https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

“UZM. PSK. MELDA YAKUPOĞLU İLE SPORDA DUYGU KONTROLÜNÜN ÖNEMİ”

Okunması Gerekenler

KAAN ILHAN

2015 yılından beri spor psikolojisi adına birçok röportaj gerçekleştirdim ve o röportajlarımın devamı niteliğinde bu kez sevgili Uzman Klinik Psikolog Melda Yakupoğlu’yla çok önemli bir röportajı geçtiğimiz günlerde hayata geçirdik. Kendisine ilgisinden ve misafirperverliğinden ötürü bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum.

Bu röportajım için bana referans olan sevgili ve değerli hocam Melda Orhan Çelik’e (solda) de ayrıca teşekkürlerimi ve şükranlarımı iletiyorum.

13820484_1627514990910418_1817979932_n

Gelin şimdi röportajımızın detaylarına bakalım:

Öncelikle Melda Yakupoğlu kimdir? Bizlere kendinizi tanıtır mısınız?

2009 yılından beri alanda aktif olarak çalışan bir uzmanım, asıl uzmanlığım klinik psikoloji üzerine olsa da spor psikolojisi ile de ilgilenmekteyim. Yıllardır bir çok meslek grubundan binlerce vaka takip ettim tabi bunun içinde sporcularda vardı. Genel olarak vakalarım psikiyatri sonrası, tanı alan psikiyatrik durumlar, psikopatolojik durumlar olsa da sporcularda bu tarz görülen vakalarla da ilgilendim. Şu anda özel bir hastanede çalışmalarımı sürdürüyorum, yazılı ve görsel basında yer alıp kişisel soruları cevaplıyorum. Hakkımda ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz www.meldayakupoglu.com kisisel web sitemden de bana ulaşılabilir.

Özellikle spor alanında çokça karşılaştığımız bir durum olan stres ile sohbetimize giriş yapmak istiyorum. Stres nedir?

Stres, bizim diğer duygularımız gibi bir duygudur. İnsanlar birtakım şeyler hissederler mesela mutluluk, üzüntü, korku, kaygı gibi… Streste vücudumuzda oluşan bir duygudur. Bazı duygularımız olumludur, bazıları olumsuzdur, hatta bazıları da duruma göre değişkenlik gösterir. Bazen olumlu, bazen olumsuz olan duygularımız vardır. Streste insanların her zaman bildiği gibi olumsuz bir duygu değildir. Değişkenlik gösteren bir duygudur. Stres yaşam içerisinde birçok yerde görülebilir, olumlu da olabilir, olumsuzda olabilir. Bazen bir insanın yaşamında olan güzel şeylerden de strese girebilir, örneğin iş değişikliği, evlilik, çocuk sahibi olmak gibi… Bir şeyi çok fazla ümit etmesi bile ona stres getirebilir. Her zaman stres olumsuz değildir, olumlu olaylarda da insan stres hissedebilir. Bu sebeple biz hem olumlu stresimizi kontrol edebilmeyi hem de olumsuz stresimizi yönetebilmeyi öğrenmeliyiz.

Spor psikolojisi üzerinden devam edecek olursak sporcular kazandıkları zamanda da bunun stresini hissedebilirler, kaybettikleri zamanda da stres hissedebilirler. “Kaybedersem ne olacak? Kazandığım zaman bununla nasıl baş edeceğim?” gibi düşünceler sonrasında da baş edebilmek gerekir.

Bir psikolog olarak ‘stresin aşılması’ için kullandığınız yöntemler nelerdir?

Genel olarak şema terapi, bilişsel davranışsal terapiler gibi yurt dışı ülkelerin desteklediği özellikle Amerika’nın desteklemiş olduğu terapi yöntemleri var. Aşabilmek için düşüncelerle çalışmak etkili olacaktır. Bu noktada stres bir duygu ve bizim duygularımızı ortaya çıkartan bir takım düşünceler var. İlk olarak bizim o düşünceleri değiştiriyor olmamız gerekiyor. Sporcuların bir takım çarpık düşünceleri var, çarpık düşünce hataları var o düşünce hatalarını değiştirmeye yöneliyoruz bu metotlarla ve duyguyu da bu noktada değiştirerek daha olumlu duyguların hissedilmesini sağlayabiliyoruz.

Çarpık düşüncelerden kast ettiğiniz neler?

Örneğin Mükemmeliyet Beklentisi… Bu bir çarpık düşüncedir. Sürekli programlı çalışmaya adapte oldukları için sporcular, bunun getirmiş olduğu bir takım sıkıntılar yaşanabiliyor. Mesela bir sporcu sabah kalktığı zaman bütün gün yapacağı programını önüne koyduğunda, kahvaltıda şunu yiyeceğim, arkasından şu egzersizleri yapacağım, uyku saatim bu olacak vs vs.. Bunların hepsi gün içerisinde yapılmalı düşüncesi yeterince baskı oluşturabilecek bir düşünce şeklidir ve bu düşünce şekli sürekli olduğunda, 1. gün, 2. gün, 3. gün bütün programlar kafalarından geçtiğinde, zaten otomatik olarak strese giriyorlar. Dolayısıyla bunların hiçbirini yapmak istemeyebiliyorlar çünkü yapmaları gereken programları gözlerinde büyütüyorlar. Bir çok çarpık düşünce olsa da mükemmelliyetçilik beklentisi çarpık düşüncesini bu şekilde özetleyebiliriz.

Peki, bir sporcunun bu ritüelde olması gerekmez mi?

Gerekiyor fikri mükemmeliyetçilik fiiline ‘meli’ ‘malı’ yani lazımcı bakış açısı getirir. Dolayısıyla buna gerekiyor diye bakıldığı zaman zaten bu otomatik olarak bir baskı, kaygı ve stres yaratıyor. Yani sporcu programını böyle gördüğü zaman çarpık düşünce ortaya çıkıyor. Baskı ve stres çıktıktan sonrada bizim vücutsal bir tepkimiz oluyor. Bu vücutsal tepkide bazen kalp atışlarının hızlanması, nefes alıp vermede değişiklikler, el ayak titremesi ateş basmaları… O anda iştahta bile değişiklikler olabilir. Psikolojik açlık diye bir durum ortaya çıkabiliyor. Psikolojik açlık çıkınca da uyulması gereken diyet listelerine uyamama gibi sorunlarda ortaya çıkabiliyor.

Çarpık düşünceden arındırmak için neler yapıyorsunuz?

‘Meli’, ‘malı’ yerine “bunu yaparsam benim için daha iyi olacak” diyebilmek… “Ben sporcu olarak programımdaki rutini tamamlayabilirsem benim için daha iyi olacak”.. Bu düşüncelerin üzerlerinde otomatikleşmesini sağlıyorum. Bunu bir baskı olarak gördüğü zaman zaten programlarını tamamlayamıyorlar daha büyük kaygı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bizim istediğimiz şey bu düşünceler yerine daha mantıklı düşüncelerin oluşturulması. İyi olacak düşüncesinin farkındalığını kazandırıyorum. Eski düşüncelerinin aslında onun hayatını ne kadar bozduğunu ve bunun yerine mantıklısını koyması gerektiğini söylüyorum. Onu yaşarken kendisi göremiyor ama dışardan profesyonel bir görüş o düşüncenin kişinin yaşamını ne kadar çok bozduğunu anlatabiliyor.

Bu düşünce sisteminin handikapları var mı?

Maalesef var. İnsanlar kendi düşünce hatalarına %100 doğruları gibi inanıyorlar. Yani burada bir hata olduğuna inanmıyor ki bu düşünceyi değiştirebilsin. İnsanların birçok çarpık düşünceleri var ve bu çarpık düşüncelerinin ne olduğunu bulmaya çalışmak ve yerine mantıklı düşünceleri koymak benim yaptığım, çalıştığım sistemdir.

Sporcularda çok karşılaşılan bir durum olan ‘erteleme’. Bu durum için neler söylersiniz?

Erteleme, bir şeyleri bugün değil yarın yaparım, yarın tamamlarım gibi aslında hemen şu an anda kalarak yapabilecekken ötelemektir. Bu biraz daha tükenmişlik sendromu yaşamış sporcularda görülüyor olabilir.

Tükenmişlik Sendromu nedir? Sporcular üzerinde nasıl bir etkiyle karşılaşıyor?

İnsanların bir anda yaşamdan aldıkları keyfi artık eskisi kadar haz verici şekilde alamama durumudur. Burada aslında çok ince bir sınır var… Bu durum biraz daha ilerlediği zaman ‘depresyon’ olabilir. Sporcular çok fazla egzersiz yaptıkları zamanda, ağır antrenman sonucunda yaşamlarında birçok şeyi kısıtlayabiliyorlar. Yaşamlarında birçok şeyi kısıtladıkları zamanda hayata dair tat alacak ödüllerden kendilerini mahrum bırakıyorlar, o ödüller azalıyor. Ödüller azaldığı zamanda otomatik olarak zaten bu süreç tükenmişlik sendromuna gidiyor.

Tükenmişlik sendromu; insanların hayatlarında, bir şeyleri o anda tamamlamayıp motivasyon eksikliğiyle ertelemelerine neden oluyor. Erteleyen sporcularda başarısız oluyor.

Kişi neden böyle bir duruma girer?

Bazen sebebe bağlı olabiliyor, ilişki stresleri, ailevi durumlar, travmatik olaylar gibi bazen de ortada hiçbir sebep ve sıkıntı yokken de kişi tükenmişlik sendromuna girebiliyor.

Hep sporcular üzerinden sordum birazda antrenörlere gelmek istiyorum. Ülkemizdeki antrenörlerde nasıl bir hata gözlemliyorsunuz?

Antrenörlerimiz takımlarında mükemmeliyetçiliği bekliyor. Herkesin hayatta göstermiş olduğu belli bir takım performanslar var. Kendini göstermiş olduğu performansları bir başkasından beklemeye başladığı zamanda, karşı tarafın kapasitesi belli bir yer kadarsa ama çok fazla şey bekleniyorsa burada bir anlaşmazlık ve uyuşmazlık çıkacaktır. Herkesin kapasitesinin ne kadar olduğunun farkına varılmalı. Şu da olabilir kapasite vardır bunu kullanamıyordur ya da kapasitesi yoktur ama çok fazla şey bekleniyordur kendisinden. Dolayısıyla buralarda kişiler doğru, yansız ve tarafsız bir şekilde değerlendirilip kapasitesinin ölçülmesi lazım.

Egzersiz programları verilirken de dikkat edilmelidir. Bu programları yapabilecek tamamlayabilecek düzeyde olmalı, tamamlayamayacak düzeyde olmamalı. Böyle bir şey olursa o zaman karşı tarafta öfke ve sıkıntı yaratıyor. Sonra bu öfke maç esnasında bile ortaya çıkabiliyor. Yani taraftarın bir lafında, oyuncular arasında olan herhangi bir şeyden çatışma çıkabiliyor. Aslında o çatışmaların hepsinin altında yatan farklı faktörler var. Bu derin faktörleri bizim incelememiz gerekiyor. Bir anda kimse öyle öfkelenmiyor… Geçmişin birikimiyle orada bir anda duygusal patlama gerçekleşiyor. Yoksa kimse takım arkadaşının atmış olduğu bir bakıştan veya yanlış attığı pas yüzünden tartışmıyor.

Türkiye’deki antrenörlük figürü için neler söylersiniz? Psikoloji eğitimleri alması gerekiyor mu antrenörlerimizin? Ve antrenör oyuncuyla arasındaki ilişkiyi nasıl inşa etmeli?

Öncelikle ilk sorudan başlayalım. Türkiye’deki antrenörlük figürü ‘otorite’ merkezli. Burada o kadar çok karışık şeyler devreye giriyor ki kimi insan kendisine gerçek manada yol gösteren ciddi bir otorite figüründe hoşlanıyor, kimisi biraz daha demokratik, kendi fikirlerini söyleyebilecek, ortada uzlaşabilecek figür arayışında olabiliyor. Kimi oyuncuda benim üstümde bir baskı oluşturmasın ben kendi sorumluluğumu gerçek anlamda kendim tamamlayabilirim diyecek figür arıyor. Yani bunu çocukluk yaşantılarına bakarak öğrenebiliriz. Şu şekilde düşünürsek anne ve babaların yetiştirme tarzları ileri yaşlarda kurulan ilişkilerle birebir örtüşmektedir. Ona bakmak gerekiyor. Bazen çocuklar demokratik bir aile içerisinde yetişirken, bazen çok fazla otorite figürünün baskın olduğu bir ailede yetişebilir. Çocuklukta yaşanan her şey, futbolda veya diğer spor dallarında da antrenör duruşuyla çok bağlantılıdır. Orada ikili arasında elektriğin olup olmaması bu kontağın tutup tutmaması bile onların çocukluk yaşlarındaki dinamiklere bağlı olabiliyor. Antrenörlerin bu durumları anlayabilmeleri için mutlaka psikolojik bilgeye sahip olması hatta eğer mümkünse bireysel olarak tek tek görüşmeler yapıp ve bunu spor psikoloğuyla paylaşmalıdır. Ciddi bir terapi şekliyle yapması gerekiyor. Günümüzdeki artık her ailenin psikoloğunun olması gerekiyor. Yurt dışında sistem çünkü bu şekilde yürüyor. Her ailenin bir psikoloğu oluyor ve gerçekten çocukluktan itibaren bir süreçten geçiyorlar. Herkes bu şekilde destek alırken göz önünde olan insanların daha çok desteğe ihtiyaçları var. Özellikle futbolcular göz önünde olan insanlar ve diğer insanlar bile bu desteği alırken onların almaması kabul edilmemelidir.

Her ailenin bir psikoloğu olması gerektiğini söylediniz. Ancak toplumumuzda psikoloji kavramına karşı bir ön yargı var. Bu ön yargının kırılması için neler söylersiniz?

Maalesef böyle bir ön yargı var. Psikoloğa gidenin tabiri caizse deli olduğu düşünülüyor. O yüzden insanlarda kendilerine şöyle söylüyorlar, “Ben deli miyim? Neden psikoloğa gidiyorum? Benim bir ihtiyacım yok?”  Hatta güçsüzlük ve zayıflık göstergesi olarak görülüyor. Bu ön yargının kırılması için şunu söyleyebilirim; ‘güçlü insan demek kendi zayıf yönlerinin farkına varan ve bu zayıf yönlerini nasıl geliştirebileceğini bilen insan demektir’ O yüzden de kendi kusurlarının, hatalarının farkına varmak, ben mükemmelim düşüncesinden kurtulmaktır. Bunu fark ederse zaten aslında bunu nasıl değiştirebileceğini bilecek ve bunun içinde çaba sarf edecektir. Bu ön yargıları kırması gerekiyor insanların.

Peki spesifik olarak futbolcular üzerinden sormak istiyorum. Profesyonel gözlerin her zaman hatayı görebileceğini söylemiştiniz. Futbolcularda ne gibi eksiklikler gözlemliyorsunuz?

Genelde sorunların altındaki dinamikleri görebiliyoruz. Mesela üzerinde durduğumuz seyirci baskısı, stres yönetimi… Genelde dikkat ve takım içerisinde oryantasyon problemleri var. İletişimle ilgili eksiklikler, bunları organize edememe gibi problemleri gözlemleyebiliyorum

Dikkat ve spor birbirleriyle o kadar iç içeki dikkat eksiliği ve hiperaktivide sorunlarıyla karşılaştığımızda çocukları hemen spora yönlendiriyoruz. Çünkü o çocuğun hem deşarj olmasını sağlıyor hem de takım içerisinde o kurallara uymayı disipline olmayı öğreniyor. Bazen dikkati yetersiz kişilerden de sporcular çıkabiliyor. O yüzdende bu ikisi arasında çokça bir bağlantı var.

Kronaksi zamanını sormak istiyorum. Bu tanımlamayı bana öğreten sevgili Kaya Çilingiroğlu’dur. Kaya abi sporcular üzerinde bu algılama sürecinin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmişti ve çok da olumlu feedbacklar almıştık. Kronaksi zamanı için neler söylersiniz?

Algılama süreci gerçekten çok önemlidir. Sporcunun algılama kapasitesi bir anda gelişmiyor. Sporcu olmaya karar vermiş birinin algılama sorunlarını küçük yaşta gidermek gerekiyor. Çünkü belli yaştan sonra bir şeyler çok daha zor değişmeye başlıyor özellikle yetişkinlik dönemlerinde. Dikkat sıkıntıları varsa, algılama sürelerinde yavaşlık varsa bunların değişimi ‘psiko eğitimle’ oluyor. Bu eğitimlere de erken yaşta başlamak gerekiyor. Küçük yaşta sporcu olmak için genelde zekâ testi yapıyoruz ve o noktada mekânsal ve görsel algılarına bakıyoruz. Mekânsal ve görsel algılarda sıkıntı varsa hemen geliştirilmesi için egzersiz veriyoruz.

Gelelim en kritik soruya deplasman baskısı… Bu durumda özellikle sporcular bazen o maça bile gitmemeyi düşünebiliyorlar. Spor tarihinde bunun çok örnekleri var. Bu durumla ilgili neler söylersiniz?

Buda bir çarpık düşünce. Çok güzel bir noktaya temas ettin. (Gülerek) Kişiselleştirme dediğimiz ve etiketleme dediğimiz bir çarpık düşünce biçimimiz var. Seyirciler oyuncuların yapmış olduğu bir hatadan dolayı o sporcuyu hemen etiketleyebiliyorlar. Mesele, ne kadar beceriksiz bunu nasıl kaçırdı? (Kendi seyircisi) Çok müsait pozisyonda bile atamadı (Deplasman seyircisi) Bu etiketlemeyi seyirci yaptığı zamanda otomatik olarak bunu kişisel algılamaya başlıyor sporcu; yani kendi kişiliğine gerçekten bir haksızlık yapıldığını düşünüyor aslında. ‘Bunu kişisel olarak algılamamak gerekiyor.’ O anda seyircinin kendi takımının yenilmiş olmasıyla ilgili vermiş olduğu otomatik bir reaksiyondur.. Kimseyi gerçekten böyle etiketleyip rencide etmek adına yapılan bir şey değil. Zaten bizim çarpık düşünce ve düşünce hatası dediğimiz şeyde tam olarak bu. Çok çok hızlı bir şekilde, bizim zihnimize bu düşünceler geliyor ve biz de bir duygu uyandırıyor. Bu duygu da genelde öfke oluyor maç esnasında ve sporcu bir anda kendisini öfke patlamasının içinde buluyor.

Antrenörler oyuncularından özellikle deplasman maçlarında seyirci baskını azaltmak için daha kontrollü olmanız gerekiyor diyorlar. Sporcuların böyle bir zorunluluğu olmalı mı?

Böyle bir zorunluluk olamaz. Antrenör zorunluluk diye oyuncunun zihnine girerse bu stres faktörüne dönüşür. Herkesin birbiri hakkında istediğini düşünme özgürlüğü vardır. Mantıklı olan düşüncenin aslında o anda bu düşünce olması gerekir. Eğer sporcu “Ben bütün seyirciler üzerindeki baskıyı azaltmalıyım” diye düşünürse, bu misyonu da kendi üstüne yüklerse burada zaten baskı ortaya çıkacaktır. Hem de içsel baskı… İyi bir oyundan, iyi bir dikkatten, ,iyi bir performanstan söz edebilmek için tamamen o ana odaklanmak gerekir. Çünkü sporcu otomatik olarak seyirciye, bazen de ne yazık ki hakaretlere ve küfürlere kilitleniyor. Burada sporcunun düşüncesi ‘gol atmalıyım atarsam ancak o zaman baskı azalacak’ gibi kesinlikle olmamalıdır.

Kesinlikle şu olmalı; her bir sporcunun orada deplasmanda antrenman yapıyormuş gibi, kimse orada yokmuş gibi hareket etmesi gerekiyor. Bu baskıyı azaltmak mümkün değil. İnsanlar hakkında herkes bir şeyler düşünecek siz ne kadar mükemmelde davranmaya çalışmış olsanız da, insanlar bir şekilde sizin hakkınızda bir şeyler söyleyecekler. Hatta şöyle bir söz vardır; ‘suyun üstünde bile yürüseniz bak yüzemiyor o yüzden suyun üstünde yürüyor’ diyecekler. O yüzden bu görevi kendilerine yüklememelidirler. Futbolcu seyirci baskısını azaltamaz ancak tedirgin olur bu tedirginlik sonucu iyi giden bir maç kaybedilebilir.

Çok karşılaşılan bir durumda şöhreti kaldıramama. Bunun temelde nedeni nedir?

Bu özgüvene bağlı olabiliyor. Bir şeyler ilerlerken kendi değerleri gelişmezse orada da çatışma çıkacaktır. O yüzden o çatışmayı dengeleyebilmek adına daha önceden erken psikolojik müdahaleler yapılması gerekiyor. Gerçek manada bunlar ciddi eğitimler sonucunda düzeltilebilecek şeylerdir..

Son soruyu geleceğin sporcu adayları için sormak istiyorum. 9-12 yaş aralığı ve bu yaş grubu gerçekten diğer yaş grupları arasında en önemli olan grup. Bu yaş aralığındaki çocukların nasıl bir psikolojik eğitimi almaları gerekiyor?

Küçük yaştan itibaren ‘duygusal farkındalık’ ve’ duygu kontrollerinin’ geliştirilmesi gerekiyor. Sporla duygunun ne alakası var denilebilir aslında çok çok alakası var. Duygu sonrasında vücudumuzdaki tepkilerde beliriyor. Hatta spor yapmakta bir takım hormonlarımızı etkileyebiliyor, mutluluk hormonu gibi… Psikolojik olarak duygularını kontrol edebilmek, öfke kontrolü üzerine, sakinliklerini koruyabilmek üzerine, iradelerini geliştirebilme adına eğitimler almalılar. Bunun içinde alanlarındaki uzman kişilere başvurabilirler.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: kaan.ilhan@abcspor.com

twitter: @kaanilhan_

 

Son Haberler

EUROLEAGUE’İN YENİ YÜZÜ, YÜKSELEN DEĞERİ PARİS BASKETBOL

Geçen sezonun EuroCup şampiyonu Paris Basketbol, ilk Euroleague sezonunda ne yapacak herkesce soru işareti idi. T.J. Shorts gibi çok kısa...

Benzer Konular