11 Haziran 2000 Pazar günü Arnhem’in kızakla kaydırılabilen, o zaman için çok meşhur, Gelredome Stadı’nda Türkiye ile İtalya karşı karşıya geldiğinde Zoff’un çalıştırdığı İtalya 1994 Dünya Kupası Finali’nde Brezilya’ya kaybettikten sonra içine girdiği sert düşüşün devamında hiç de favori olmadığı bir ortamda Denizli’nin çalıştırdığı Türkiye karşısına çıkıyordu.
Denizli’nin takımı 25 gün önce Kopenhag Parken Stadı’nda, o ana kadar, Türk futbol tarihinin kulüp seviyesindeki en büyük başarısını almış 9 Galatasaraylı oyuncunun (Kerimoğlu da bu sayıya dahildir) iskeletini oluşturduğu bir ekipti ama bu maçta sahaya sadece 4 tanesi çıkıyordu.
O dönemde Denizli’ye yapılan en büyük eleştiri GS’li oyuncuları ve GS’nin rüştünü ispatlamış hazır sistemini kullanmaması idi. O takımın geniş kadrosunun içinde turnuvaya yurtdışından gelen Tugay Kerimoğlu ve zaten yurtiçine hiç girmemiş olan Muzzy İzzet vardı; bir de Temmuz 2000’de Sociedad ve Aston Villa’ya transfer olacak olan Tayfun Korkut ile Alpay Özalan yer bulmuşlardı.
Lafı uzatmadan o gün Antonio Conte ve Okan Buruk’un golleri ile beraberlik almak üzereyken İskoç hakem Hugh Dallas’ın, hala neden verdiğini anlamadığım ve bence kesinlikle ikili mücadele olan pozisyonda, uydurduğu klasik bir Filippo Inzaghi penaltısı ile 2-1 kaybedilen trajik bir mücadele oldu.
Turnuvanın devamı malum, Denizli kamuoyunun talebine kayıtsız kalamadı ve Türkiye, macera dolu bir Belçika galibiyeti ile ilk kez çeyrek finali gördü. Zoff yönetimindeki İtalya ise ultra epik bir penaltı trajedisi ile ev sahiplerinden Hollanda’yı geçip devamında 1994’te olduğu gibi gümüş madalya ile yetinmek durumunda kaldı.
20 sene 1 gün sonra 12 Haziran 2020’de bu sefer tarihi Roma Olimpiyat Stadı’nda yine İtalya’ya karşı oynayacağımız maç ile turnuvaya başlayacağız. Bu sefer İtalyanlar daha iddialılar zira hem ev sahibi konumundalar hem de elemeler boyunca 37 gol atıp sadece 4 gol yediler. Roberto Mancini ciddi bir ekip oluşturmuş durumda ve kulüp takımlarının, özellikle Juventus, Inter ve Roma’nın, yaptığı yatırımlar ülke futbolunda milli takım seviyesinde karşılık bulmuş gibi duruyor.
İşin Türkiye tarafına bakılacak olursa kadro profilinin hem güncel İtalya kadrosuna hem de 20 sene önceki Türkiye’ye göre 180 derece zıt çerçevede ilerlediği görülmektedir. Geniş kadronun hatırı sayılır çoğunluğu yurtdışında oynayan oyunculardan oluşacak ve kanaatimce, yurtiçinden gidenlerin belirli bir kesimi de turnuva bitiminde yurtdışından gelen oyuncu statüsüne erişecekler. Bu kadar farklı ligden gelen oyuncu grubunun bir iskelet ve sistem etrafında toplanması, doğal olarak, Türkiye’nin önünde, zafer yolunda tırmanması gereken bir dağ olarak duruyor ve uzun bir süre de durmaya devam edecek.
Bu sıkıntıya rağmen Türkiye’nin Güneş yönetiminde, özellikle defansif anlamda, üzerine koyarak ilerlediğini görmekteyiz. Futbol dünyasına savunmayı öğretmiş olan İtalya’ya karşı bunu test edecek olmak da aslına bakarsanız, Türkiye için, elemelerdeki Fransa maçları sonrası, en önemli ikinci sınav olacak.
Savunma ve orta saha organizasyonu hususunda pek bir sıkıntı yaşamayacağını düşündüğüm Türkiye’nin, turnuvadaki kaderini yakaladığı gol şanslarındaki bitiriş yüzdesi belirleyecektir. Aslına bakarsanız şu anda sahnedeki Türkiye bir nevi genetiği ile oynanmış organizma gibi geliyor benim gözüme zira Türk futbolu neredeyse kurulduğu 1923 yılından beri her zaman hücumu düşünmüş ve becerebilmişken, sene 2020’de bunun tam tersi bir durum ile karşı karşıya kalmış durumdadır.
Türkiye, adetsel olarak elinde yeteri kadar santrafor olmasına rağmen, aday isimlerin formsuz, sakat ve düzenli 11 oyuncusu olamamasından dolayı o bölgede sıkıntılar yaşıyor. Umarım Güneş’in bu sorunu en optimum şekilde çözebilecek şansı olur zira takımın kaderi de buna bağlı olacak çünkü rakibimiz sadece iyi savunmamız gereken İtalya değil, goller atmamız gereken İsviçre ve Galler de olacak.
Tam 20 yıl sonra başka bir maceraya aynı rakip ama farklı profilde bir takımla çıkacak olmak kaderin bir cilvesi gibi gözüküyor ama elemelerdeki performansı ile Türkiye, yabancıların tabiri ile “promising” yani umut vadeden bir takım hüviyeti ile bu yolculuğa başlıyor.
Turnuva esnasında Türkiye geleneksel ve sosyal medyasının kılıçlarını saklamaları en büyük temennimiz olmalıdır. Konuşulacak her şeyi turnuvanın akabinde ve detayında konuşacak çok zaman olacaktır mutlaka.
Bu yolun Bakü üzerinden geçip Londra’ya kadar uzanması dileğiyle…
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta dileklerimle…
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78