Bu sezonun ilk yarısında, yüzümüz derbilerden yana güldü. Evet, bu sözü zikretmeyeli geçmişti epey bir zaman; ama oynanan oyun içimize sindikten sonra, galibiyet değildi bize hayat veren zaten. Kaybettiğimiz veya 1 puana razı olduğumuz pek çok maçta, güzel oyun oynamak bizim için teselli değil, adeta bir nefes olmuştu. Yine öyle olacak, çünkü Beşiktaş’ın bizi kendine aşık eden yönü, güzel futbolu ve futbolun güzelliklerini oynamasıdır…
Hafta içerisinde, Rusya güdümlü ilginç bir mizansenin son halkasını tattık ve canımız fena yandı. Şu siyasi gerginlikte “keşke” son maçımızı evimizde Lokomotiv Moskova ile oynasaydık da buraya gelememenin acısını çekselerdi, dedik. Sırf bizi ekarte edip, Lizbon ile beraber çıkabilmek için geçen hafta Lizbon’a kasten (ve dikkat çekmeyecek cici bir averajla) kaybettiklerine tüm ülke hemfikir oldu. Bize düşen, buna uymamak, oyunumuzu oynamaktı. Gomez’in golüne dek, aynen bunu yaptık. Oyunu yavaşlattık, “kanserimize” çare bulmuş gibi gözüktük ve rakiplerden en çok çektiğimiz konuyu rakibe tattırıp önde baskı kurduk, defansı hep rahatsız ettik. Olmadı. 10 dakikada, rakibi güldürdük. Bizler kahrolduk…
Kahrolduk, çünkü o 10 dakikayı izlerken, geçen seneki Club Brugge maçını hatırlamadan edemiyorduk. Camiamıza karakter, duruş ve fazilet açısından ziyadesiyle yakışan kalecimiz Tolga’nın önlenemez düşüşü, artık bardakları taşırmış oldu. İlk senesindeki gibi, veya Trabzon yıllarındaki gibi oynamasını istemiştik sadece; ama hem alternatifsizlik, hem de Tolga’nın zihinsel çöküşü, bazı şeyleri niyetten öteye götüremedi…
Şenol Hoca, Türk kalecileri için bir cennettir, nimettir. Tolga’nın kariyerini zirveye çıkaran hocadır ayrıca kendisi. Güvenir, sorumluluk verir, hele de Trabzon’lu “vatandaşı”na vermediği destek kalmaz. Burada da aynısını yaptı, fakat artık en son Lizbon maçında o da (kameralara yansıdığı üzere) başarısızlığın kaleciden kaynaklandığını itiraf etti. Bu Galatasaray maçına da bu psikolojiyle, bu hayal kırıklığıyla çıkıldı..
Herkesin dilinde, “İyi oynarız ama kalede Tolga varsa yine emekler heba olur, manası yok derbiden galibiyet ummanın” sözleri vardı. Ve belki de bu yüzden, birkaç gündür Tolga kayıplardaydı; artık, kendisine bunca zamandır sadece anlayış gösteren değil, sonuna dek her şeye karşın destek veren bu taraftarı bile memnun edemeyeceğini, sorununun üstesinden gelemeyeceğini anlamış gibiydi. Hem taraftar o’nu, hem de o, taraftarı, güzel hatırlamak istiyordu. Ve gerek alternatifsizlikten, gerekse de Tolga’ya duyulan koşulsuz sempatiden dolayı, bu maç öncesinde Tolga’nın akıbetinde taraftar kararsızdı, ikiye bölünmüştü. Sakatlık sebep gösterilerek Tolga kadroya girmedi, belki de alınmadı. Ve genç Günay, hayatının en ağır sorumluluğunu bu maçta üstlenmek zorunda kaldı…
Maça dair söylenebilecek tek şey, Galatasaray’ın geçen seneki “şampiyon” halinden eser kalmadığı için enkaz gibi oynadığı ve maçın tamama yakınının Beşiktaş tahakkümü altında geçtiğidir. Felipe Melo’su (veya muadili) yokken, Galatasaray takımı “büyük” gibi oynamıyor, Astana’ya karşı bile ecel terleri döküyor. Çünkü bir sistemi olsa da, bu sistemi layıkıyla uygulayacak oyuncuları yok; ve en önemli role, yani takımın savunmada arkasını toplayacak, orta alanda top kesecek “çöpçü” pozisyonuna kimseleri koyamamış. Benzer bir durum, Veli sakatken Atiba’nın tek kalması ve çok yorulması yüzünden Beşiktaş’ta da görülüyordu, ama Beşiktaş’ın akıcı ve dinamik hücum futbolu, yediğinden fazla gol atarak bu açığı pek çok maçta örtebilmişti.
Bu maçta da Beşiktaş, uzun yıllardır ilk kez bu sezon yaptığını yaptı; yani rakibin oyun anlayışını kabul etmedi ve kendi kimliğini baskın çıkardı. 90 dakika ataktaydılar, ve özellikle ikinci yarıda, Gökhan Töre’nin (az da olsa) varlığıyla çok mutedil, istikrarlı ataklar sergilediler. Son vuruşlarda ileri uç oyuncuları biraz daha keskin olsa, veya Galatasaray’ın kalesinde Muslera değil bir başka kaleci olsa, Beşiktaş, maçı en az 2 farkla kazanırdı. Üstelik, Günay’ın yediği o çok şanssız ve beklenmedik gol moralleri bozmasına rağmen.. Çünkü, rakibin 80 dakika boyunca adamakıllı tek bir atağını bile görmedi kalesinde Beşiktaş. Ve buna tutunup, daha da kuvvetli ve pervasızca yüklenebildiler Galatasaray kalesine…
Gomez, Muslera’nın normalde yemeyeceği türden bir şutla klasını konuşturup golünü attı; ki bunda şaşılacak bir durum yok, kendisi Avrupa’nın halen daha en iyi son vuruşçularından biri. Gökhan da, Kerim’in güzel ortasında rakibin (Sabri) hatasını affetmedi ve kurnazlığını gösterip maçın hakkını Beşiktaş’a verdi, bu da tamam. Çünkü bu gollerin ikisi de, nice akının sonunda gelen “dinamizm” ve sistem golleriydi. Şanstan öte, oyun karakterinin bir eseriydi. Sosa ve Oğuzhan çok formdaydı, Quaresma da Lizbon maçı ile birlikte “akıllanmaya” başlayıp çok tehlikeli bir hale geldi (rakipler için tabi; yoksa kaptırdığı her toptan sonra kart görme fetişizmi bizlere halen korkulu anlar yaşatıyor sağ olsun).
Bu maçta tek beğenmediğim oyuncumuz, yine imkansız goller atma sevdasıyla kendini lüzumsuzca başka bir kalıba sokmaya çalışan Olcay’dı. Kerim’i görünce, Olcay’ın sırıttığı noktalar daha net anlaşılıyor. Belki de bu yüzden artık her maç Kerim Olcay’ın yerine girmiyor; zira Olcay bize lazım, dikkatleri üzerine çekmeden toparlanmalı. Kerim nasılsa mikrodalga gibi; girer girmez 100 dakikadır sahadaymış gibi sıcak oynuyor. İsmail de sol kanatta çok güzel bindirmeler yapıyor. Zaten sonuçlarını da görüyoruz. Rhodolfo ve Ersan’ın da temiz bir maç çıkardığını söyleyebiliriz. Gökhan’ın gol sevincine ise ben bir özel anlam yükleyemedim, muhakkak bir mesajı vardır diye düşünüyorum..
Galatasaray’da ise, her ne olursa olsun, Sneijder’in golü ustalık isteyen bir vuruştu; o yüzden tebrik ederiz. Burak ve Umut’un artık rakiplerce “çözüldüğü” ortadayken, Podolski’nin yanına Elmander tipinde bir ismin gelmesi gerek, diye düşünüyorum. Nitekim Melo da yokken, takım hücumdan savunmaya geçtiğinde zorlanıyorlar; fakat savunmadan hücuma geçerken, top tutacak ileri uç oyuncuları olmadığı için daha çok zorlanıyorlar. Beşiktaş bu ihtiyacı hem Gomez hem de Cenk ile karşılayabiliyor. Doğru transfer politikasının etkileri…
Son olarak, kalecimize bir değinelim yine. Günay bugün, Fevzi Tuncay’ın, Alan McGregor’un, Rüştü Reçber’in, Vedran Runje’nin yediğine benzer, çok talihsiz ve hatalı bir gol yedi. Ama o’nun kredisi, gerek Tolga yüzünden, gerekse de genç yaşı ve tecrübesizliğine rağmen giydiği ateşten gömlekten ötürü, bu gece sonsuzdu. Yenilsek de kabulümüzdü; hatta sadece bu gol bizi galibiyetten etse, suçu yine Tolga’ya atar, Günay’a laf etmezdik. Fakat bana kalırsa, asıl şimdi Tolga’yı tümüyle kaybettik. Çünkü hem taraftarın, hem Şenol Hoca’nın, hem de Tolga’nın zihninde, “Tolga yoktu ve bu sayede kazandık” algısı oluşacak ister istemez. Oysa berabere bitse veya kaybetsek, Tolga için halen daha bir ümit, bir yer, bir şans olduğunu düşünecektik, aksi mümkünsüzdü. Zaten iki durum birbiriyle çok yakından alakalı değil mi?
Her ne sebeple olursa olsun, kendi oyuncumuza küfür veya saygısızlık etmek, bizlere yakışmaz. Kimselere küfür veya saygısızlık yakışmaz evvela; çünkü bunu, hakemlerden bu maçta zerre kadar medet umamayacak, mağlubiyeti hakeme bağlayamayacak kadar kötü oynayan Galatasaray’dan Selçuk İnan (hakeme karşı) fazlasıyla yaptı, yani nasılsa bunları yapan birileri var. Tolga bizim oyuncumuzdur, oynamasa bile hakiki bir “Beşiktaş”lı olduğu gerçeğini, insanlığını kimseler değiştiremez. Şerefli ikinciliklerin takımıysak, kendi oyuncumuzdan istem dışı gelen hatalara da hep aynı tahammülle yaklaşmasını bilmekle yükümlüyüz. Çünkü Tolga Zengin, bir Rade Zalad değil. Ne olursa olsun, takımı “satmaz”. O yüzden, varsın başka bahara kalsın galibiyetler, o’nun şerefli canı sağ olsun. Çünkü bizler için galibiyet değil, güzel oyun, güzel futboldur hakiki olan. Perşembe günü bunun meyvelerini alamadık, bugünse almayı başardık. Hepsi bu. Günay’a hatasından sonra üçlü çektirmektir bizim mefkuremiz, Tolga’ya lanetler okumak değil. Gerekirse, şanıyla yollarız takımdan, ama, bize yakışmayanı yapmadan yollarız…
Kara Kartalımız’a sonsuz tebrikleri, başarıları ve güzel futbolu daim olsun, tertemiz kalmayı becersin…
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc