https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

HEYSEL’DEN BREXIT’E…

Okunması Gerekenler

Heysel’den Brexit’e…

1917 yılında, kanalın diğer tarafına, Belçika’ya gitmek üzere Manş Denizi’ne açılan İngiliz birlikleri Almanlar’ın kuzey savunmasına öldürücü darbeyi vurmak için Belçika’nın Ieper (Ypres) şehrinde tarihin o güne kadar ki belki de en zayiatlı savaşını yapıyordu. Kimyasal silah olarak hardal gazının ilk kez kullanıldığı bu savaşta 900,000 civarında kişinin öldüğünü tarih kayıtları bildirmektedir.

 

Bugün hala o bölge İngilizler’in akınına uğrar ve her akşam saat 08.00’de, içinde bütün İngiliz zayilerin isimlerinin yazılı olduğu büyük kapının önünde anma töreni yapılır. Tesadüfen bir kez orada bulunmuş ve bu olaya tanıklık etmiş birisi olarak çok etkileyici bir vefa gösterisi olduğunu belirtmeliyim.

 

Bu olaydan 23 yıl sonra Belçika sınırına 20 dakika araba mesafesinde Fransa’nın Dunkerque şehrinin kumsalında 48 saat boyunca Naziler tarafından kapana kısılmış şekilde ölümü bekleyen 400,000 İngiliz askerinin hikâyesi ise filmlere konu olacak şekilde trajiktir. Hitler’in İngilizler ile anlaşırım ve Rusya’ya saldırırım umudu ile beklediği bu 48 saat, kendi sonunu getirmiş ve karşı kıyıdan gelen balıkçı tekneleri, gezi yatları, askeri botlar yani İngiltere’ye ait yüzebilen aklınıza gelen her vasıta ile tahliye edilen askerler 60,000 kayba rağmen ülkelerine dönmüş; Naziler’e karşı savaşa devam etmiştir. Bugün gittiğinizde Belçika’ya da karışmış o büyük kumsallar yaşanan trajedinin anıları ile doludur.

 

Ve son olarak 1985 yılının 29 Mayıs günü yani Dunkerque’den 45 sene sonra, İngilizler, bu defa karşı kıyıya Brüksel’deki Liverpool-Juventus Avrupa Kupası Finali’ne giderken akıllarında yine savaşmak vardı. Bir sene önce 1984 finali Roma’da oynanmış, Liverpool-Roma maçı öncesi İtalyanlar’dan sağlam bir sopa yiyen İngilizler, Brüksel’i iple çeker olmuştu. İşin içine milliyetçilik damarı da girince sadece Liverpool değil diğer takım taraftarları da maça (savaşa) gelmek için Manş’ın öteki yakasına geçiyordu.

 

Stadın bir kale arkasını tamamen İtalyanlar’a, diğer kale arkasının 2/3’ünü İngilizler’e ayıran Belçikalılar, tarihi hatayı kalan 1/3’ünü tarafsızlara satarak yapıyordu çünkü o biletleri İtalyanlar almıştı.

 

Maç öncesi, Heysel Stadı çevresinde yaşanacakların bir provası yapılmış ama Belçika polisi bunun içeriye taşınacağını düşünememişti. Öyle büyük ihmal vardı ki, iki tarafı ayıran bariyerlere sadece 5 polis koymuşlar, bütün güçlerini maç öncesi ve sonrası stat dışında çıkması muhtemel olaylar için bekletme kararı almışlardı.

 

Bir diğer sıkıntılı konu ise 50,000 kişi kapasiteli 1920 yapımı bu eski stada 10,000 sahte bilet satılıp tam 60,000 kişi alınmasına polisin göz yumması idi. Sonradan müfettişlerin hazırladığı raporda ortaya çıkıyordu ki Belçika polisi dışarıda kalıp olay çıkarmalarından korktuğu için herkesi içeri almayı tercih etmişti. Çünkü içeride maç seyrederler ve olay çıkarmazlar diye düşünme gafletinde bulunmuştu.

 

Saat 19.00 gibi başlayan sataşmalar, bir saat içinde taşlı ve yabancı maddeli kavgaya dönüşüyor, kaçmak isteyen İtalyanlar tribünün arkasındaki duvara tırmanmak isterken duvarın yıkılması sonucu yıkıntının altında kalarak ya da tel örgülere sıkışarak izdiham sebebiyle ölüyordu. Bilanço 38 İtalyan ve 1 Belçikalı ölü idi.

 

Aslına bakarsanız nereden tutsanız elinizde kalacak bir ihmal ve skandal gecesiydi. Bu yaşananlar yapıldığından beri bir tek çivi bile çakılmamış, duvarları iskambil kâğıdı direncinde kalmış bir stadyuma itirazlara ve güvensiz raporlarına rağmen verilen bir final ve trajik sonuçlarıydı. Maçtan önce Liverpool tarafı, yaşanacakları tahmin edercesine, bu maçın Heysel’de oynanmasına itiraz etmiş ama UEFA reddetmişti.

 

Tadilata girecek Heysel Stadı kapanmadan son bir final oynatalım da kapatalım demişlerdi ama bu karar Avrupa’nın başkentinde 39 insanın hayatının perdesini kapatıyordu.

 

Bu olaydan sonra Belçika emniyeti ve futbol federasyonundan bazı kişiler ceza aldılar ama asıl önemlisi raporların çıkmasını beklemeden Margaret Thatcher’ın suçu kabullenmesi oldu. Demir Leydi, takımlarını bundan böyle süresiz olarak Avrupa’ya göndermeyeceğini kamuoyuna bildirdi. Bunun üzerine İngiliz takımları 5, Liverpool ise 6 yıl ceza aldı. İşin ilginç yanı ise Avrupa Kupaları’na döndükleri ilk yıl Man.Utd ile 1991 yılında Kupa Galipleri Kupası’nı aldılar, bir sene önce de milli takımları ile Dünya Kupası’nda dördüncü olma başarısını gösterdiler.

 

Heysel Faciası’ndan sonra daha büyüğü 1989’da Sheffield’da yine Liverpool taraftarlarının karıştığı ve 96 kişinin ölümü ile sonuçlanan Hillsborough Faciası ile yaşandı; İngiltere daha radikal tedbirler ile evini temizleme kararı aldı. Kale arkalarına da koltuk zorunluluğu getirildi (her şeye rağmen bu kurala en son uyan kale arkası Liverpool’un efsanevi tribünü KOP’tur, 1994’te koltuklanmıştır), tel örgüler kaldırıldı, güvenlik kameraları artırıldı, stadyum merdivenlerinden sonra alkol tüketimi yasaklandı ve seyirci profilini değiştirmek için bilet fiyatları yükseltildi.

 

Bugün İngiltere’de taraftarlar holigan dahi olsa fiske vurmayı aklından bile geçiremez çünkü cezası çok ağırdır. Uluslararası maçlarda hala geçmiş sabıkaları peşlerini bırakmaz ve olaysız turnuvaları yoktur ama yine de eskisi gibi değildir. Ceza sistemi otokontrolü had safhaya ulaştırmıştır.

 

Bu iyileşmede, futboldan nemalanmayı asla düşünmeyen bir kadın yönetici olan Thatcher’ın rolü büyüktür. Futbolun sosyal yapıdaki rolünün önemini bilen ve bunu oy fırsatçılığına çeviren erkek siyasetçiler bunu yapabilir miydi? Hiç sanmıyorum.

 

Peki, Heysel’deki maç ne oldu diyenler olabilir. Maç seyircisiz olarak oynandı ve Platini’nin penaltı golü ile Juventus kupayı kazandı. Pek çok insan için bu sonuç ilahi adaletin tecellisiydi ama Liverpool’lu futbolcular olaylara tepki koyup maça çıkmak istemeyecek kadar sorumlu davranmışlar ve UEFA’nın telkini ile çıkmışlardı. Yıllar sonra Liverpool sol beki Alan Hansen, o maçla ilgili beyninde hiçbir anı olmadığını, boşluk olduğunu çünkü şok ve üzüntüden nasıl sahaya çıktıklarını bile hatırlamadığını söyleyecekti.

 

Bu satırların yazarı ise 7 yaşında Liverpool taraftarı bir çocuk olarak ailesinden aldığı özel izinle siyah beyaz ekran başına geçmiş ama olaylar yüzünden maçın gecikmesi sebebi ile sükûtu hayal ile maçı izleyemeden yatağın yolunu tutmuş ve futbolun aynen hayata benzeyen bu acımasız yüzü ile o yaşta tanışmak zorunda kalmıştı.

 

Heysel ve onun gibi faciaların tekrarlanmaması dileğiyle diye bitirdiğim yazımı bundan 2 sene önce Heysel Faciası’nda ölenleri ve toprağı bol olsun Demir Leydi Thatcher’ı yad etmek için yazmıştım. Tekrar yayınlamak nereden aklına geldi diye soracak olursanız göz yaşları içinde istifa etmek zorunda kalan Theresa May’i görünce aklıma geldiğini belirtmeliyim.

 

Aradan geçen 34 sene içinde hayatın evrildiği noktayı da göstermesi açısından önemliydi. 1985 yılında, Falkland Savaşı’ndan güçlenerek çıkmış ve gücünün doruğunda yer alan Thatcher’ın masaya yumruğu vurup ülkesini bir aynanın karşısına oturtmasına tanıklık ettik. Oto kontrol dediğimiz mekanizmayı çalıştıran Demir Leydi, biz adam oluncaya kadar Avrupa sahnesi bizim neyimize diyerek kestirip atıyordu. Aynaya bakarak defolarını gören İngilizlerin nasıl daha güçlü döndüklerini, aradan geçen zamanda bu güç oyununun neresine konumlandıklarına canlı şahitlik ediyoruz.

 

O gün kendi göbeğini kesip Avrupa’yı terk eden İngilizler, bugün iki finale dört takım gönderiyor, yayın haklarında uçup gidiyor ve kulüp futbolunu tek kelime ile domine ediyorlar. İnsanın kendi ile baş başa kalması, aynaya bakması ve hatalarından ders çıkararak doğrularını tekrar inşa etmesi uzun vadede ona bu izolasyon ile kaybettiklerini geri getirmesi açısından önem arz ediyor ve bu durum ülkeler ve kurumlar için de geçerlidir diyebiliyoruz.

 

Bunun ışığında bugüne bakıp, referandum sonucunda AB’den ayrılmak isteyen ülkesini ısrarla yumuşak geçişle topluluktan çıkarma(ma)ya çalışan ve sürekli yan yolları zorlayan ve bu zorlamaları sonucunda istifa etmek zorunda kalan ülke tarihinin ikinci kadın başbakanı May’in yaptıklarını Thatcher görse ne derdi diye de sormuyor değilim.

 

Unutmamak gerekir ki her ayrılık bir veda değil, daha güçlü dönebilmek için verilen bir ara da olabilir…

Bazen geçmişte yaşanan bir facia bugünün yolunu aydınlatan bir ışık da olabilir.

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

Son Haberler

EUROLEAGUE’İN YENİ YÜZÜ, YÜKSELEN DEĞERİ PARİS BASKETBOL

Geçen sezonun EuroCup şampiyonu Paris Basketbol, ilk Euroleague sezonunda ne yapacak herkesce soru işareti idi. T.J. Shorts gibi çok kısa...

Benzer Konular