ABD’ye son 10 yıldır “Sen ne zamandan beri bana kafa tutar oldun damat?!” dedirtebilen yegane güçtü İspanya. Özellikle 2004 Olimpiyatları’nda grup birincisi olarak yükseldikleri çeyrek finalde, dev bir talihsizlik sonucu grup dördüncülüğüne kadar inmiş olan Iverson’lı Duncan’lı kadroyla eşleşip dramatik bir biçimde elenmeleri onlara öylesi bir hırs aşılamış ki, Olimpiyat Finalleri’nde iki kez (2008, 2012) karşılaşan bu iki ekip, gerek hazırlık maçlarında, gerekse de medya önünde birbirinin canına okudu (iki sene evvel yaşanan Kobe – Rubio atışmasını unutmadık). Lakin İspanya, dibine bucağına kadar sarstığı bu süper devi bir türlü yıkmayı başaramadı. Ve artık, tarihi değiştirmek için başka bir fırsatı kovalıyorlar – şimdiden belirtelim; o şans, muhtemelen hiç gelmeyecek. Vakit geldiii, geçti…
Alışılmış kadrolardan Navarro, Calderon, Marc Gasol, Rubio gibi eşsiz yetenekleri buraya toplamayı başaramayan İspanya, yerlerine Mirotic, Ribas, Aguilar ve Vives gibi isimleri monte ederek ilginç bir yapı oluşturdu. Kadronun gediklilerinden Rudy Fernandez, Sergio Rodriguez (nam-ı diğer S-Rod), Sergio Llull, Felipe Reyes, Claver ve San Emeterio yine rotasyondaki yerlerini alıyorlar, ki bu bile İspanya’yı başlı başına bir tehlike yapmaya yetiyor. Yine de, 2011’de bu isimlerin varlığına ve neticede şampiyon olmalarına karşın, Pau Gasol’ün dinlendirildiği maçta Türkiye karşısında düştükleri aciz hali (son periyotta sadece 2 sayı atabilmişlerdi), sanırım Gasol’ün bu takım için neler ifade ettiğini bir parça olsun kanıtlıyor…
Peki, geriye kalan isimler? Ben evvela, San Emeterio’dan bahsetmek istiyorum. Yıllardır kulüp takımında ortalığa terör estiren bu şahane forvet, milli takımda Rudy – Navarro – Llull çetesinin arkasında bekletilip milli formaya küstürülmüştü. Bu sene Navarro yok, kısa forvet pozisyonu o’na ve Claver – Mirotic ikilisinden en az birine emanet edilecek. Ben olsam, açık alanda bir oyun oynamam gereken her dakikada San Emeterio’yu oyunda tutarım. Zira onunkiler kadar müstesna becerileri çok zor bulurlar, bilhassa da penetrelerdeki deliciliği ve dış şut kabiliyetini hesaba katarsak.
Uzunlara geri dönmek geldi içimden, dönelim. İspanya’nın pırlanta jenerasyonu birer birer yaşlanıp köşesine çekilirken, yeni nesilden yükselen en önemli, hatta belki de (kardeşi hariç) tek büyük yıldız adayı olan pivot Willy Hernangomez, bu yıl kadroya girmeyi başardı. Draft’te kıymeti bilinmeyen Hernangomez, henüz fizik olarak bu seviyede ses getirmeye hazır değil belki, ama pota altında nasıl bir hız, çabukluk, çeviklik ve bitiricilik cevheri barındırdığını hep birlikte göreceğiz. Muhakkak grubun ilerleyen maçlarında güzel “formalite” dakikaları alacaktır…. Alamaz mı yoksa?
Geçelim kısalara. Evet, vakti geldi. Llull – S-Rod – Rudy üçlüsü yine kadroda. Üstelik Rubio ve Calderon yokken, S-Rod takımın ana parçası, başat oyun kurucusu haline gelecek. Yani, umarız Llull bu görevi o’ndan çalmayacak. Llull’ün seyircilere, Rudy’nin de hakeme oynama rutinleri İspanya’ya çok yarar sağlıyor belki, ama burada Llull taraftar desteğini bulamaz. Öte yandan, bu üçlü bu yıl Real Madrid’e Euroleague şampiyonluğu kazandırabildi – yani kimse onları yabana atamaz. Rudy’nin de, Llull’ün de rakibe mebzul miktarda faul problemi yaratacağına zaten eminiz, fakat Rudy son yıllarda dış şutları giderek daha fazla ıskalamaya başladı; S-Rod’un ise, Avrupa’ya döndüğünden beridir ulaştığı süper yıldız seviyesinden, son iki yıldır düşüşe geçtiğini görüyoruz. Bana kalırsa bunun en büyük sebebi, Rudy ve Llull’ün topu o’nun hakimiyetine vermek istememesi. Oysa beklenmedik yerlerden pas çıkarmak konusunda hiçbiri S-Rod’un yarısı kadar bile becerikli olamaz. Pas ve dış şut tehdidi bakımından Jason Kidd’den hallice olan S-Rod, eğer bu takımda sadece topu yarı sahaya getirmekle görevlendirilmez, aksine takımın kumandanlığıyla taçlandırılırsa, İspanya kolaylıkla finale kalır. Bu kadar net. Yoksa, bu üçlünün halihazırdaki en formda ismi olan Llull, yine rol çalmaya başlar (yanlış anlaşılmasın, Llull’e saygım Rudy’ye saygımdan büyüktür ve hep öyle kalacaktır).
Kaldı geriye, yedekler. Abrines bu yıl gelemiyor, dolayısıyla Navarro’dan doğan şut katkısı açığını kapatmak da Ribas’a düşüyor. Ribas’ın da bu rotasyonda yer bulması gerçekten zor, fakat bilhassa el yakan toplar, kritik anlar gibi durumlarda ses getirebileceği nice fırsatı olacaktır elbet. Çünkü emin olabiliriz ki, İspanya’nın tüm yıldızları aynı anda bir duraklama dönemine girebiliyor (bkz. 2014 Dünya Şampiyonası çeyrek finali). Böyle anlarda Ribas’ın da istikrarlı şut katkıları vermesi demek, İspanya’nın kötü şakalardan uzaklaşması anlamına gelecek.
Peki, İspanya ne yapar? Elindeki silahların kıymetini bilip, doğru bir sistemle oynarsa, Rudy ve Llull’ün inisiyatif alıp saçmalamalarına gerek kalmaz, İspanya da güle oynaya yarı finale yükselir. Fakat en ufak bir konsantrasyon kaybı, onların özgüvenini 5-6 basamak aşağı çekeceği için, stresle baş etme becerileri de zarar görecektir ve nice sürprize davetiye çıkaracaklardır. Bana kalırsa Sırbistan’ı yenip İtalya’ya yenilecekler. İtalya’dan daha “takım”lar ama İtalya inanılmaz bir rüzgarı arkasına alıp geliyor. Ah, tabi bu onların gruptan çıkmasına etki etmez. Eğer bizim 4 -5 numara pozisyonunda Gasol’ü durdurabilecek bir Ömer Aşık’ımız olsaydı, belki biz de 2009 ve 2011’den sonra yine üzebilirdik İspanyollar’ı. Ama, grup birinciliğinin en büyük adayını yabana atabilmek için, anti-Gasol’cüleri toplamak lazım evvela…
Tahmin: Grup lideri, en kötü ihtimalle de 2.si olurlar.
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc