk tercih Franco olmalı.

 

Peki, ligimizin sertliğini ve Beşiktaş’ın tüm butik sağlık merkezlerini bile dev hastane tesislerine çevirebilecek kadar sakatlık yaşamasını da hesaba katarsak, olası bir zeval halinde, Rhodolfo’yu kim yedekler? Burada Tosic ve Milosevic’in şansı daha yüksek. Ama elbette ki oynanacak futbolun biraz değişmesi de icap edecektir. Böyle hallerde oyunu daha ağır oynamak ve defansa yakın kurmak gerekir. Defans – orta saha etkileşimi için, Rhodolfo ve Beşiktaş’a teamüller gereği sakatlıkla ‘merhaba’ diyen Milosevic, gerekli pas yeteneğine sahipler.

 

fft107_mf4734870Türkiye’deki Deli İbrahim ve Takoz Recep fenomenleri yüzünden Beşiktaş’ın en karakterli ve kaliteli beklerinin ne denli mühim isimler oldukları hep göz ardı edilir. Oysa etkili, ama düz ve kısır oynamakla itham ve infaz edilen İbrahim’in de Recep’in de Beşiktaş forması altında birden fazla şampiyonluğu vardır ve Beşiktaş tarihinin en çok milli takım forması giyen ismi de Takoz Recep’tir. Peki, onların yokluğunda İsmail, Serdar ve hatta Atiba’dan bile icabında bek yaratmak zorunda kaldığımızı düşünürsek, bu sene beklerin hali nice olacak dersiniz? Bence bu yıl, Beck’in gelişiyle (ve umarım, sağlıklı kalışıyla) sağ bekteki sorunumuzu, en azından bir Ekrem Dağ ve Hilbert’in dönemindeki kadar çözdük. Sol bekte de hücuma düşkünlüğünü ve agresifliğini bir yana bırakması kaydıyla Motta’dan güzel şeyler bekleyebiliriz. Benim endişem, Motta yine ayarı kaçırmaya başladıkça, can simidi niyetine Tosic’e sarılma ihtimalimizin yüksekliği. Tosic, ligimizi çok iyi bilen ve devamlılığı ve istikrarı ile Beşiktaş’ta yeni olduğunu her halinden belli eden bir isim. O varken sol kanada ve ön liberolara daha çok hücum görevi düşebilir, ama savunmada Motta’dan da, grafikleri giderek korkutmaya başlayan Ersan ve İsmail’den de çok daha fazla güven verecektir. Eğer Şenol Hoca Tosic’i ilk 11’e monte etmezse, oyunun az farkla Beşiktaş lehine devam ettiği 50’li – 60’lı dakikalarda Motta’nın açıklarını kapatmak (ve kırmızı kart görmesini engellemek) için Tosic’i Motta’nın yerine sahaya sürüp Tosic’in âkilliğinden faydalanabilir. Masrafsız ve faydalı transferin ağa babası, işte böyle olur…

 

Serdar’ın bek yerine ön libero oynama ihtimalini seviyoruz, evet, ama Atiba – Veli ikilisinin orta sahadaki uyumunu daha çok seviyoruz. Kadro genişliği sayesinde bu sezon, geçen senenin aksine aynı isimler arka arkaya 30 maç ilk 11’de başlamak zorunda kalmayacağı için, kondisyon, sağlık ve istikrar bakımından bu ikiliden daha fazla randıman alabiliriz… demeye kalmadan, Veli’nin muhteşem sakatlığı devreye girdi ve biz daha şimdiden ideal kadroya ne onu, ne de ona revirde eşlik etmeden duramayan Liverpool kahramanı Tolgay’ı selametle yazamaz olduk. Alışığız elbette, ama üzücü. Hani evladınızın hayta olduğunu bilirsiniz ama her yaramazlığında yeni baştan bir derin sızı hissedersiniz ya, bizim de sakatlıklara karşı tavrımız aynı. Harp malulü olmaya devam…

 

Peki, Atiba’nın yanına kim gelmeli? Kritik müdahaleleri ve zekası sebebiyle Rhodolfo, bir deney faresi haline getirilebilir bu görev için. Ama Necip’in de asıl mevkisine ne kadar hasret olduğunu düşünürsek, Necip’i bir deneyelim derim. En azından, savunmada yaptığı hataları bize unutturabilir, formasının hakkını verebilir. Gelgelelim, eğer Oğuzhan, 10 numara değil de, hücuma yönelik orta saha olmakta karar kılarsa (inşallah), Necip’in, hatta Veli’nin ve Tolgay’ın yerine bile Oğuzhan’ı yazmak isterim. Banko tercihim, ne istediğini bulan, bilen ve kendini toparlamış bir Oğuzhan olur.

 

30531636Takımdaki gurbetçi oyuncu sayısı ayyuka çıkmış olabilir, fakat bunun en olumlu yanı, takım içi iletişimin hasar görmeyecek olmasıdır bence. Kanatlarda Gökhan Töre ve (mümkünse lakaytlığından ve savunma yapma alerjisinden kurtularak geri dönmesini istediğim) Quaresma varken, biz rakiplere çok korku salacağız. Faydalı transfer ille de dünya yıldızlarına imza attırmak olmayabilir; bence (düşüşte olması ve çok daha düşük bir maaşa talim edecek olması hasebiyle de) haddini bilen bir Quaresma’nın trivela – tribuca resitali sayesinde Gökhan Töre de, Olcay da çok daha az yük yükleyecekler omuzlarına. Ayrıca Kerim Frei’ın da kullanma kılavuzunda “sadece 65. dakikadan sonra oynatılması tavsiye edilir” yazmadığını umarak, bu sezon Gökhan – Quaresma – Olcay üçlüsünün daha az “tükeneceğini” öngörebiliriz.

 

Peki, forvet arkası mevkiinde Sosa’nın süreklilik sıkıntısına kim iyi gelebilir? Ne Oğuzhan ne de Tolgay, Sosa’ya uygun birer alternatif değiller, kabul. Mustafa Pektemek’in de toplu taşıma araçlarına bedava biner hale gelmemesi için bir nebze tekmelerden kaçınması şart, ayrıca teknik bir oyuncu da olmadığı için en fazla sağ kanatta verim verecektir. Peki, Sosa’ya bir şey olursa, kim kurtarıcı olur? Ozan Tufan transferi gerçekleşirse sorun yok, ama halihazırdaki cevap: sistemi değiştirmek ve 4-4-1-1 yerine 4-2-1-2-1 gibisinden, Atiba ve ekürisinin tümden ön liberoya çekildiği, orta sahanın tam ortasında Oğuzhan gibi bir virtüözün bulunduğu ve iki kanat, bir de santrfor ile oynayacağımız bir sisteme dönmek gerekecektir. Sosa, bu yüzden alternatifsiz joker oyuncumuz.

 

Gelelim, en heyecan veren mevkiye, yani santrfora. Bu yazıyı yazmak için transferinin kesinleşmesini beklediğim Mario Gomez, sakatlıktan sonraki haliyle bile ligimizin standartlarının fersahlarca üzerinde bir son vuruşçu, hatta Almanya’nın bile Bierhoff ve Klinsmann’dan bu yana gördüğü en iyi “tek vuruş” bitiricisi. Düşünün ki, sağlıklıyken, Almanya’nın akıcı sisteminde pivot santrfor oynayıp Klose gibi bir efsaneyi yedek bırakabiliyordu. Ama işte anahtar kelime, sakatlık. Eğer burada sakatlanmadan, en azından Demba Ba’mız kadar sağlıklı kalabilirse, işte o zaman Quaresma ve Gökhan asist krallığında zirveye çıkarlar. Aslında Gomez’in yedeği Cenk de Gomez tipinde, ama birkaç gömlek daha düşük bir oyuncu. Dolayısıyla, Mustafa Pektemek’i santrforda kullanmayı tercih etmedikçe, bizim bu seneki sistemimiz hep çakılı santrfor etrafında dönecek. Geçen seneki oyunda Demba Ba’nın rolünden epey farklı bir rol üstelenecek kısacası santrforlar.

 

marioPeki, Gomez ve Cenk, hep ileride sabit kalacaklarsa, takım müdafaasında veya artık marka hareketimiz haline gelen ani ataklarda neler yapacağız? Öyle ya, topu ileriye atmak, neredeyse ofsayt ile eşdeğer hale gelir bu şablonda. Bence o konuda Şenol Hoca’nın planı, Sosa ve kanatları deliler gibi koşturmak, arkalarını da Atiba ile toparlamak olacak. Santrfor ileride sabit dururken, ofsayt engeli aşılana dek kanatlar topu taşıyacak, duvar pası yerine ara pasla, tek hamlede topu santrfor ile buluşturacaklar. Ekonomik olabilir, fakat rakipler bu kadar hız ve teknik kabiliyet peşindeyken Beşiktaş’ın 5 – 6 kişiyle değil 3 – 4 kişiyle hücum etmesi gol sayısında düşüş yaratabilir. Öyle ya, kıyaslamak gerekirse Fernandinho dışında üç büyüklerde Gomez – Cenk tipinde oynayacak bir santrfor yok; Van Persie, Burak, Umut, Podolski ve Sow gibi isimler de hem çok daha atik, hem de çok daha hareketli ve teknik. Bu yüzden, Gomez tehdidini sadece Gomez’in şutlarıyla değil, Gomez’in şut çekme tehlikesinin varlığı sayesinde kanatlara da rahatça şut imkanı verebilecek şekilde çok yönlü kullanmamız gerekecek. Kısacası, güzel futbola rağmen 1 farklı kazanacağımız maçlar çoğunlukta olursa, biliniz ki Quaresma ve Gökhan Töre normalden kötü hücum ediyorlar…

 

İdeal 11: Tolga – Beck, Franco, Rhodolfo, Motta – Gökhan, Veli/Oğuzhan, Atiba, Quaresma – Sosa – Gomez.

 

Alternatif 11: Cenk – Serdar/Atiba, Veli, Milosevic, Tosic/İsmail – Mustafa/Kerim, Necip, Tolgay, Oğuzhan, Olcay – Cenk Tosun

 

Anahtar unsur: 1) Stadın tamamlanması. Kandırmanıza gerek yok, kesin ve net tarihi verin, ben bile kombine alacağım. Süleyman Seba’ya ilk şutu attırma şerefine erişemediniz, bari vefatının 5. sene-i devriyesini beklemeyelim… 2) Ayağa (veya hedef Gomez ise, kafaya) isabetli paslar, daha az sayıda ama verimli paslar, dikine oynamak ve adam eksiltmek. Sistem bu kimliğe biraz daha yatkın bu sene.

 

Gelen transferlerin her birisi, isabetli, olgun ve altın çağını yaşayan isimler. Gomez dışında içlerinde müzmin sakat da yok, ama neticede burası Türkiye. Sakatlıklardan Darülaceze’ye dönmediğimiz sürece (büyü, nazar, yatır falan mı var artık bastığımız her çimde, bilemiyoruz), Beşiktaş’ımızın Siyah’ı ile Beyaz’ı hiçbir zaman griye dönmeyecektir. Artık “Holosko artı bir miktar para” da veremiyoruz sakatlıklarla pazarlık yaparken, ona göre, dikkatli olmak icap eder.

 

Beşiktaş’ımıza ve tüm taraftarlara evvela, şampiyon olmayı değil, sahada kazanıp saha dışında efendi kalabilmeyi ve bize yakışanın dışına çıkmamayı temenni ederim. Şampiyonluk sadece bir payedir, ve bizimki gibi kirli bir ülkenin bataklığa dönmüş muvazaalı liginde başarının şampiyonlukla pek alakası kalmamıştır. Zaten futbol artık hiç zevk vermez hale geliyorken, en azından bizim sahadaki oyunla tatmin olmayı bilmemiz, şampiyonluk olmasa bile, başarılarımızla yetinebilmemiz icap eder. Eğer bir de şampiyonluk gelirse… Hele bir de o şampiyonluk için kirlenmemiz gerekmemişse (hayır, kirlenmek güzel değildir), işte o zaman baldan tatlı olur.

 

Ruhumuzun zevk alabileceği bir sezon geçirmemiz dileğiyle…

 

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Son Haberler

FUTBOLUN BİTTİĞİ GÜN

Olmaz olsun böyle lig. Olmaz olsun böyle galibiyet. Yeter artık Fenerbahçe'nin bu ülkede maruz kaldığı muamele. Lanet olsun Fenerbahçe'yi senelerdir ırkçılık derecesinde...

Benzer Konular