“Ben bu koltukta daha önce oturmuştum hem Porto hem de Real Madrid ile Old Trafford’dan tur atlayan takım olarak çıktım, bu dünyanın sonu değil.”
Böyle diyordu Jose Mourinho Sevilla karşısında alınan mağlubiyet ve yedinci sezon üst üste kaçan CL Çeyrek Finali şansının akabinde düzenlenen resmi basın toplantısında.
Ortalama bir United taraftarını bile kızdırmaya yetecek bu avuntu sözlerinin devamında ise aşağıdaki sözler ile basın toplantısını bitiriyordu:
“Hafta sonu önemli bir maçımız var (FA Cup-rakip Brighton & Hove Albion), şimdi bu maçı unutup o maça konsantre olmalıyız. Bu ekiple bu kadar, daha büyük imzalar attırmalıyız, rakiplerimizle başka türlü yarışamayız” diye bitirmesi ise işin iyice suyunun çıktığının ve geldiğinden beri kulübün ortaklarına 375 milyon Euro bedelinde transfer yaptırmış Mourinho’nun şehrin kırmızı yakası için suyunun ısındığının bir kanıtı gibiydi.
Mourinho’yu 15 senedir takip eden birisi olarak belirtmek gerekirse Mourinho kendisi için biçtiği iki hayal işten birisi olan United menajerliğinden tazminatını alarak gönderilmek istiyor. Menajeri Jorge Mendes ile bu planı yaptılar ve saat gibi ilerletiyorlar.
Mourinho hakkında yazılan en önemli biyografik eserlerden olan hatta belki de en önemlisi “The Special One-The Secret World of Jose Mourinho” adlı kitapta Diego Torres, Mou’nun kariyerinin hiç gün yüzüne çıkmamış yönlerini gözler önüne sererken aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını da okuyucuya kanıtlıyor.
Kitabın detaylarına fazla girmek istemiyorum zira okumak isteyenler çıkacaktır ama Jorge Mendes-Mourinho ikilisinin talip oldukları işi alıncaya kadar karşı tarafa çizdikleri portre ile işi aldıktan kovuluncaya kadar geçen sürede takındıkları tavrı en ince ayrıntısına kadar anlattığını da belirtmeliyim.
Boby Robson’un Barcelona’da tercümanlığını yaptıktan sonra menajer olarak yönettiği ikinci takım olan Porto’da elde ettiği başarılar tek kelime ile muhteşem olarak adlandırılabilir. 2000’li yılların ilk dönemine damga vuran bir oyun yapısı ile kendini Rus yapımı Chelsea’nin başında bulan ve henüz yabancı sermaye enjeksiyonu almamış Premier Ligi domine eden Mourinho’nun, kanaatimce, düşüşü Chelsea’dan ilk ayrılışından sonra başladı dersem pek de yanlış söylememiş olurum.
2008 yılında ilk hayal kırıklığını Barcelona’nın başına geçmeyi umduğu dönemde yaşadı. Chelsea’den 2007-08 sezonu ortasında Abramovich ve oyuncularla yaşanan kriz neden ile ayrılmıştı. En büyük sebep Londra’ya geldiği ilk iki sezon Chelsea’ye yıllar sonra Premier Lig şampiyonlukları getirmesine rağmen Avrupa’da elde var sıfır şeklinde ilerlemesi idi. Üçüncü yılında Sir Alex’e şampiyonluğu kaptırdı ve dördüncü yılının kış mevsimini bile göremeden gönderildi. Mendes-Mourinho ortaklığının ilk operasyonu başarı ile bitmişti. İşin garibi odur ki Mou’nun yerine gelen geçici menajer Avram Grant takımı CL Finali’ne çıkarmış ve Moskova’da kaptan John Terry’nin ayağı kayıp kaçırdığı penaltı sebebi ile ucundan tuttuğu kupayı United’e bırakmıştı.
2008 yazı Katalunya’da da değişim rüzgarlarının estiği bir dönemdi ve Rijkaard’ın yerine adam arıyorlardı. Kâğıt üzerinde yönetim kurulu verecek gibi gözükse de perde arkasında kimin karar verdiğini herkes biliyordu. Bu isim Johan Cruyff’tu. Mourinho-Mendes ikilisi kendilerinden emin telefonlarının çalmasını beklerken Cruyff için sadece saha içindeki performans değil, saha dışındaki karakter ve davranışlar da önemliydi. Bu sebepten Barcelona B takımı hocası Guardiola tercih ediliyordu. Belki de bu karar bugün Avrupa ve Dünya’da oynanan futbolun kaderini değiştiriyordu.
Bu Mourinho’nun ilk yenilgisiydi. Cruyff ve Guardiola’ya karşı yıllardan beri gelen öfkesinin sebebinin bu karar olduğu ilk günden beri yazıldı ve çizildi ama kabul edilmesi gereken bir gerçek vardı ki; o da o dönem oynattığı futbolun kendisini Barcelona’ya aday gösterecek seviyede olduğuydu. O dönem bir Barcelona geleneği olan yolu 1 gün bile olsa La Masia’dan geçmiş olma kriterini haydi haydi sağlayan Mourinho için sahaya koyulan performans aday olmasını sağlamış ama saha dışı davranışları ve futbolcu ilişkileri savaşı kaybetmesine sebep olmuştu.
Bu hayal kırıklığı akabinde aynı yaz döneminde Barcelona olmadı Moratti’nin Inter’i olsun diyerek başlayan Mancini sonrası Inter döneminde ise futbolcuların adeta taptığı bir figür haline dönüşerek CL şampiyonluğunu Milano’nun mavi yakasına Helenio Herrera’dan sonra getiren ikinci hoca olarak kulüp efsanesi haline geliyordu. İlginç olan odur ki Herrera bugün İtalya denilince akla ilk gelen Katenaçyo’nun mucididir ve Mourinho da Inter kariyeri boyunca kendi ile özdeşleşecek “otobüs” taktiğini ana düsturu haline getirmekte bir sakınca görmemişti.
Pragmatizm çerçevesinde gerekli sonuca ulaşmak için gerekirse tüm takımı ceza sahasına doldurup bir nevi kalenin önüne otobüs park ediyor ve rakibin boşluğunu yakalarsa atarak sonuca gitmeye çalışıyordu. Eleştirildiğinde ise fakir edebiyatı yapmaktan kaçınmıyordu.
O dönem aslında Mourinho için diyalektik bir futbol atmosferi vardı da diyebiliriz. Mourinho, Chelsea döneminde Rijkaard’a karşı oynamayı denemiş, başaramamıştı ama Inter ile 2010 CL Kupası’na giden yolu Barcelona’dan temizlemek için Makyavel’den vaz geçmemişti. Fransızların tabiri ile “raison d’etre” yani varoluşunu Barcelona’nın antikoru olarak ilan etmeyi tercih ediyordu. Hakemin de yardımı ile Barcelona’yı geçip kupayı aldıklarında bir üst seviyeye çıkma zamanı gelmişti.
Ondan sonra devreye giren Mendes oldu ve Mou’yu Real Madrid hocası olarak Barcelona’nın karşısına çıkarmayı başardı. Tam da Guardiola ile Barcelona’nın uçuşa geçtiği döneme rastlayan Madrid dönemi şaibeler, krizler ve kaos ile geçti. Mendes’in portföyündeki oyuncuları takıma transfer ettiği, onları özellikle 11 oynatıp piyasasını artırdığı dedikoduları hala geçerliliğini koruyan şaibelerdir. Barcelona hegamonyasında geçen ve sadece 1 La Liga şampiyonluğu kazanılabilinen 3 yıl sonrasında Mou-Mendes ikilisi yine kovulmanın peşine düştüler. 2013 yazında Sir Alex Ferguson emeklilik kararını açıkladığında telefonlarının çalacağından emin olan iki kişi vardı, tahmin edebileceğiz gibi…
Ama futbol da hayat gibi de ja vu lardan ibaretti. Sir Alex, Mourinho’nun yakınından bile geçmeyerek yine kendi gibi İskoç, Everton’un menajeri David Moyes’te karar kılıyordu.
Yazının başında belirttiğim gibi en çok hayal edilen iki kulüp de Mourinho’ya kapılarını kapatıyordu. O günden sonra zaten süregelen oyunsal düşüş saha dışındaki akıl oyunlarına da yansımaya başladı. Artık eski etkinliği yoktu, eskisi kadar gündemi belirleyemiyordu çünkü inandırıcılığı kalmamıştı.
İkinci Chelsea macerasından sonra hayalindeki takıma yani Manchester’in kırmızı yakasına 2016 yılında geldi ama şehrin mavi yakasında ezeli rakibi Guardiola yine karşısındaydı. Nispeten sakin geçen Bayern macerası sonrasında City’nin başına geçen Pep kendini yenilemekle kalmamış, oyunun boyutunu değiştirecek, oyuna değer katacak inovatif yaklaşımları ile farklı bir konuma geçmişti. Mourinho ise bu kadar inovasyonun karşısında geçmişten gelen otobüs taktiğinden medet umar bir yol çiziyordu kendine.
Bugün baktığınızda transfer rekorları kırılmış olsa dahi United için elde var sıfır ve daha da önemlisi oynanan oyun gelecek için hiç ümit vermiyor. Sevilla maçından sonra taraftarın ve spor kamuoyunun tepkisinin de asıl sebebi buydu. Bundan 8-10 sene kulağa hoş gelen yaklaşımlar ve sonuç alabilen oyunlar artık kimseyi içine çekemiyor. Dinamik bir oyun olan futbola adapte olamazsan ismin Mourinho da olsa zorlasan da gitmiyor çünkü oyun kendini güncellemeyi, sürüm yükseltmeyi ve geliştirmeyi hükmediyor sana ve sen bu hıza erişemezsen atıl kalıyorsun.
1990’lı yıllarda öğrenciyken uçak şimdiki kadar popüler değildi, otobüs ile memleketimize gider gelirdik. Uçak kullanmak için daha büyük bir bütçe gerekirdi. Bütçen olup da hala otobüse biniyorsan onun adı eziyetti çünkü saatlerce yol giderdin ve uçağın 1 saatte ulaştığı yere ulaşırdın. Sonra şartlar değişti, ucuz maliyetli uçuşlar ile herkes uçak tercih eder oldu.
İşte United taraftarlarının içinde bulunduğu durum bütçesi olup da otobüse binip eziyete katlananlar gibi diyebiliriz. Herkes uçak olmaya, düşük maliyetlerle bile ondan faydalanmaya çalışırken onlar hala Mourinho’nun otobüsünü izlemek zorunda kalıyorlar. Mourinho bu kafa ile giderse Mendes bile onu kurtaramayacak gibi gözüküyor. Emeklilik planı olarak hor gördüğü milli takım hocalığından 55-56 yaşında medet ummaya başlarsa da şaşırmamak gerekir diye düşünüyorum.
Mou’nun içine düştüğü durum genç hocalara ve yöneticilere ders olarak anlatılması gereken bir vakadır. Hayatın içindeki dinamik faktörlere adapte olamazsanız geçmişiniz sizi bir yere kadar taşır. Sizi siz yapan felsefeye sırt çevirip, kendinizi başkalarının zıttı olarak konumlandırırsanız oyunu hep karşı taraf yönlendirir, siz sadece beklersiniz hamle yapmak için çünkü top kimdeyse o bilir bir sonraki hamleyi, savunmacının görevi reaksiyon vermektir. Bu da sizi sonuca endeksli pragmatik bir anlayışa iter ve zamanla bunun doğru yöntem olduğuna kendinizi ve yakın çevrenizi inandırma hatasına düşersiniz.
Zaman ne gösterecek bilinmez ama eller aya Mourinho ise yaya mı yoksa yine otobüs yolcusu mu olacak merakla bekliyor olacağız.
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78