Galatasaray, 20 Ekim 1999 yılında Ali Sami Yen Stadı’ndan Chelsea karşısına çıktığında ya hep ya hiç diyordu. Üç hafta önce oynanan Londra’daki maçta kırmızı kart göre Taffarel’den eksik olarak maça çıkan GS’nin 1 puanı vardı ve CL’de yoluna devam etmesi için bu maç çok önemliydi. Aslına bakarsanız Vialli yönetimindeki Chelsea de turnuvaya kötü başlamıştı. Herkes gibi onlar da Hertha Berlin’i hafife almışlar ve duvara toslamışlardı.
Chelsea ilk golü Flo ile bulduktan sonra yayıncı kuruluş BeIn Sports tabiri ile “uzun boylu santrafor” halk arasındaki tabir ile Hakan Şükür’ün şans ile karışık direkten dönen kafa vuruşu GS’nin o sezonki kaderini çiziyordu. Takımın bu oyun şekli ile yeri CL değil de o zaman hala zor olan ama baş altı seviyesinde futbol oynanan son UEFA Kupası idi.
Zaten Terim de maçtan 48 sonra Bursa’da lig maçına çıkacak takıma gerekli mesajı vererek önemli adamlarını İstanbul’da bırakıp hedefi UEFA Kupası olarak gösteriyordu.
O gün Türk futbol tarihinin en büyük başarılarına imza atmış takımı bir yıl sonra Lucescu’nun yönetiminde CL performansı ile değerlendirmek benim her zaman mihenk taşım olmuştur. Zira CL’yi yüksek seviyede oynamak takım olgunluğu gerektirir. Bu olgunluğa sizi ya hocanız ya zaman ya da olgun oyuncularınız ulaştırır. Üçü aynı anda bir araya gelirse tadında da yenmez sonuçlar ortaya çıkar.
Terim’in 2000 yılı haziran ayında bıraktığı takım Avrupalıların o günkü tabiri ile “kaos futbolu” nu en iyi şekilde sahneye koyan, enternasyonal başarıya kısmen de olsa aç adamlardan oluşuyordu. Terim kalsa Mourinho’nun Porto’su gibi duble yapar mıydı bilemeyiz ama Lucescu’nun 2001 kadrosunu ulaştırdığı nokta başka bir seviyeydi. CL’nin reçetesi oydu aslında ve GS bunu başarı ile sahaya yansıttı.
Oyunu tutmak ve tempoyu ayarlamak, istediğinde yükseltip gerektiğinde düşürmek, alan savunmasını ve pas oyununu gözü kapalı yapabilmek, herkesin rolünün önceden belli olduğu, iç sahada hem maçları hem skoru domine edip rakiplere de o mesajı daha İstanbul’a gelmeden verebilmek, dış sahaya gittiğinde ekstra bir hata olmaz ise 0-0’ı mutlaka tutarım diyebilmek, yani kısacası sahaya istediğini istediği anda yansıtabilmek diye de tanımlayabileceğimiz olgun oyunu biz 2001’de gördük. Bunu hem takımın başındaki hocanın özelliklerine hem takımın beşinci senesine girmesine borçluyduk.
Terim bu olgun futbola 2012-13 CL döneminde ulaşmaya başladığının sinyallerini verdi. Takım belki henüz 2 senelikti ama hem Terim olgunlaşmış hem takımdaki winner oyunculara devre arasında Drogba (2012 CL Şampiyonu) ve Sneijder (2010 CL Şampiyonu) eklenmişti. Sonuçlarını hem o yıl hem de ertesi sene Mancini döneminde gördük. Sistem oyunundan gelen Elmander, Melo, Eboue, Drogba, Sneijder, Riera gibi adamların takımı olgunlaştırma yolunda verdikleri katkı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıktı.
Daha sonra çöküş dönemine giren GS tekrar ham bir takım hüviyetine büründü desek yeridir. Daha sonra gelen hocalar da oyuncular da bütçe olmasına rağmen çare olamadı. CL performansları tarihin en kötüleri olarak kayıtlara geçti.
Şimdi CL macerası yeniden başlıyor. İlk maçta sergilenen futbol bize bazı ipuçları veriyor mu ona dikkatli bakmak lazım.
Şunu kabul etmemiz gerekiyor ki yine Terim’in elinde iki senelik bir takım var ve devre arasında herhangi bir mucize olmaz ise bu oyuncularla devam edilecek. Bir önceki döneminde olduğu gibi winner oyuncu var mı sorusuna cevap vermek çok da kolay değil zira özellikle yabancı oyuncular arasında Muslera ve Fernando haricindekiler henüz o seviyede değiller ve bazıları da ne yazık ki hiçbir zaman olamayacaklar gibi gözüküyor.
Maçın 30-45 ve 46-60.dakikaları arasında kaybedilen hakimiyet takımın hala yemesi gereken çok fırın ekmek olduğunu gösteriyor. Her takım yeri geldiğinde tempo kaybeder ama siz bunu maçın üçte birinde kaybederseniz bir tık üst seviyede size acımazlar. Burada oyuncuların kişisel taktiklerinde eksiklikler olduğu aşikardır ya da diğer bir deyişle insan kaynağı eksiği de var diyebiliriz. Çapı dar vidayı çapı geniş yuvaya yerleştirmeye çalışmak gibi adamlardan hadlerinin üstünü istiyor da olabiliriz.
Maçın 70-80.dakikaları arasında ise oyuncuların takımdan çok kendilerine oynama heveslerinin ön plana çıkması, bu adamların bilinç altını da yansıttı diyebiliriz. 4 kişi ile gidilen kontratakların getiren oyuncu tarafından bitiriliyor olması ileride olası bir krizin de işaretleri olabilir. Olgun bir takım maçın her dakikasını aynı ciddiyetle ve takım istatistikleri için oynar ve oynamalıdır da çünkü kişisel istatistikler amaç olamaz.
Takımın sıkıntılarının yansımalarını 5 gün sonra oynanan Akhisar deplasmanında gördük. Oyuncuların nagalip rakiplerini kafalarında koydukları kefe açıkçası sahaya da yansıdı. Atılan penaltıdaki lakaytlık, sahadaki vurdumduymazlık bizim için hep birer gösterge oldu. Yukarıda da bahsettiğim gibi takım içinde winner adam da az olunca takımı ayağa kaldıracak tek enstrüman devre arasında Terim’in yapacağı “wake up call” konuşması oluyor ve onun da nereye kadar etkili olduğu muammadır.
Bu şartlarda gidilecek Porto deplasmanının ne kadar zor olacağını bize gösterdiği için Akhisar mağlubiyetini biraz da olumlu pencereden yorumlamak gerekir. Aslında bu maç taraftara, medyaya, oyuncuların kendine, yönetime ve hocaya yetersizlikleri göstermiştir. Lokomotiv maçında oynanan oyun yanıltıcı olmamalıdır. Evet, bu grupta iç saha maçlarında puan kaybetmeyen takım ikinci turu garantileyecek gibi dursa da ilerisi için üstüne de koymak gerekmektedir. Şu anda görünen köy hem Porto hem de Lokomotiv deplasmanlarında 1’er puan alabilmek önemli başarı olacaktır diyor ama içeride de 9 puan olmaması için de hiçbir sebep yoktur.
Geleceği planlayacaksak eğer, Terim’in duruma müdahale etmesi kaçınılmazdır ve Hoca bunu mutlaka yapacaktır. Kullanılabilir oyuncu havuzunu genişleterek, winner ya da winnermış gibi yapan oyuncuları hizaya getirerek ve özellikle orta saha bloğunun defansın ortası ile daha harmonik oynayacağı düzeni sağlayarak takımı bir seviye daha yukarı taşıyabileceğini düşünüyorum.
Umarım 2002’de yine 18.09 günü deplasmanda aldığımız 2-0’lık Lokomotiv galibiyetinin yarattığı illüzyonu de ja vu olmuyoruzdur ve önümüzü görecek adımları daha rahat atarız zira o dönemde Moskova dönüşünün bedelleri ağır oldu ve ceremesi yıllarca sürdü.
Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78