https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

’92 BARCELONA OLİMPİYATLARI: DREAM TEAM ŞANSLIYDI!… – 5

Okunması Gerekenler

efe

“‘Keşke’ ile ‘belki’ evlenmiş, ‘eğer’ diye bir çocukları olmuş…”

5. KISIM

Bu lakırdıları niye ettik? Lakırdılara devam etmeden sistemimizi açıklayıp, şöyle minik bir kodlama yapalım diye: ABD ve Dream Team için her olumlu puanı sola, olumsuz puanı da sağa yazalım ki, nihai durum netleşsin. Uyarıcı madde ve doping konusundaki avantaj: ABD 1 – 0 Dünya. Dream Team’in kadro eksiklikleri ve fiziksel kondisyon itibariyle hakikaten tanrısal boyutta olamayışı: ABD 1 – 1 Dünya. Şimdilik şartlar eşit… mi acaba?

 

Devam edelim. Hakemlerin süper yıldızları kayırma huyunu hesaba katalım mı katmayalım mı işte orasını bilemiyorum, çünkü Dream Team’in, yolunda ilerlerken herhangi bir takımı sadece hakem kararları sayesinde yenmemiş olduğu ortada. Dolayısıyla, bu faktörü tie-breaker misali kullanalım ve eşitlik olması halinde ABD’nin lehine bir puan daha yazalım.

 

Peki, başka ana etmenler nelerdir? Üç temel etmen var diye düşünmekteyim: Birincisi, ABD’nin son yıllarda karşılarında zorluk yaşadığı iki dev ekolün, ’90 yılından, yani Dream Team kurulmadan hemen önceki büyük turnuvadan (’90 Dünya Şampiyonası) sonra, rövanşa kadar dayanamayıp parçalanmaları. “Birleştikçe güçlüyüz, bölündükçe güçsüzüz” (United we stand, divided we fall) ilkesi uyarınca, Sovyet ve Yugoslav ekolleri, biri ’91’de, diğeri de tam ’92 senesinde parçalara ayrıldıkları için, ABD’nin karşısına, o yıldızlar karmaları, o yenilmez armada’lar değil, o armada’ların iskeletinden arta kalanlar çıktı ve asıl rekabet başlamadan bitti: Sovyet’lerden, Rusya, Litvanya, Estonya (o vakitler gayet iyi durumdaydı), Letonya, Ukrayna başta olmak üzere dev basketbol ülkeleri koparken, Yugoslavya ise, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (şimdiki Sırbistan ile Karadağ), Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Makedonya gibi ülkelere ayrılmıştı.

 

sovy

 

Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni aklımızın bir köşesinde tutalım, oraya daha sonra döneceğiz. Evvela, ’86, ’88 ve ’90 yıllarındaki Sovyet takımlarındaki oyuncuların nasıl ayrıştığı görelim bu bölünme sonrasında. O kadrolarda yer alan Sabonis, Marciulionis, Kurtinaitis, Chomicius, Jovaisa, Karnishovas, Einikis, Trapikas, Visockas, ve sonrasında Stombergas, Zukauskas kardeşler gibi isimler Litvanya’ya; Tkachenko, Tikhonenko, Volkov, Belostenny, Miglinieks, Vetra, Bazarevich, Tarakanov, Lopatov, Berezhnoi, Panov, ve sonrasında Chikalkine, Kisurin, Karasev, Avleev, Babkov, Mikhailov gibi isimler Rusya’ya (Belostenny ve Volkov aslen Ukrayna’lı, Miglineks ve Vetra da Letonya’lı olmalarına rağmen, dağılma sonrası ’92’de Unified Team adı altında kurulan Rusya ağırlıklı milli takımda oynamışlardı), Valdis Valters Letonya’ya, Heino Enden, Tiit Sokk gibi oyuncular da Estonya’ya dağılmışlardı. Bu bölünme neticesinde, ’88 Olimpiyatları’nda Sovyetler’e altın madalyayı getirmesi de dahil uzun yıllar boyunca Sovyet basketbolunda sayısız başarıya imza atan mitolojik koç Aleksandr Gomelsky ve bayrak yarışını Eurobasket ‘89’dan itibaren ondan devralan Vladas Garastas gibi koçların da bu dağılmadan nasibini aldığı bir gerçek. Öyle ki, bölünmeden sonra Garastas doğrudan Litvanya’nın başına geçti, Unified Team ise Yuri Selikhov’un idaresi altında girdi ’92 Olimpiyatları’na.

 

Bölünmenin yarattığı güç kaybı ortada. Hele bir de Rusya açısından bakarsak, aslında Volkov ve Belostenny’nin Ukrayna, Gundars Vetra ve Igors Miglinieks’in ise Letonya adına oynayacak olmaları ve Rusya ile ancak Unified Team – Birleşmiş Takım kapsamı altında bir araya gelmeleri de, ’92 Olimpiyatları’nda dördüncü olan bu takımın, bu oyuncuların yokluğu halinde, sırf Rus oyunculardan kurulu bir kadroyla ne kadar başarılı olabileceğini düşündürtür bize. Üstelik bu bölünmeden sonra, o halde bile Litvanya ’92 Olimpiyatları’nda (hem de son maçta Unified Team’i yenerek) bronz madalyayı aldı, Unified Team ise dördüncü oldu1. Düşünün ki bu iki takım yine birleşmiş kalsaydı, acaba neler olurdu? Hele ‘90’da ikinci, ‘86’da üçüncü, ‘88’de birinci olmuş o dev kadro2 göz önüne alınırsa, öylesi bir gücün, orijinal Dream Team’in karşısına hiç çıkamaması “yazık”tır diye düşünürüz.

 

Durumun bir benzeri Slav milletleri için de geçerli. Yıllar yılı her şampiyonanın ilk 3’üne ambargo koyan bir başka güç, yani Yugoslavya, yaşadığı bölünme sonrası kimi nereye pay etmiş bir bakalım: ‘90’da ABD’yi ve finalde Sovyetler’i yenip şampiyon olan ve 91’de Eurobasket’i kazanan kadrodan Drazen Petrovic, Perasovic, Cutura, Komazec, Arapovic, Kukoc, ve dahası Radja, Cvjeticanin, Naglic, Zan Tabak, Arapovic, Alanovic, Josip ve Stojko Vrankovic Hırvatistan’a; Paspalj, Divac, Djordjevic, Danilovic, Bodiroga, Rebraca, FB Ülker’in halihazırdaki efsane koçu Zejliko Obradovic, Zoran Savic, Tomasevic, Koturovic, Beric, Loncar, Topic gibi isimler Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne; Zdovc, Alibegovic, Horvat, Milic, Tusek, Gorenc, Hauptman, Kraljevic, Daneu ve Kotnik gibi oyuncular Slovenya’ya; Bilalovic, Avdic, Firic, Aziz Bekir, Mutapcic, Halimic, Seleskovic, (şu an Trabzonspor’un başında olan) Nenad Markovic gibi isimler de Bosna-Hersek’e dağılmışlardı. Naumoski üstadımız da Makedonya’ya geçmişti malum.

 

yugo

 

Bölünme sonrasında ’92 Olimpiyatları’na bu ekiplerden sadece Hırvatistan katılabildi, ve artık başında, ’88’den bu yana takıma madalyalar toplatan şu anki Anadolu Efes koçu efsanevi (Sırp) Ivkovic değil, Hırvat hoca Skansi olmasına rağmen, gümüş madalyayı söküp alarak gücünü kanıtladı. Daha da ötesi, Dream Team belgeselinde3 John Stockton, herkesin ama herkesin Dream Team oyuncuları ile fotoğraf çektirme merakında olduğunu, rakipler arasında bir tek Drazen Petrovic’in bu yanılsamaya kapılmadığını ve Dream Team karşısında bir şansları olduğunu düşünüp o hırsla oynadığını anlatır (ki mağlubiyeti baştan kabul eden rakipler arasında Sabonis, Marciulionis, Detlef Schrempf gibi yıldız isimler de mevcuttur). Hırvatistan ne gruplarda ne de finalde Dream Team’e 30 sayıdan fazla yaklaşamadı belki, ama rahmetli Petrovic, çok mühim bir direnişe öncülük ediyordu; Dream Team, belki de yenilmez değildi… Yenilemeyen tek şey, medyanın Dream Team’e dair yarattığı illüzyondu..

 

Gerçekten, bu takımların, veya başka bir takımın, Dream Team’i aşmasındaki en başat engel, yani bizim ikinci ana etmenimiz, medyanın ABD’yi yenilmez kılması mıydı peki? İşte burada bir vakaya parmak basmamız yerinde olur: ’92 Olimpiyatları için seçilen kadro, turnuvaya hazırlanırken, koç Daly’nin ve Krzyzewski’nin önerisi doğrultusunda, NCAA’in o vakitlerdeki en iyi genç oyuncularından kurulu bir takımla maç yaptı (sonraki şampiyonalar için belirlenen milli kadrolarda da bu tarz “inner-scrimmage” yani “kendi arasında maç yapma” usulü yinelendi, zira artık kadro belirlemek için yüzlerce adayın katıldığı seçmeler düzenlenmiyordu ve belirlenen profesyonel oyuncuları bir şekilde rekabete sokmak icap ediyordu elbette). Daha sonra NBA’de ve takip eden Dream Team’lerde de boy gösterecek isimlerin de aralarında bulunduğu bu takımda, Grant Hill, Chris Webber, Penny Hardaway, Allan Houston, Eric Montross, Bobby Hurley gibi gençler yer alıyordu (Shaq, Mourning veya Jackson niye yoktu, bilinmez). Bu özel takım, Dream Team ile yaptığı ilk hazırlık maçını 62-54 kazandı4. Dream Team kadrosunun itiraf ettiği gibi, gevşek davranıp rakibi hafife aldıkları için, çocuk yaştaki, fiziksel olarak çok daha geride olan rakiplerine kaybetmişlerdi. Daly böylelikle takımına havaya girmemeleri gerektiğini de öğretiyordu. Ertesi günkü rövanş, farklı şekilde Dream Team lehine sonuçlandı. İki maç arasındaki en büyük fark ise, Jordan’ın ilk maçta kasten çok daha az oynatılmasıydı. Neticede ilk maçta Daly, takımı hazırlamak için, maçı kaybetmeyi seçmişti.

 

Elbette ki bu maçlar, Dream Team’in tam formundaki hali ve Jordan’ın benchte çürütülmediği versiyonu hakkında bir şey ifade etmez; lakin, Dream Team’in de tanrılardan değil, insanlardan müteşekkil olduğunu gösterir bize. Peki, kadroda rakiplerini hakikaten ciddiye alan tek kişi Jordan iken, herhangi başka bir ülke takımının Dream Team’e sorun çıkarması da mümkün olamaz mıydı? Elbette olabilirdi. Fiziksel şartları eşitlersek (ki, eşitlemediğimizde bile ’72 Münih, ’74 Dünya Şampiyonası, ’87 Pan-Amerikan oyunları, ’88 Seul ve ’90 Dünya Şampiyonası gibisinden numuneler, yani ABD açısından sürpriz mağlubiyetler elde edebiliyoruz), geriye sadece kalite, yetenek, zeka, taktik, kazanma hırsı ve rakibe saygı kalır. Rakibe saygıyı abartmaksa, medyanın işidir. Öyle ki, gerek kadro açıklandığında, gerekse de bu takım Olimpiyat elemelerinde eze eze rakiplerini dağıttığında, eli her ülkeye uzanan Amerikan medyası, namağlup olanı yenilmez yaptı ve rakiplerin ABD’ye duyacağı saygıyı büyütüp, adeta bir korku haline getirdi.. O zaman, bu illüzyonu da hesaba dahil edelim: ABD 2 – 1 Dünya.

 

Peki, az evvel değindiğimiz ekol bölünmelerini de ABD lehine yazdığımızda, sonuç ne olacaktır? ABD 3 – 1 Dünya.

 

(Devam edecek)

 

http://archive.fiba.com/pages/eng/fa/event/p/cid//sid/2943/_/1992_Olympic_Games_Tournament_for_Men/index.html

 http://en.wikipedia.org/wiki/Soviet_Union_national_basketball_team

 http://www.youtube.com/watch?v=VtAuq_U7OFE (20:00 ve sonrası)

 http://offthedribble.blogs.nytimes.com/2012/05/09/the-dream-teams-very-bad-day/?_r=0

 

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Son Haberler

AMATÖRCE

Yedigimiz iki gol de olacak iş değil. İlkinde ortada fol yok yumurta yok. Rakibin ne baskısı var ne pozisyonu....

Benzer Konular