Yayıncı kuruluş ekranının sol üst köşesi gibi derbiye kalan zamanı saydığımız şu saatlerde, ezeli rakip iki takım taraftarlarınca mutabık olunan belki de yegane konu; Galatasaray-Fenerbahçe derbilerinin son yıllarda oyun anlamında izleyenleri tatmin etmediği olabilir. Üstelik bu iki takımın son 15 randevusunda, topun üç kale direğinden içeri sadece 20 kez girdiğine şahit olduğumuzu da göz önünde bulundurursak, bu teori daha da güçleniyor. Rekabetin son yıllarda git gide kısırlaştırılmasının ve sıkıcı hale getirilmesinin sebebinin, her maç önü manasız tartışmalarla saha dışına taşıyan idareciler, bunu kamuoyunda alevlendiren ve kızıştıran medya ve onlara fevkalade bir biçimde ayak uyduran futbolcular ve taraftarlar olduğunu, kısacası “futbolun neredeyse tüm paydaşları” olduğunu kabul edelim. Bu maçları her ne şekilde olursa olsun kazanmak her şeyi kazanmak, kaybetmek ise bir büyük yıkım olarak tarif ediliyor.
Ancak, çok sevdiğim futbol yorumcusu Cem Dizdar ağabeyin, harikulade bir biçimde ifade ettiği üzere, belki de bizler bir yerlerde kazanmayı yanlış tarif ediyoruz.
En gür sesle anlatılan, hatta hayalkırıklığı ile biten bazı sezonların bile tek tesellisi olan, “20 yıldır Fenerbahçe’nin evinde derbi kaybetmeme serisi” aynı zamanda Galatasaray’ın 2 kez Kadıköy’de bu maçları kazanamadığı ama aynı zamanda kaybetmediği için de şampiyonluk öyküsü yazdığı ve rakibinin evinde kutladığı finallere de sahne oldu. Yahut aynı coşkuyla ifade edilen 6-0 gibi masalsı bir skorla kazanılan maçın devamında, o maçın belki de sezonun tüm sevinçlerini topladığı, geriye sadece negatif değerlerin kaldığı bir yıl olarak hatırlanmaya devam ediliyor.
3 puanlı sisteme geçilen 1987-1988 sezonundan bu yana, Galatasaray’ın ligde rakibine içeride dışarıda kaybettiği tam 6 sezon var ve sadece bir tanesi; yani 2006/2007 sezonu, Fenerbahçe’nin şampiyonluğu ile taçlanmış. Üstelik yine bu altı sezon içerisinde yer alan 1996/1997 ve 2005/2006 sezonlarında ise, her iki maçı da kazanan Fenerbahçe olurken, şampiyonluk turunu atan Galatasaray olmuş. Şimdi burada hangi kazanımdan bahsetmek daha anlamlı, tartışılması gereken bu!
Diğer tarafa baktığımızda da başta bahsettiğim 87/88 sezonundan bugüne geçen 32 sezonun 15’inde adını zirveye yazan Galatasaray’ın, ezeli rakibine karşı duble yapma sevincini yaşadığı tek sezonda da şampiyonluk yaşayamaması son derece ironik değil mi? (1990/1991)
Kıtalararası Derbi, Yerli El-Classico gibi sıfatlarla anlam katmaya çalıştığımız, tadı gün geçtikçe azalan Galatasaray-Fenerbahçe derbilerinin, yerel olarak elimizde kalan en büyük marka olduğunu kabul etmekle beraber şunu anlatmaya çalışıyorum;
Evet derbiyi kazanmak çok güzel ve önemli, ömrü de en fazla birkaç gün süren bir keyif. Rakip takım taraftarı dostları kızdırdığımız, takımımızla gururlandığımız, mutlu olduğumuz anlardan sadece bir tanesi daha oluyor ama hepsi bu. Sezonun öyküsünü mutlu sonla tamamlamanın, mevcut ekonomik gereklilikleri de düşündüğümüzde çok daha fazla önem arz ettiğine inanıyorum. Bu mutlu sonun da salt şampiyonlukla kalmaması; geliştirilen oyuncu eğitim sistemleri, altyapıdan oyuna dahil edilmiş gençlerle, sürdürülebilir bir ekonomi yapısı ve yurtdışına oyuncu ihracatı ile taçlandırılması benim adıma kazanmanın en güzel tarifidir.
Bu kadar uzun boylu bir tarife uymanın günümüz Türkiye’sinin genetik kodlarına aykırı olduğunu biliyorum. O yüzden bu cumartesi gönül verdiğim takım kadar futbolumuz da kazansın istiyorum.
Bir kez daha kaos kazanacağına…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: arcanumut.dagezen@abcspor.com
twitter: @arcanumut