TANRI’NIN ELİ, EN GÜZEL SOL AYAĞI, ADALETİ VE YÜZYILIN GOLÜ
Her Dünya Kupası’nın ön plana çıkan oyuncuları vardır. 1970’te Pele, 1974’te Cruyff ve Beckenbauer, 1978’de Ardiles ve Kempes, 1982’de Rossi’yi sayabiliriz. Ama bir futbolcu var ki futbol günümüzdeki kadar mekanik, kolektif ve takım oyunu olmadan önce bir kupanın yazgısını belirlemiş ve tarihe de o şekilde geçmiştir. Son derece fakir bir ailenin oğlu olarak 1960’ta dünyaya geldiği Buenos Aires’in biraz dışındaki Villa Fiorito’da başlayan macerasını 1986’dan beri soluksuz, adeta bir adrenalin patlaması şeklinde takip ettim ve bu küçük dev adamın hayranı oldum.
Boca Juniors ile yaşadığı şampiyonluğun ardından 1982’de dünya transfer rekorunu kırarak 5 milyon sterline Barcelona’nın yolunu tutan Diego Armando Maradona buradaki ilk sezonunda Kral Kupası ve İspanya Süper Kupası’nı kazanırken Kral Kupası’nda Real Madrid’e attığı gol tarihte ilk defa bir El Clasico’da rakip tarafından alkışlanmıştır (daha sonra bu gururu sadece 2005’te Ronaldinho ve 2015’te Iniesta yaşamıştır.) Barcelona serüveni hastalık ve sakatlıklarla inişli çıkışlı geçen Maradona 1984’teki Kral Kupası finalinde Athletic Bilbao maçında maruz kaldığı ağır tahrik, hakaretler ve rakibin kışkırtmalarının ardından maç sonunda patlak veren büyük bir kavgayla Barcelona kariyerini bitirdi ve uzun yıllarını geçireceği, kahraman olacağı ve büyük başarılar yaşayacağı Napoli’ye 75.000 taraftarın hazır bulunduğu bir tanıtım töreniyle 5 Temmuz 1984’te ilk adımını attı.
Napoli onu, o da Napoli’yi çok sevdi ve birlikte nice zaferlere imza attılar. Daha önce Roma’nın güneyine hiç gitmeyen scudetto’yu 1986-1987 ve 1989-1990 sezonlarında iki kez, UEFA kupasını da bir kez müzesine götüren Napoli’nin başrol oyuncusu da El Pibe de Oro’ydu. Özellikle 1990 yılının Şampiyonlar Ligi Şampiyonu üç Hollandalı, Maldini, Baresi, Ancelotti, Donadoni, Evani ve Simone gibi yıldızlara sahip Arrigo Sacchi yönetimindeki efsane Milan’ın iki puan önünde kazanılan şampiyonluk büyük bir başarı hikayesidir. Hem Baresi hem de Maldini kendilerini en çok zorlayan oyuncunun bir türlü durduramadıkları Maradona olduğunu çeiştli röportajlarda ifade etmişlerdi.
Bu kadar uzun bir Maradona girizgahı ile başlamamın nedeni 1986 Dünya Kupası ile bence tamamen özdeşleşmiş olmasıydı. O bir futbolcunun bana göre en verimli yaşları olan 24-28 arasında 25 yaşın baharını sürerken ben de çocukluktan ergenliğe geçişte 13 yaşına doğru koşar adımlarla giden bir yeni yetmeydim. 22 Haziran 1986’da 37 ekran televizyonumun önünde tek başıma Arjantin – İngiltere maçını izlerken tabii ki tarih yazılacağından habersizdim. Daha sonra Tanrı’nın Eli olarak tanımlanan ilk golüyle Arjantin’i 1-0 öne geçirirken hemen sonrasında ‘yüzyılın golü’ olarak adlandırılan 60 m. sürdüğü topla 5 oyuncu ve kaleci Shilton’u geçtikten sonra attığı gol gerçek bir seyirlikti. Kupanın gol kralı Lineker’in teselli golü İngiltere için yeterli olmayacak ve önce yarı finalde yine Belçika’yı yine alev alan Maradona’nın golleriyle 2-0’la geçen Arjantin finalde Almanya’nın rakibi olacaktı.
1982’deki Falkland savaşı nedeniyle İngiltere ile arası çok açık olan Arjantin için bu maç ulusal bir onur meselesiydi. Aslında 1982’deki savaşta haksız olan ve İngiltere’ye ait Falkland adalarını ilhak etmeye çalışan Arjantin’deki askeri diktatörlük rejimi kendi sonunu da hazırlamış oluyordu. Tıpkı 1974 yılında Kıbrıs’ı ilhak etmeye çalışan ve karşısında Türkiye’yi bulan Yunanistan gibi o harekattan sonra da Yunanistan’daki askeri cunta yıkılmıştı ve demokrasiye geçmişti. Günahım kadar sevmediğim, Ronald Reagan ile birlikte neoliberal düzeni dünyanın başına bela eden Margaret Thatcher bu zaferle popülaritesini iyice arttırmış ve 1990’a kadar İngiltere’nin başbakanı olarak kalmıştı.
Bu siyasi gerilim arka planına girmemin nedeni ise futbolun hiçbir zaman sadece futbol olmadığını belli bir yaştan sonra idrak etmiş olmamdan dolayı. Tabii ki o çocuk yaşımda ne bu siyasi gerilimlerin farkındaydım, ne de Maradona’nın günahları ve sevaplarıyla hepimiz gibi bir fani olduğunun anlayabiliyordum. Futbol o yaşta sadece muhteşem bir oyun, Maradona da bir efsaneydi, o kadar.
29 Haziran 1986’daki Arjantin – Almanya finalini İngiltere’nin Bournemouth kentinde dil okulu için gittiğim ve yanında kaldığım İngiliz aileyle birlikte izedim. Biri benden 2 yaş, diğeri 5 yaş büyük iki erkek kardeş iyi birer Manchester United taraftarıydı ki o Manchester 1990’lar ve 2000’lerin aksine ben oradayken 19 yıldır şampiyon olamıyordu ve bir yedi yıl daha bekleyecekti. Ancak 50 yıl şampiyon olamayan Chelsea, 44 yıl şampiyon olamayan Manchester City veya 30 yıl şampiyon olamayan Liverpool bu süre içinde ne büyüklüklerinden ne de kendilerine gönül veren taraftarlarından bir şey kaybettiler ve bu yüzden de futbol kültürü ve takım bağlılığı deyince benim için İngiltere her zaman bir numaradır.
Normal şartlarda asla Almanya’yı tutmayacak olan İngilizler o gün canı gönülden Almanya’nın şampiyon olmasını diliyorlardı. Evde bir de Brezilyalı öğrenci vardı ve o da doğal olarak Almanya’yı tutuyordu. Ben de içlerinde Arjantin’i destekleyen tek cesur yürek olarak büyük heyecanla maçı izlemeye başladım. 23. Dakikada Brown ve 55. Dakikada Valdano’nun golleriyle öne geçen Arjantin büyük avantaj yakalamıştı ama karşılarında Lineker’in deyimiyle ‘Futbol 90 dakika oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur’ felsefesiye aynı 80’lerin sonundaki Beşiktaş gibi oyun disiplininden asla kopmayan Almanya vardı ve 74. Dakikada Rummenigge, 80. Dakikada Völler’in golleriyle eşitliği sağladı. Ancak 3 dakika sonra Maradona’nın mükemmel ara pasıyla hareketlenen Burruchaga Schumacher’in yanından topu ağlara gönderirken 115.000 seyircinin bulunduğu Azteca stadı adeta yıkılıyordu ve Arjantin’in 8 yıl sonra ikinci şampiyonluğu geliyordu.
Hayatımın en güzel yıllarının başlangıcında önce bu dünya kupası, 1988’de Hollanda’nın Avrupa şampiyonluğu, ardından Beşiktaş’ın domine ettiği Türkiye ligi ve Sacchi’nin efsane Milan’ı önümüzdeki 6-7 yıl beni gerçek bir futbol aşığı yapmıştı. Duvarımda asılı olan Gullit ve Maradona posterleri eminim ki o yıllarda başka benim gibi pek çok delikanlının duvarlarında asılıydı ve bize bu oyunu sevdiren kahramanlar olarak gönüllerimizde unutulmaz izler bıraktılar.
Benim futbol topuyla yapabildiklerimi Maradona portakalla yapabiliyordu. – Michel Platini
O ikinci golü attığında alkışlamamak için kendimi zor tuttum ve daha önce hiç böyle bir şey hissetmemiştim. Bu kadar güzel bir gol atmak olanaksızdı. Kesinlikle bütün zamanların en iyi futbolcusu. Gerçek bir fenomen. – Gary Lineker
Pele’de gereken neredeyse her şey vardı. Maradona’da ise hepsi var, eksiksiz. Daha çok çalışıyor, oyunu daha çok seviyor ve daha yetenekli. Ancak başka bir nedenle de hatırlanacak; kuralları kendine göre eğip bükmesiyle. – Sir Alf Ramsey
Ben siyah veya beyazım, ömrüm boyunca asla gri olamam. – Diego Armando Maradona
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: gorkem.isik@abcspor.com
twitter: @gorkemisik7305