ELBET BİR GÜN…
Beşiktaş camiası için geçtiğimiz hafta Göztepe deplasmanından sonraki halet-i ruhiye çok kötüydü. Sivasspor mağlubiyetinden sonra hakemlerin de doğraması sonucu gelen üst üste ikinci mağlubiyet, yarıştan ciddi anlamda uzak düşülmesi sonucunu getirdi ve doğal olarak yönetimden takıma ve taraftara kadar herkesin moralinin çökmesine neden oldu. Böyle dibe vurulmuş bir vaziyetteyken, çok değil sadece 4 gün sonra bir hafta içi günü Dolmabahçe’ye 30 bine yakın taraftarın adeta bir şampiyonluk kutlarcasına akın etmesini sağlayabilecek tek bir isim vardı: Beşiktaş’ın gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcusu, içinde bulunduğum jenerasyonun unutulmaz efsanesi Sergen Yalçın…
Gençlik yıllarımda senelerce tribünden büyük hayranlıkla izlediğim, posterleri odamın duvarlarını süsleyen efsanemizin Beşiktaş’ın Teknik Direktörü unvanını taşıması şahsen beni çok duygulandırdı. Daha önce başka bir takımı çalıştırırken zaten söylemişti Sergen; “elbet bir gün kavuşacağız” diye. İşte o gün gelmiş çatmıştı ve eskisi gibi meşalelerle özlediğimiz muhteşem atmosferin yaratıldığı -tabii ki benim de içinde yer aldığım- harika bir tören ile Sergen Yalçın yuvasına döndü.
Bu müthiş hava değişimi ile büyük beklentilere girdiğimiz, şampiyonluk iddialarını dile getireceğimiz yanılgısına düşülmemeli elbette. Sergen Yalçın yuvaya döndü, ama bu sezon için maalesef biraz geç kalındı. Sivasspor maçına kadar sabredilmesini ve desteklenmesini savunduğum Abdullah Avcı’nın uzun vade beklenmedikçe başarılı olamayacağı artık netleştiğinde, maalesef sadece lig yarışında çok geriye düşülmemiş, aynı zamanda Avrupa ve Kupa kulvarlarından da elenmişti Beşiktaş. Dolayısıyla birçok eksiği olan ve özgüven anlamında çok geriye düşen bir takımda Sergen Yalçın’ın bu sezon için yapabilecekleri sınırlıydı. Sadece 3 idman sonrasında ilk lig maçına çıktı yeni hocamız. Sahaya çıkacak kadroyu gören sosyal medyadaki bazı aklıevvel arkadaşların “eee kadro da aynı, ne değişti ki Sergen gelince!” şeklindeki sığ yorumlarını okuduk maçtan önce bol bol.
Oysa zaten pek bir seçeneği yoktu ki hocanın, sol bekte sözleşme sorunları çözülemeyen Rebocho yönetim talimatıyla kadro dışıydı, genç sol bekimiz Rıdvan ise Genç milli takımdaydı. Haliyle Caner o bölgede tek alternatif kalmıştı. Defansın geri kalanı ve öndeki Atiba-Elneny ikilisi de alternatifsizdi. İleride de maç temposuna sahip isimler tercih edildi. Ama önemli olan kimlerin oynadığından ziyade, oyun anlayışındaki değişikliklerdi. Örneğin Adem Ljajic’in geçen sezon hücum organizasyonlarında herkesi mest eden bir haldeyken, Avcı dönemindeki sistemde adeta futbolculuğunu unutmuş halini görmüştük. Ama Rize deplasmanında eski Ljajic’ten esintiler gördük.
Atılan iki gol de sezon başından beri özlemini çektiğimiz ve hiç göremediğimiz hücum organizasyonlarıyla gelirken başrolde Adem Ljajic vardı. Göbekten kısa ve seri paslar ve verkaçlarla ceza sahasına inilen ataklar, bunlara hasret kalan biz Beşiktaşlılar için göz yaşartıcı cinstendi! Tabii bu organize akınlar yeteri kadar fazla yapılamadı, ama beceri gösterilen iki tanesini Burak ve Gökhan Gönül çok güzel bitirdiler. Gollerin öncesinde de Ljajic ve Atiba’nın pasları alkışa değerdi.
Sadece Ljajic’in değil, kanatlarda N’Koudou ve Diaby’nin de önceki maçlardan farklı olarak çizgiye hapsolmadıklarını, sık sık içeri kat ettiklerini gördük. Devamlı amaçsız orta bombardımanından ibaret bir hücum anlayışı yoktu bugün sahada, en güzel gelişme de buydu.
Maçı kısaca özetlersek; Burak’ın attığı ilk golün ardından birkaç dakika geçmişken gelen Rizespor golü klasik bir Karius beceriksizliğiydi. Artık bu adamın aklının Beşiktaş’ta olmadığına, çözemediği psikolojik problemleri olduğuna emin olmuş durumdayım. Yenen golde çıkmaması, çıktıysa da o topu kesinlikle yumruklaması gerekiyordu. Her ikisini de yapmadı, tek yaptığı ona güvenen Vida’yı şaşırtmak oldu ve adeta boşalttığı kalesine hiç yoktan bir gol var ederek rakibine armağan etti. Bu gol yenmeseydi önde olmanın avantajıyla belki daha rahat bir maç geçirebilirdi Siyah-Beyazlılar, zira ilk yarıda bu basit hata dışında hemen hemen hiç pozisyon vermemiş, top göstermemişti rakibine.
Ancak ikinci yarıda evsahibi takım biraz daha önde oynadı, net pozisyonlar pek bulamasalar bile Beşiktaş’ın da yeterince kontraatağa çıkabildiğini göremedik. Ancak galibiyet golünde aylardır bıkkınlık veren şekilde topu çizgiye atıp Caner’in içeriye doldurmasını beklemek yerine, Ljajic ve Burak’ın şahane bir uyumla göbekten verkaç yaparak ceza sahasına girmeyi tercih etmeleri, sağda Gökhan Gönül’ün demarke bir şekilde topla buluşmasını mümkün kıldı. Gökhan’ın çatala giden mükemmel gol vuruşu da 3 puanı getirdi Beşiktaş’a.
Gökhan Gönül bu takımın Atiba ile beraber ayakta alkışlanacak iki oyuncusundan biri gerçekten, iyi ki gelmiş Beşiktaş’a, iyi ki kendisine çok yakışan bu formayı giymiş.
Gözbebeğimiz Sergen hocamızın önünde bu sezon için büyük hedefler olmasa da, gelecek sezon gelmesini umduğumuz güzel günlerin başlangıcı olması açısından önemli bir gündü ve bu başlangıç sınavından alnının akıyla çıktı. Şimdi Beşiktaş yönetimine düşen, camiayı bütünleştiren hocasının rahat bir kafayla çalışabilmesi için tüm koşulları sağlamak ve taraftarının tam desteğini arkasına almak için Beşiktaş’ın haklarını “hakkıyla” savunmaktır. Bunun ilk yolu da tartışmasız şekilde kural hatasının gerçekleştiği Göztepe maçının tekrarlanması için ne gerekiyorsa yapmaktan geçiyor…
mail: olcay.nurlu@abcspor.com
twitter: @olcynrlu