Geldik zulmün membaına. Bizim grubumuz, her zaman en iyisidir! Latifesi bir yana, geçen seneki Dünya Şampiyonası’nda vurduğumuz kura volisinin bir bedeli mahiyetinde düştük sanki bu gruba. Pek çok üst düzey takım var, hepsi de bizi görmeye gelmişler nedense. Üst turlara kadar bekleyememişler. Lakin enteresan bir his var içimde; diyor ki, Sırbistan – İspanya maçı dışında, başa baş geçen bir maç oynanmayacak bu diğer 5 takım arasında… Ne dediğini bilmiyor bence…
Benzer düzeydeki bunca takımın aynı gruba düşmesi, elbette ki rekabeti körükler. Lakin otorite bellenen herkes, gruptan ya bizim ya da Almanya’nın çıkamayacağını öngörüyor; tamamı İzlanda’yı zaten baştan silmiş. Fakat içimdeki o his yine diyor ki, 2011’de Makedonya ve 2013’te Finlandiya için de aynı şeyleri söylüyordu herkes; ve neticede hepsi tek tek yanılmış oldu… Benim görüşüm, İzlanda’nın 1 galibiyet alacağı yönünde. Nasıl mı? Bunun için evvela grubun ev sahibi Almanya’yı incelememiz gerek…
ALMANYA:
Jagla, Hamann, Ohlbrecht gibileri gitti, fakat Dirk “Reyiz” nihayet geri döndü. 10 küsur yıl boyunca gıkını çıkarmadan milli formaya sadakatini sergileyen Nowitzki, 2010 ve 2013’teki aranın ardından bir kez daha emeklilikten döndü ve kadrodaki yerini aldı. Akranları Pau Gasol ve Tony Parker gibi “milli forma her şeyden önce gelir” demeyi başaran Nowitzki, Kulüp Başkanı Marc Cuban’ın da böylesi bir tercihe saygı göstermesiyle birlikte milli takımda destanlar yazdı (bizden de saygılar Cuban başkan); hiç altın madalyaya ulaşamasa bile, 2002’de bir Dünya 3.lüğü, 2005’te ise bir Avrupa 2.liği elde edip, her iki turnuvanın da (bileğinin hakkıyla) MVP’si seçilmeyi başarmıştı. 2011’de artık yorulmaya başladığını hem o itiraf etmişti, hem de biz gözlerimizle görmüştük. Sahneyi gençlere bıraktı, ama son bir kez daha onlara yardım etmek istedi. İyi de yaptı…
Aynı şeyi Chris Kaman da yapsa, bu sefer bozuk çalardım. Çünkü bu iki elit uzun bir arada olunca, 2010’dan beridir hayranı olduğum genç Tibor Pleiss’ı bench’e mahkum ediyorlar, ne yapsa yaranamıyor. Kaman’ın olmaması bence isabetli bir tercih. Madem Pleiss ile başladık, o’nunla devam edelim. Pleiss, bu sene Barcelona forması altında dalgalı kur esintilerine benzer performanslar sunsa bile, bu yaz NBA’e (Utah) transfer olmayı başardı. Geçen seneki takıma fiziken hazır olmadığı için alınmayan Pleiss, pota altında tam bir azmanlık abidesi. Potaya yakın top aldıktan sonra, ister sağdan ister soldan dönüp lokum gibi bitirebiliyor hücumları. Orta mesafe şutları için de David Andersen’i örnek alıp iyi yapmış. Savunmada blok dışında caydırıcı bir özelliği olmasa da, hatta fiziği biraz zayıf görünse de, teknik becerileri ile hücumda durdurulması çok güç bir isme dönüşüyor. Bize, Ruslar’ın yıldız pivotu Mikhail Mikhailov’u hatırlatıyor açıkçası.
Hücum ribauntlarında iyiden iyiye kendini kabul ettiren Pleiss, neredeyse hep boyalı alan civarında pozisyon aldığı için, topa değmese bile alan açıyor, hücum ribauntlarında en baştan avantajlı hale geliyor. Bu da, Nowitzki Reyiz gibi kusursuz bir şutör için daha fazla hareket imkanı ve boş şut demek; elbette ki Pleiss’in sahadaki varlığı, Nowitzki’nin de daha az yorulup yıpranmasını sağlayacak. Öte yandan, Nowitzki’nin de Pleiss’ın da savunmayı pek sevmeyen yapıları yüzünden boyalı alanda, Eurochallenge’da büyük bir aşama kaydeden Voigtmann’a çok iş düşecek. Voigtmann, üçlük civarında top alıp oyuna yön verecek kadar estetik ve çok yönlü bir pivot. Fakat oyunu daha çok bir “stretch” 4 numarayı andırıyor doğrusu. Dolayısıyla, esasen o da savunma için bir çözüm değil. Belki kadrodan çıkartılan Zirbes burada olsaydı, bir nebze ferahlayabilirlerdi; zira Zirbes, gerçekten bu müdafaa noksanını yönü tek başına örtebilecek tipte ve kalitede bir uzundu. Yanlış tercih, bakalım nelere mâl olacak?
Kısalara geçelim. Yıllardır oyun kurucu konusunda Mithat Demirel’den ileri gidemeyen Almanya, bu yıl üç kalburüstü oyun kurucuyu takıma toplamayı başardı. İçlerinden birisi, yani Schaffartzik, senelerdir yaptığı gibi bench’ten gelip ortalığı karıştıran, aniden ivmeyi takımı lehine çevirebilen birisi. Hem bir savunma tilkisi, hem de büyük bir dış şut tehdidi. Özgüveni yakaladığı anda alev alıyor. O’na baskıyı kesmeyen ve baskıyı ön alandan başlatmayan her takım, o’nun ön alanda yapacağı baskılar neticesinde çok sayıda kolay basket yemeye mahkumdur. Fakat sete set hücumlarda, normal tempoda, Schaffartzik’in ahım şahım bir etkisi yok. İşte safi bu sebepten ötürü, Avrupa’nın en itidalli ve komple oyun kurucularından biri olan Anton Gavel devşirildi…
Gavel, takımda büyük bir koordinatörlük görevi görüyor, ki görevini layıkıyla ifa ettiğini hazırlık maçlarında kavradık. Gavel, sakin ve kontrollü yapısıyla, aslında Pascal Roller ile Marko Pesic’in karışımı gibi duruyor sahada. Bu da Tanrı’nın Almanya’ya bir değil iki göz bahşettiğinin göstergesidir. Gavel faul problemine girmedikçe, Almanya rahat nefes alabiliyor. Lakin Gavel’in eksisi de, savunma azmi ve bireysel skor gücü. İşte bunları örtmek de, hem Schaffartzik’e, hem de NBA’li genç Schröder’e düşüyor. Dennis Schröder, daha bu yaşta Atlanta’da çok başarılı oynuyor. Hızı ve patlayıcılığı eşi bulunmaz cinsten. Şutörlüğünden ziyade penetreleriyle var olduğu için, rakip uzunlara mebzul miktarda faul aldırtıyor, bu da Almanya’nın fena halde işine gelecektir tabi. Schröder birden 20 sayıya erişebilecek kadar titiz bir skorer, ama pasörlüğünü geliştirmesi de şart. Hızıyla Demond Green’i hatırlatması da hoş. Bir diğer genç Maodo Lo ise, şimdilik sadece havlu sallayacak. Zira ön plana çıkan ayrıksı bir yönü yok.
Geçelim 2 numaraya. Lucca Steiger gibi bir kemikkıran’ı nihayet terk edip, yerine gençlerden Zipser, Tada gibi isimlere yöneldiler. Burayı evvela oyun kuruculardan birisiyle (belki de Lo ile) kapatıp iki oyun kurucuyla oynayabilirler; fakat zaten tüm 1 numaralarda fizik dezavantajı varken, bunu 2 numaraya da yansıtmak, perde üzerinden oynayan rakiplere karşı Almanya’nın direncini çok düşürecektir. Burada katkı maddesiz tertemiz oynayan Niles Giffey’i de bol bol seyredebiliriz. Aslında gönlümden geçen, kadrodan son anda kesilen Akeem Vargas’ın burada boy göstermesiydi, fakat olmadı. Dış şuta ağırlık verecekleri zaman Tada, penetre ve pas istediklerinde de Zipser’i tercih edecektir Almanya. Savunma için, Giffey veya Schaffartzik şart. Gençlerden Mushidi A takıma çıkana dek, aynı sorun sürecektir.
3 numarada ise, Giffey’in yanı sıra, yıllardır çıkış yapmayı bekleyen Alex King ve uzun boyuyla pek çok ters eşleşmeye sebebiyet veren fayda anıtı forvet Robin Benzing yer alıyor. Takımın takım olabilmesi, Benzing üzerinden geçiyor. King ise, mücadeleci ve fırsatçı, aynı zamanda da refleksleri çabuk bir oyuncu. Neyse ki liyakate göre seçildi kadro ve King burada yer almayı başardı; fakat Vargas’ı da görmek isterdik açıkçası.
Koç Fleming’i bu tercih hataları, yani Zirbes ve Vargas’ın çıkartılıp, yerlerine Tada ve Lo gibi isimlerin alınması, bakalım Almanya’yı İzlanda ve Türkiye karşısında aciz kılacak mı? Açıkçası top dolaştırırken ve yaratıcı pozisyon üretirken zorlanıyorlar. Tüm takımlar varıyla yoğuyla Nowitzki’yi tutmaya yüklendiği için, Almanya Schaffartzik – Gavel – Pleiss – Schörder dörtlüsünü ve Benzing eliyle iç – dış dengesini ne denli verimli kullanırsa, Nowitzki de o kadar az bunalıp yorulacaktır. Yine de, Nowitzki var oldukça, bu takım hep o’nun takımı olacaktır. O yüzden de, istatistik lideri olmasa bile, Nowitzki her daim bu ekibin açık ara en tehlikeli neferi olarak kalacak, tüm takımların da ilk hedefi o’nu oyundan düşürmek olacak. Bakalım, koca kurt yaşlanmış mı?…
Tahminim: Tarihte ilk kez dört grubun dört farklı ülkede oynanacağı bu Eurobasket’te, ev sahibi olmalarına, seyirci desteğine rağmen, grupta 5. olurlar. Çünkü savunmaları, grubun titanlarıyla baş etmeye elverişli düzeyde, akıcılıkta ve sertlikte değil. Ayrıca Schaffartzik ve Gavel dışındaki pek çok guard, halen daha tedirgin ve takım kimyasından uzak oynuyor. Böyle bir durum karşısında, İspanya Nowitzki ve Pleiss’ı Gasol ve Mirotic ile bir hayli yorar, Bargniani ve Datome de aynı şekilde İtalya’yı Almanya karşısında üstün kılar. İki üst düzey rakipte de, benzer tipte uzunlar var ve çok kaliteliler. Sırbistan çok dengeli, Türkiye ise çok enerjik. Ayrıca İzlanda’nın da gayet diri olduğunu unutmayalım. Tehlike sinyali, bundan âlâ olamazdı… Asistan koçlardan eski Alman milli oyuncusu Henrik Rödl’ü baş antrenör yapsalardı keşke? Kim bilir, belki de Mushidi – Hartenstein jenerasyonu yükselince takımın başında Rödl’ü görürüz…
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc