https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

HATALAR, DOĞRULAR VE MUCİZELER

Okunması Gerekenler

efe

Çok şükür ki yeni yılın son haftası gibi ilk haftası da güzide bir basketbol heyecanıyla geçti. Gerek Avrupa’da, gerekse de ligde umulmadık manzaralar seyrettiğimiz bir gerçek; fakat parkelerin hemen dışında yaşanan bazı olaylar can sıkmayı sürdürünce, yine sadece basketbol konuşamaz hale geliyoruz, ki bunu hiç istemiyoruz. Belli ki, bir 5-10 yıl daha bunları yaşayacağımız gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız.

 

 

Haftanın en güzel, ama en tartışmalı müsabakasıyla başlayalım öyleyse. Anadolu Efes, Rönesans TED Ankara Kolejliler’i, Saric – Sanikidze düellosuna dönen maçta zor da olsa yenmeyi başardı. Evvela biraz maçtan bahsedelim ki, önce “iyi haberi” vermiş olalım. Efes bu maçta Brown’ı tribüne gönderip Tyus-Saric-Dunston rotasyonuna Doğuş ve Emircan’ı katmayı tercih etti. Heurtel ve Granger’ın, hem hücumda hem de savunmada, başta Sanikidze olmak üzere TED guardları tarafından mebzul miktarda bunaltılması sonucu, Efes bildiğimiz hızlı, tempolu ve (genelde) akıcı hücum düzeninden şaştı. Hal böyleyken Heurtel de, Granger da, kendi standartlarının oldukça altında kaldılar.

 

 

Efes, kadro kalitesi ve takım oyunu sayesinde, uyur uyanık vaziyette de olsa son çeyreğe önde girmeyi başardı. Maç boyunca Efes’i sırtlayan iki isim, atıcı ve tutucu Saric ile engelleyici milis Dunston, Sanikidze’nin muhteşem performansına karşın yılmadı, son çeyrekte de direndi (Doğuş’un savunmada ve hücum ribauntlarında verdiği katkıyı ise umarız bizim kadar Ivkovic de görmüştür). Cedi’nin ekstra eforu sayesinde, Sanikidze’nin devleşen çabaları ve Lucas’ın son periyottaki dirilişi sonuçsuz kaldı. Son topta hata yapan Tomas, maçı uzatmaya götürme şansını tepti, ve bu heyecan dolu mücadeleyi Efes kazandı. Maç genelinde Efes’in %26, TED’in ise %36 üçlük isabeti tutturabilmesi, savunma sertliklerinin düzeyini de iyi özetliyor bence (Not: TED’de Ayberk Olmaz, yine süre alamadı). TED, Sanikidze – Lucas – Elegar ekseninde iyi bir tempo tutturdu, fakat Gecevicius onlara bir şey katmıyor. Efes’te ise bu yeni sisteme rağmen Cedi’nin kıymeti her geçen gün artıyor. Efes’e de, onları son noktaya kadar zorlayan Sanikidze ve TED’e de tebrikler. Efes’e bir de, Heurtel’in basit pas yerine Harlem pasları denemesine ve yanılmasına karşın, Granger, Dunston ve Saric sayesinde kurtarıp kazandıkları Kızılyıldız galibiyeti için de tebrikler…

Peki, tartışma bu maçın neresindeydi? Esasen, öncesindeymiş; biz de bunu maç esnasında öğrendik ve ciddiyetini de maçtan sonra kavradık. Yapılan açıklamalara göre, Efes, kadroya dahil etmesine karşın, maçtan evvel teslim etmesi gereken isim listesine Dunston’ı yazmayı ihmal etmiş ve bunu NTV Spor yorumcuları fark ederek (Efes’in iddiasına göre maçtan 29 dakika, TED’in iddiasına göre ise maçtan 18 dakika önce – sürenin önemi büyük) Efes benchini uyarmışlar. Efes de o anda hatayı düzeltip yeni haliyle listeyi vermiş. TED yetkilileri ise, duruma ilişkin bir itiraz dilekçesini maçın 4. Dakikasında kaptan Önder Külçebaş’ın imzasıyla sunup, Dunston’ın oynatılamaması gerektiğini ileri sürmüşler. Taraflar arasında neyin yasal, neyin yanlış olduğuna dair bir mutabakat yok. Hakemlerin ve teknik komiserin de sorumlulukları mevcut. Ama en rahatsız edici hadise, birbirleriyle hiçbir alıp veremediği olmayan, mazisinde bir tatsızlık bulunmayan bu iki camianın, birbirlerine yanıt verirken seviyeyi düşürmesi ve genel bir husumet havasına girmesi oldu. Özellikle Efes’in, itiraza cevap sunduktan sonra sözlerini bitirmeyip, inatla karşı tarafa yakışıksız ithamlarda bulunması hiç yakışık almıyor. Neticede itiraz reddedildi. Fakat, tatsızlık nedir? İşte, budur…

Geçelim, haftanın bir diğer mutlak kazananına, yani Beşiktaş Sompo Japan’a. Banvit gibi güçlü bir rakip karşısında ilk yarıyı kendi kimliğinde oynayarak zor toparlayan Beşiktaş, biraz olsun savunma yapabildiğini gösterince, son çeyreğe önde girmeyi başardı. Üstelik, epey bir süre sayı yememeyi de başardı. Elbette ki Banvit’te Fortson durunca işler kötüye gidiyor; fakat Moerman’ın ilk yarıda 4/4, maç genelinde de (son periyotta süre biterken saçmaladığı şutu da sayarsak) 5/6 üçlük ile oynadığı bir günde, Fortson’ın işi epey kolaylaşıyordu. Maçın genelinde emin el olarak Lampe ve Darden’dan faydalanan, özellikle de Darden’ın sırtı dönük orta ve dış mesafe oyunlarıyla ekstra katkı bulan Beşiktaş, Enes gibi genç bir savunmacıyla Fortson’ı bunalttı, Engin ve Wolters ile de elinden geldiğince yordu. Böylelikle, savunmanın özünü nispeten hatırlamayı başardı. Ayrıca, 2. çeyrekte coşan Slaughter ve Vidmar’a da, 5’er faul almaları pahasına Elonu ve Engin ile sert mesajlar verdiler ve direnç gösterdiler.

 

İlk yarısı 45-51 ile biten maç, ikinci yarıda Banvit’in o ilk yarıdaki (8/10) destansı üçlük performansının yerlere serilmesiyle tümden Beşiktaş lehine döndü. Ayrıca, Moerman’ın neredeyse evlenme teklif edebilecek kadar çok sevdiği Hamilton’ın yerine Lampe’yi Moerman’ın savunmasına vermeyi akıl ettiler. Böylece, Hamilton bir tek hücumu düşünme imkanı buldu ve sayıları arka arkaya dizdi. Carmichael’ın bir ribaunt mücadelesi esnasında saçma sapan bir hareketle Engin’in burnunu kıracak sertlikte bir tokat atması gibi hareketlerse, neyse ki ciddi bir soruna sebebiyet vermedi. Hatta Engin’in geçici sakatlığının, yerine giren Culpie’nin dev şut performansı sayesinde BJK’nın işine geldiğini de iddia edebiliriz. Culpepper serbest atışlarda kötü bir günde olmasa, maçı daha erken noktalayabilirdi. Ama neticede, Beşiktaş, Cenk’in hiç oynamadığı bu dev maçı, Fortson’ı çözerek, savunma yaparak kazandı ve kaç haftalık buhrandan nihayet çıkabildi. İki takıma da tebrikler. Fortson, Moerman, Lampe ve Hamilton’a ayrıca takdirler sunarım. Erik Murphy’nin, bu kalitede bir ismin takımdan gönderilmesine ise katiyen anlayışla, sempatiyle yaklaşamam. Valentin Pastal’ın transferine ise, izlemeden yorum yapamam, çünkü kendisini iyi tanıyorum ve sisteme göre şekil alacağını biliyorum.

 

Trabzonspor Medical Park, Avrupa başarılarının üstüne artık ligde de tutunabilmeye başladığını, bir Euroleague takımı olan Darüşşafaka Doğuş karşısında gösterdi. Hem de, Odom ve Kinsey yerlerini henüz daha yeni yeni Kitchene ve Thompson’a teslim etmişken. Sertaç ve Kulig’in şahane oynadığı, savunmada Gordon hariç hiçbir Daçkalı’nın çift hanelere çıkmasına izin vermedikleri güzel bir performans sergileyip, rakiplerini 60 sayının altında tuttular. Bu kadar geniş bir rotasyonu haiz bir Euroleague takımını ha deyince kaosa sokmak ve kısırlaştırmak, her babayiğidin harcı olmasa gerek. Yeniden liderlik rolüne kurulan Hardy (kötü şut atsa bile, her kritik topta farkını gösterdi) ve en hayati yerde, süre dolarken soktuğu el üstü üçlükle yeni takımına tatlı bir merhaba diyen Kitchene, Trabzon’u galibiyete uzandıran başat etkenler oldular. Elbette olgunlaşan bir Velickovic’in ve son top dahil savunmada devleşen Erdi’nin (güzel form tutturdu) hakkını da teslim edelim, lakin Kitchene’in savunması ve son periyotta 11-0’lık krizden takımı çıkaran Hardy-Kitchene uyumu bu galibiyette başat faktördü. Tebrik ederiz. Daçka ise, Gordon hariç, kendi oyunu olan iki isimden de (Wilbekin ve Redding) iyi verim alamayarak kaybetti. Pota altındaki üstünlüğü ise her bakımdan rakiplerine kaptırmış gibi göründüler. Bakalım, ellerinden geleni yapsalar da Edwin Jackson ve organize basketbol yüzünden kaybettikleri bir Malaga maçından sonra, ellerinden bir şey gelemediği bir TS maçını da kaybedince, neleri değiştirecekler? Semih ve Harangody ile birlikte Malaga maçında rüştünü ispatlayan Mehmet Yağmur’u takdir edebilirler belki bizler kadar…

 

Fenerbahçe ile devam edelim. Geçtiğimiz haftalarda hiçbir Türk oyuncusundan sayı katkısı alamadığı bir Euroleague maçı oynadıktan sonra, bu hafta da PAO’ya karşı hiçbir yerli oyuncuya süre vermediler! Bunun tüm Euroleague tarihinde bir rekor olması bir yana, yerli politikasına ve Kalinic’e rekabet doğurup onu biraz düzeltebilecek bir alternatife sahip olmamalarına dair çok korkunç bir kanıt görmüş olduk bu maçta. Evet, rakibin en formdaki ismi Feldeine’ı iyi kapatıp, Calathes’e de son çeyrekte iyi sayıda top kaybı yaptırdılar ve Calathes’i değil Sloukas’ı transfer ederek doğrusunu yaptıklarını ispatladılar; fakat maçı kazanmak, tehlike sinyallerini görmemize mani olamadı. Üstüne, sadece Bogdanovic’in “Tanrı istediği için” mucizevi son saniye basketiyle kazandırdığı Yeşilgiresun maçını da hesaba katarsak, rotasyondaki pek çok ismin anlamsız bir rehavete girdiğini söylememiz gerekir. Ödüller, payeler şimdilik yanıltıcı olabilir. Dikkat etmeli, üstünlüklerini kesmemeliler, çünkü korkutucu imajları tamamen buna bağlı. İlk 15 dakikada 3 teknik faulün çıktığı, hatta Vesely’nin iki sportmenlik dışı faulden atıldığı, Udoh’nun kadük kaldığı ve Dulkys gibi vasat yüzdeyle oynayan bir rakibe felaket sayıda dış şut isabeti imkanı sağladıkları bir maçı sadece mucizeyle kazanmaları, pek iyiye işaret olmasa gerek. Hele de, rakipte Warren bu kadar pas hatası yaparken. Jackson, (en kritik yerde 1/2 faul atarak mağlubiyete zemin hazırlayan, maçın kalan bölümünün kahramanı) Hosley ve Dulkys’e çabaları için tebrikler. Datome’ye de tebrikler. Ama Kalinic’in artık bir hale yola girmesi gerekiyor.

 

Türk Telekom, koç değişikliğinin getirdiği disiplinle, potansiyelini Galatasaray Odeabank’a karşı açığa çıkarıp, ligin dibinden kurtulma yolunda hayati bir galibiyet aldı. Haislip karşısında yokları oynayan Galatasaray uzunlarının Caleb Green’i aradığı aşikar; fakat Lasme’nin top kayıpları ve hücumdaki diğer hataları bize gösterdi ki, Galatasaray’ın rotasyondan sonraki en büyük sıkıntısı, rotasyondaki 8 isimden birisinin bile düşmesi halinde tüm planların aksaması imiş. Çarklardan biri durunca, yeri doldurulamıyor. Bundan önce Sinan, McCollum ve Dorsey buna zemin hazırlıyordu, bu maç ise Lasme ve bilhassa Schilb bu görevi üstlendi. Basketbolda günlük performansların önemini tartışamayız, o yüzden Galatasaray’ın bu soruna nasıl bir çözüm bulacağını merakla bekliyorum. Telekom ise, Ermal ile savunmada, Haislip, Evren ve en kritik yerdeki üçlüğüyle hayat veren Cevher ile de hücumda çok etkiliydi. Brown yokları oynadı, ama Jenkins bocalamadı. Böylelikle, Micov ve McCollum’a cevap verip, üstün geldiler. Üstüne Buckner da atletizmiyle fark yarattı ve Göksenin ile Sinan’ın dinamizmi maçı GS’ye getirmeye yetmedi. Göksenin’e ve tüm Telekom oyuncularına tebrikler. Bakalım, Haislip’in bu katkısı, yerlileri benche mi mahkum edecek, yoksa koç Hakan Demir, mükemmel denge ve disiplini mi bulacak?

 

Pınar Karşıyaka, Justin Carter’ın ve devamında maç içinde hastalanıp sahayı terk eden Josh Carter’ın, yani en etkili iki oyuncusunun yokluğuna karşın, D.İ. Büyükçekmece’yi yenmeyi başardı ve tekrardan çıkışa geçti. Kenan’ın bana kalırsa bu maçta kusursuz bir iş çıkarması, pota altında da Iverson’ın unutulmaması, galibiyetin anahtarı oldu. Wright günden güne takıma ısınıyor, Palacios sakatken de Gabriel ve Kerem ellerinden geleni yapıyorlar. Soner, Muhammed ve Can bu maç vasat olsa da, giderek daha etkili oynuyorlar. Çin’den transfer ettikleri (henüz kesinlik kazanmadı) Casper Ware bakalım bu yerli guardlardan hangisini kesecek? Yeni yeni oturmaya başlayan takım kimyasına, Lloyd Daniels’ı andıran Wright’tan sonra bir de “önce sayı” diyen, en önemli meziyeti top çalmak olan bir oyun kurucu getirmek nasıl etki edecek? Bunları görene ve çözene dek, Kenan’a ve Karşıyaka’ya bu galibiyetleri için tebriklerimizi sunabiliriz sadece. Tabi bir diğer tebrik de, BJK’nın gözden çıkarma gafletine düştüğü Erik Murphy’yi kaparak çok isabetli bir iş yapan Büyükçekmece’ye… (Not: Tayfun Erülkü’nün süre alabildiğini görmek büyük bir lütuf)

 

Royal Halı Gaziantep, yıllardır oturttuğu sistemi ve hücum dengesiyle, bu yılın sürpriz takımı Muratbey Uşak Sportif’i geçmeyi başararak büyük bir zafer elde etti. Higgins ve Balazic yine gününde olunca, Rautins’in düşük yüzdesi dert haline gelmedi ve alıştığımız oyun düzenleriyle kazandılar. Uşak Sportif inişe geçti, çünkü bundan evvel muazzam bir çıkıştalardı – sanırım büyük takım olma yolunda giden her ekibimiz bunlara, ciddiye alınmaya alışmalı. Harrison’ın dönüşü hakikaten de Watson’a yaramadı; üstüne üstlük, zaten az olan asist sayısını iyice dibe çekti ve pota altı hiç beslenmemeye başladı. Öyle ki, Khem Birch bu maçta aldığı 7 hücum ribaunduna rağmen çift hanelere varamadı. Paul Harris, kendi oyunu sayesinde Harrison’ın dönüşünden etkilenmemeyi başardı, fakat kendisi bu konuda takımda tek. Takımın geri kalanı için, Harrison’a, o’nun yokluğunda başarılanların nasıl başarıldığını gösterip “yola getirmeleri” lazım. Her iki takıma da, güzel mücadeleleri için tebrikler. Antep’e, galibiyet için ayrıca tebrikler…

 

Torku Konya, Williams, Jefferson ve Plisnic’in çift haneli ribaunt toplaması sayesinde, ribauntlarda 53-34’lük fark attığı İBB’yi zor da olsa devirdi. Tabi asıl güzel nokta, 10 Ocak Pazar günü saat 16:00’da Trabzonspor Medical Park ile oynayacakları maçın geliri down sendromlu çocuklara bağışlayacaklarına dair açıklamalarıydı. Her iki olay için de tebrikler…

 

 

 

 

Yazıma, kadın basketbolumuzla ilgili birkaç detayı paylaşarak devam etmek istiyorum. Yılbaşı akşamına kadınlar basketbol maçı koyan Federasyon’a ve bu insafsızlıklarına akıl sır erdirmek zor; fakat kadınların basketbolu, bu yanlışlara, kaliteyle cevap veriyor. Misal, yılın ilk derbilerinden ASKİ – Botaş maçı, kitaplarda ders diye okutulacak kadar zevkli ve ibret doluydu. Adana’nın iki devi, kıran kırana kapıştı ve bir taraf oturmuş kadrosuyla, diğer tarafsa değişimin taze rüzgarıyla tavrını koydu. Nilay gibi tecrübeler sayesinde, kazanan, değişim değil istikrardı; fakat mücadele her halükada şahaneydi (bunun üzerine en iyi oyuncularından Kamile Nacickaite’yi Fenerbahçe’ye kaptırmaları hoş olmadı elbette). Tabi derbi olması gereken bir diğer maçta, Dubljevic gibi bir skorerin yokluğuna rağmen 42 sayılık bir farkla Beşiktaş’ı mağlup eden Galatasaray’ı da kutlamak şart. Cansu’nun devleşen özgüveni, Nevriye ve Kulichova’nın azim ve faydada tavan yaparak Grisheva’ya sahayı dar edip, pota altını hepten domine etmesi, Işıl’ın sağlı sollu penetreleri ve Jewell Loyd’un şahane sürükleyiciliği, tek silahı Pondexter ve yeni transfer Milovanovic olan Beşiktaş’a çok fazlaydı. Nevriye’nin bu sezon, hücumunun en zayıf yönü olan üçlüklerde çığır açması (%50 isabetle atıyor sezon genelinde), bu yaştan sonra bile bir oyuncunun gelişebileceğini gösterip şapka çıkarttırıyor bizlere. Neredeyse on senedir Kayseri KASKİ/AGÜ’yü tek başına sırtlayan Lara Sanders’ın da bu haftaki 32 sayılık performansına da saygı duruşunda bulunalım.

TBL’de, bir alt ligde hafta içerisinde yaşanan utanç verici tokat olayından sonra, böyle bir işe kalkışma gafletine, hem de alenen düşen Mondi Melikşah koçu Mustafa Derin’in istifasını olumlu buluyorum. Göktürk Ural skandalından sonra işlerin az da olsa değişebildiğini görebiliyoruz. Temennimiz, böylesi tecrübeli koçların bile bu barbarlığa başvuracak kadar alçalmamalarıdır…

Son olarak, Federasyon’un iki icraatıyla yazımı noktalamak istiyorum. Olumlu haber şu: Türkiye Basketbol Federasyonu, Dopingle Mücadele Yönergesi’ni yürürlüğe koydu. 30 Aralık 2015 tarihinden itibaren geçerli olan yönerge, Türkiye Basketbol Federasyonu internet sayfalarında yayımlandı. Hepimizi yakından ilgilendiren bu yönergeye, fırsatınız olursa göz atmanızı öneririm. Olumsuz haber ise, İzmir basketbolunun yetkililerine haber verilmeksizin, şüphe çeken, esef uyandıran bir biçimde, BSL All-Star maçının İstanbul’a, Ülker Arena’ya alınmasıydı. Bir İzmir ekibinin geçen sene şampiyonluk yaşadığı ligimizde, bu yıl bu ödülü bu büyük ilimizden esirgemek, hele bir de bunu usulünce yapmamak, Federasyon’a yakışmıyor.

 

Herkese basketbol keyfiyle dolu bir hafta dilerim…

 

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Youtube: Turuncu ve Siyah Kadar Yuvarlak

 

Son Haberler

LA QUINTA DEL BUITRE, AKBABA BEŞLİSİ

80'lerde İspanyol futboluna damgasını vuran, zamanın ünlü Real Madrid efsanesi Emilio Butragueno'nun başını çektiği, Manolo Sanchis, Martin Vazquez, Michel...

Benzer Konular