https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

KÜRSÜDE ENFLASYON VAR… (U18 DEĞERLENDİRMESİ)

Okunması Gerekenler

efeSıradan çinko karbon pillerde, yani alışılmış A Milli Eurobasket turnuvalarında, madalya sahiplerinin yıllara meydan okuması kolay değildir. Fakat Yıldız, Genç ve Ümit Milli düzeyindeki turnuvalarda işler çok daha dinamiktir, zorludur. Çünkü her yeni turnuvada, takımların kadroları, jenerasyonları en az yarı yarıya değişmiş olur ve her yeni ekibin de yeni sürprizleri mevcuttur.

 

Rusya’nın 4 sene arka arkaya U18’i kasıp kavurduğu derin maziyi bir tarafa bırakırsak, İspanya, Yunanistan ve Fransa son 15 – 20 yılda, Litvanya, Sırp ve Türk ekolleri de son 5 – 10 yılda 16 – 20 yaş düzeylerinde gayet baskın rejimler kurmayı başarıp, çok sağlam jenerasyonları kucakladılar. Şimdi sıra Yunanistan, Letonya, Hırvatistan ve Türkiye’de gibi görünüyor, fakat İspanya, İtalya, Bosna Hersek, Almanya, Litvanya ve Sırbistan da yine münferit yetenekleri parlatarak bu dörtlünün ensesinde dolaşmayı sürdürüyor.

 

Geçen seneki U18 ekibimizin bir kısmı bu sene U19 ve U20’ye terfi ederken, Furkan Korkmaz deyim yerindeyse her ayın elemanı olmayı sürdürüp yeniden U18 formasını giydi; yanına bir de geçen seneki U16’dan Ömer Al ve Ömer Yurtseven eklendi. Enes Berkay Taşkıran zaten U18 seviyesinin iyi bir potansiyeliydi, o da kadroya monte edildi. Egehan Arna, Oğuzhan Yarol, Ege Havsa ve Kaan Sarıaslan gibisinden nice ham cevher, gerek kulüplerinin baskısı, gerekse de sakatlık (bahanesi) yüzünden turnuvaya gelemeyip, bu kadroyu kolsuz kanatsız bıraktı.

 

Takımı incelemek her zaman çok basittir, ama evvela oyun sistemini eleştirmek icap eder. Ömer Al, geçen seneki U16’daki performansının ardından, geleceğin John Stockton’ı olabilecek bir yetenek izlenimini yaratmıştı bende; fakat onun buraya tek hakiki oyun kurucu olarak getirilmesi, hele bir de Ömer’in fiziksel dezavantajları ve kondisyon sıkıntısı (ne kadar da Stockton’ın gençliğine benziyor, değil mi?) göz önüne alınırsa, büyük hataydı. Takımda savunma sadece belirli kalıplar içerisinde ezber edilmişti ve her rakibe uygun taktikler geliştirilemiyordu, ki bu durum yüzünden Bosna – Hersek ile oynanan rövanş, yani yarı final kabus gibi geçti. Az kalsın, daha önce 23 sayı ile yendiğimiz bir Bosna karşısında, Edin Atic’in muhteşem performansının da etkisiyle, hezimete uğrayacaktık. Evet evet, salt bir “yenilgi” değil, resmen “hezimet” olacaktı. Çünkü tamamen aynı dış şut düzeni sayesinde Bosna bizi yay gerisinden darmadağın ediyordu. Sonraları da doğru taktikle değil, enerji ve sertlikle mücadele ederek o hezimeti engelledik. Yani, rakiplerin Türk Milli Takımı’nı tanımlarken söylediği ilk özelliğimiz olan savunma, bilhassa da rakibe göre özel önlem alma yönüyle, kötüydü.

 

Peki ya hücum? Alışılagelmiş kısırlığındaydı. Lakin bu sadece U18 için geçerli değildi; U19 ve U20’de de bu yıl aynı sahneler yaşandı bol bol, malum. Geçen seneki altyapı şampiyonalarında üstün başarı gösteren ekiplerimizin her birisi en azından doğru hücum etmeyi ve modern basketbolun gerekliliklerine uyarak, alternatif skorerler yaratmayı başarıyordu. Bu sene taktik tahtasına nasıl bir kıran girdiyse, geçen sene ortalığı duman eden Tolga Geçim, Kartal Özmızrak, Okben Ulubay, Berk Uğurlu gibi isimlerin yanı sıra, Furkan da hücum ederken son derece zorlandı ve bu durum sebebiyle ne U20’de, ne U19’da ne de U18’de madalyaların cinsini altına çeviremedik. Simya, bu sefer bizden uzaktı kısacası.

 

Açık söylemek gerekirse, bu üç paragrafta değinilen her tür sorunun tek muhatabı, Altyapılar Koordinatörü Nihat İziç’tir. Zira kendisi, turnuva bitiminde “gücümüz yetmedi”, “gümüş madalya bile bizim için çok büyük başarı” minvalinde açıklama yaparken, işlerin iki senede bile ne kadar kötüye gittiğini dolaylı yoldan itiraf ediyordu. İki yıl öncesinden bu yana farklı seviyelerde altın madalyalar toplayan bir jenerasyonun, mantık uyarınca, belirli bir hücum ve savunma kimliği ve fundamental yapısı olması gerekir, ki alt yaş gruplarından gelecek yeni oyuncular da bu tasdikli sisteme adapte edilip şekil alsın, başarılar devam etsin. Ama belli ki bizdeki gidişat bu yönde olmamış. Yoksa altın madalya kazanan jenerasyonların bir sonraki sene gümüş ve bronzlara erişebilmesi niye sayın İziç tarafından bu kadar abartılsın ki?

 

Koçlar, antrenörler, idareciler… Vizyon sahibi olduğuna inandığımız kişiler bunlar. Gereğini yapmamışlar, umarız gereğini yaparlar. Her şeyden evvel, hem U20’de, hem U19’da hem de U18’de nasıl oldu da tüm oyuncularımızın dış şut grafiği râkımsız hale geldi, bunu bir çözmeleri lazım. Evet, belki kondisyon ve fizik gelişimi sırasında oyuncuların alışıldık şut mekanizmaları ve estetikleri zarar görebilir; fakat hem bizim oyuncularımız öylesi bir fiziksel torna tezgahından geçmemişken (çok belli fiziklerinin gelişmediği), hem de aynı tür bir gelişme eşiğini tüm diğer muteber rakiplerimiz atlatmayı başarıp üstüne bir de gayet güzel üçlük atabilirken, bizim sorunumuzun sebebi bu değil. Peki, ne olabilir, diye düşünüyor insan. Benim yanıtım belli: Fiziksel gelişim yok; aksine fizik ve şut gelişimi yapılmadığı için, rakiplerin hızına ve kuvvetine ayak uydurma adına oyuncuların dayanıklılığı çok düşüyor, iflahları kesiliyor, rahatça şut sokacak halleri kalmıyor… Üstelik bu U18’de Furkan hariç istikrarlı skorer olacak hiçbir oyuncu adayımızın da olmadığını hesaba katarsak, evet, gümüş madalya sadece bir meziyet değil, hakikaten de çok çok büyük bir başarıdır. Tıpkı U20 ve U18 bronzları gibi… (Bu sefer bizi altın madalyadan eden takımdan fark yememiş gibi görünebiliriz, fakat rakibimizin tam 14 sayıdan geri gelip maçı aldığını hatırlatırsak, nasıl bir fark yediğimizi daha net görebiliriz)

 

Kadrodan isimlere geçersek… Ömer Al, destansı ve gösterişsiz kahraman John Stockton’a benzemeyi sürdürürse, çok çok ilginç şeyler olacak. Evvela oyun bilgisi pick’n roll ve türevleriyle kısıtlanmayacak, hücumda çoklu oynamayı da öğrenecek. Top çalma ve asist konusunda zaten yaş grubunun açık ara en iyisi. Fiziğini geliştirirken, hız ve atiklik kaybetmemeye dikkat etmesi şart. Şutunu kıvamlı hale getirmiş, ki bu çok güzel bir haber.

 

Enes, son birkaç maç dışında beklenen seviyedeydi ve ikinci turdan final maçına dek kendini fersahlarca aştı. Furkan’ın takımda kurtarıcı gözüyle bakılan ve her tür zorlukta medet umulan tek bilek olması Furkan’ın yüzdelerini çok düşürdü ve Furkan’ı yordu; ama neyse ki Enes şapkadan çıktı ve önce çeyrek finalde Sırbistan karşısında, ardından da yarı finalde Bosna önünde liderlik yükünü devralıp bizi madalyaya kadar götürdü. Yunanistan karşısında ise, ne yazık ki istikrarını kaybetti ve atletizmini kullanıp potaya yaptığı penetreleri kesmek zorunda kalınca iyice oyundan düştü – çünkü dış şut tehdidi o’na yakışacak bir seviyede değildi. Ömer Al ve Enes Taşkıran, halihazırda Beşiktaş altyapısının oyuncuları. Her ikisi de geçen sene A takımda sürpriz şanslar elde ettiler, güzel dakikalar buldular. Başlangıç için kafi. Geçen sene U18’de Furkan parlamıştı, bu sene Enes bu şerefe mazhar oldu.

 

Furkan ise saha görüşü ve oyun zekasıyla muhteşem bir toparlayıcı ve taşıyıcı olmayı sürdürdüğü gibi, bir süper yıldız olma yolunda da ilerliyor. Dileğim, Okben Ulubay gibi bir süpernova olmaması, gelişmeyi hep sürdürmesi.

 

Ömer Yurtseven için geçen sene bir sosyal platformda açık açık şunları söylemiştim U16 şampiyonasının ardından:

 

“Bu çocuk, pivot olmak için doğmuş. Lakin bildiğimiz hemen hiçbir ekole benzemeyecek yeni bir ekolün ürünü kendisi. Misal, Egemen Güven fiziken geri kalsa bile, onun en büyük hedefi zaten oyununa dış şut katarak 4 ve hatta 3 numaraya    kaymak; Emircan Koşut ise o fundamentalle 4 numarayı rahatlıkla oynayabilir, hem de 2.20’ye yakın boyuyla. Fakat Ömer onlardan farklı. Çünkü adaşı olan Ömer Aşık abisi kadar iyi bir takipçi ve muazzam bir blokçu. Bu savunma sezgilerine sertliğini de ekleyerek rakibin pota altını “domine” ediyor, ki gençler seviyesinde Enes Kanter bile oyunun her iki yönünü bu kadar domine etmiyordu (Enes sadece hücumu sever malum). Ömer’in en önemli özelliği ise, yıpranmaya karşı dayanıklılığı. Bu kondisyon ve dayanıklılık varken, üst düzey maçlarda bile nadiren ortadan kayboluyor, hiç çıkmadan oynasa bile verimi düşmüyor. Dwight Howard’ın Orlando’da mükemmelen yaptığı alan açma ve pas dağıtma (savunmada da alan kaplayarak koridor kapatma) görevlerini harfiyen yerine getiriyor. Ömer, bunların yanı sıra, çok yönlülüğü ile göz dolduruyor. Sayı, ribaunt ve blok zaten baki, fakat temeli ve oyun zekası o kadar iyi ki, yetenekli bir pasör olmamasına karşın, takım arkadaşlarına doğru zamanda doğru ve etkili pasları çıkartabiliyor. Avrupa’da uzun süredir asist yönünden kuvvetli pivotlar           göremiyoruz, bunun başlıca sebebi de pivotların çehresinin değişmesi. Ömer, Yugoslav, Sovyet ve Amerikan ekolü pivotların bir karışımı şeklinde gelişiyor. İleride uzun rotasyonumuzun Ömer – Egemen – Emircan – Ege – Ayberk – Enes – Ege şeklinde olacağını bir               düşünelim. Düşünmeye devam edelim.

 

Genç seviyeden adaşı Ömer Al ile beraber sunacakları pick-n-roll ziyafetini hayal edelim. Çeşitlenen hücumlarda Ömer’lerin paslarıyla beslenecek Oğuzhan Yarol, Onuralp Bitim, Berk Kar, İsmet, Egehan Arna, Yesukan Onar, Metecan Birsen, Tayfun Erülkü, Tolga Geçim, Kartal Özmızrak, Kenan Sipahi, Berk Uğurlu, Cedi, Okben, Ediz, Mehmet Alemdaroğlu ve Furkan Korkmaz gibi nicelerinin bulacağı kolay basketlerin sayısını tasavvur edelim.. Şimdiden başlayalım ki, ileride (nazar değmeden) vaki olduğunda o hayaller, daha az şaşıralım, görmemişler gibi bilinçsiz davranmayalım”

 

Ömer’i özetlemek için bence bu laflar kafi. Gelgelelim, bu sene fiziksel gelişimde kusur gösterirse neler olacağını, bir üst yaş grubunun uzunlarıyla cebelleşirken gördü bu turnuva sayesinde Ömer. Gereken dersleri almalı. Ayrıca birebir hücumunun üzerinde çok çalışmalı, pozisyon tamamlamak için yaptığı hamleleri makineleştirmeli (ki, toplar şanssız şekilde geri sekmesin).

 

Erkan bir görev oyuncusu. O yüzden Serdar Apaydın gibi örneklerin maçlarını seyredip şutunu geliştirmeli. Tıpkı Berkan’ın yapması gerektiği gibi. Yoksa Oğulcan Baykan’ın yaşadığı sorunu yaşarlar. Rıdvan rol oyuncusu ile as takım oyuncusu olma arasında cendereye düştüğü için, o’na güzel bir rol biçilmeli. Yoksa, kaybolup gidecek. Zira ön plana çıkan dev bir yanı yok. Barış Ülker, ABD’ye gidince daha da kıymetlenecektir; şu anki hali, tam bir yardımcı oyuncu, daha doğrusu “sidekick” olmaktan ibaret. Savunma azmi göz kamaştırıcı.

 

Erten Gazi’den çok ümitliyim. Sezon boyu benchte oturmaktansa sahada olabilmenin ne denli yararlı olduğunu biz Erten’de gördük. ABD’ye gidiyor, NCAA’lerde bol bol pişecektir. Halihazırda sadece savunmada bir güven timsali, ama NCAA’lerde hücum ve takım oyunu alanlarında da abad olacaktır.

 

Ercan Bayrak’ın yapması gereken tek şey, David Andersen’i ve Thomas Van den Spiegel’i rol model bellemek olmalı. Arber Berisha’nın gelişip gelişmediğini bu turnuvada göremedik, umarım seneye görürüz.

 

Mümin ise tam bir yeni nesil Fransız ekolü oyuncusu gibi; atletik, ama fundamentali zayıf. (Allah şifa versin) Taner Korucu’nun bir zamanlar Efes’te üstlenmek zorunda kaldığı havlu sallama görevine mahkum olmamak için, Dusan Cantekin veya Fatih Solak’ın değil, Ömer Aşık ve Kerem Gönlüm’ün ayak izlerini takip etmeli.

 

Egehan, Ege, Kaan ve bilhassa da Oğuzhan gibi nice nefer adayından mahrum gelen, takım olmasını her iki pota altında da layıkıyla beceremeyen ve oldukça basit hatalarla, zorlamalarla oynayıp hem hücumda hem savunmada çok ecel teri akıtan ekibimizin gümüş madalya alabilmesi, tamamen bir azmin ürünüdür. Aynı maçlar tekrar oynansa büyük sıkıntı yaşarız, muhtemelen de ilk üçe zor gireriz bu ekip ve bu sistemle belki, fakat Yunanistan dışındaki hiçbir ekibin çok istikrarlı oynamayışı sayesinde gümüş madalya ve 2.lik payesi, bizim oldu.

 

Tebrikler çocuklar, muhteşem bir iş başardınız. Fevkaladeydiniz. Sizden beklenenin çok üzerinde oynadınız. Ama aynı şeyi koçlar ve idareciler açısından söyleyemediğimiz için, bu gümüş madalya altın olamadı, kalamadı; üstelik seneye bu gümüşün bile bizim enflasyonumuzda eriyeceğinden korkmamız için her türlü sebep mevcut.

 

 

Gegic ve Atic’in yanına bir de Dzanan Musa eklenirse seneye daha beter şahlanacak bir Bosna; istikrar elde edemeyen Aranitovic yüzünden bu turnuvada dağılan ama her dem tehlikeli bir Sırbistan; Papagiannis ve Charalampopoulos ile hem U19’da hem de U18’de tozu dumana katan bir Yunanistan; Echodas, Pilauskas ve Sedekerskis’in yetenekleri ile kuvvet ve boy eksikliğini örtmeye çalışan, halihazırda Domas Sabonis’e sahip bir Litvanya; Mushidi, Hartenstein ve Kiel ile gümbürdemeye başlayan bir Almanya; bu yaş grubundan yükselecek Raimo, Zoriks ve Krumins ile şimdilerde 20 – 21 yaşına yaklaşan yıldız adaylarını destekleyecek ve önümüzdeki 10 yıla damga vuracak bir Letonya; Yakushin ve Volkhin’li bir Rusya; Markkanen’li bir Finlandiya; Popovic’li bir Karadağ ve Zubac, Bender, Arapovic, Filipovic gibi nice dev adayıyla bir Hırvatistan var karşımızda. Hem şimdi, hem de önümüzdeki 15 sene boyunca karşımızda olacaklar. İspanya, İtalya ve Fransa’yı saymıyorum bile. Varın, işin ehemmiyetini, ciddiyetini sizler düşünün…

 

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

1 Yorum

Comments are closed.

Son Haberler

FENERBAHÇE GİBİ

Önce kızlarımızı kutlamak istiyorum. 2 sene üstüste Euroleague şampiyonluğunu kazanan kadın basketçilerimize ve böylesine yetenekli ve karakterli oyunculardan oluşan...

Benzer Konular