Winston Churchill’in 2. Dünya Savaşı’nda Britanya halkını cesaretlendirmek için verdiği meşhur söylevde ‘sizlere önümüzdeki dönemde kan, ter ve gözyaşı ama sonunda zafer vaat ediyorum’ sözü çok meşhurdur. Beşiktaş’ın Demirören tarafından adeta 8 Mayıs 1945 günü Berlin’in içinde bulunduğu enkaz hali gibi bırakılmasından sonra elini taşın altına koyarak gelen yönetim özellikle anmadan geçemeyeceğim Önder Özen ve tabii ki Bilic transferleriyle Beşiktaş’ın üzerindeki ölü toprağını atmaya başladı.
Maddi olanaksızlıklar içinde genç ve oynama iştahı olan bir kadro kuruldu ve Beşiktaş Samet Aybaba zamanında bile özellikle defansif hatalarıyla sonuca gidemese de göze hoş gelen, hızlı ve keyifli futbolun sinyallerini vermeye başladı. Yalnız geçen sezon da gördüğümüz gibi takımda tecrübe eksikliği çok fazlaydı ve Bilic de iyi bir insan ve babacan bir hoca olmasına rağmen bazı maçlarda oyuna gerekli müdahaleleri yapamıyor ve futbolcuları Lucescu’yu da isyan ettirip kaçıran Türk futbolunun oligarkları ve derin düzenine karşı yeterince hazırlayamıyordu.
Beşiktaş bugün de Fenrbahçe veya Galatasaray kadar futbolun ön ve arka planındaki birtakım oyunları beceremese de bizler de taraftar olarak zaten bunu talep etmiyoruz. Bizim için Melo, Burak, Emre veya Volkan tarzı futbolcularla kazanılacak şampiyonluk mutlaka bir burukluk yaratır. Bugün akşam Beşiktaş Çarşı’yı tıklım tıklım dolduran taraftarları gören ve izleyenler bunu zaten anlar. Ve yine bunun içindir tarafsız gözle bakabilen futbolseverlerin Beşiktaş’a duyduğu sempati.
Trabzonspor, bana göre iyi bir hoca olan Ersun Yanal ile yakaladığı havanın özgüveniyle Beşiktaş’a karşı deplasmanda en yapmaması gerekeni yapıp açık ve cesur bir futbol anlayışıyla maça başladı ama daha 5. Dakikada gelen Veli’nin nefis golünün ardından bozulan dengesi Demba Ba’nın topukla attığı golle Trabzon için maçı orada bitirdi.
Daha önce de söylediğim gibi düzgün bir saha ve coşkulu bir taraftar kitlesi bulunca Beşiktaş’ın zaten hep olan iştahı tavan yaptı ve attığından fazlasını da kaçırarak önemli bir zafere imza attı. Açıkçası bu sezon deplasmandaki Partizan maçı dışında ilk defa bir maçın son 20 dakikasını hem de Beşiktaş için çok riskli sayılabilecek 2-0 gibi bir skora rağmen nispeten daha az tedirgin izledim çünkü Trabzon’un koskoca 90 dakika boyunca bir tane bile endişe yaratacak pozisyonu yoktu. Bunda Trabzon’un kötü bir gününde olması kadar Beşiktaş’ın da kusursuza yakın oyununun ve futbolcular arasındaki yardımlaşma ve koordinasyonun büyük payı vardı.
Eğer Beşiktaş geçmişten dersler çıkardıysa, zaten hep varolan hırsını ve oynama isteğini Sosa ve Demba Ba’nın kattığı akıl ve soğukkanlılığın yanında Comandante Bilic’in de takımı etkin ve olgun yönetimiyle birleştirebilirse önü daha da açılacaktır. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın çok daha kaliteli ve kariyerli futbolculardan oluşan ama daha doymuş, yıpranmış ve yaşları ilerleyen kadrolarına göre daha aç ve istekli olan Beşiktaş bu sezonu yoğun maç trafiğine rağmen iyi değerlendirmelidir ve uzun süredir ekilen tohumlar artık yeşermelidir. Olcay’ın maçtan sonra verdiği röportajda esprili bir şekilde ‘Veli sol ayağıyla harika bir vuruş yaptı, belli ki beni örnek aldı’ sözleri takım içindeki arkadaşlık ve duygu bağını göstermesi açısından bana göre çok önemlidir. Beşiktaş 80’lerin sonundaki Kolej Takımı havasına ilk kez bu kadar yaklaşmıştır.
Yeri geldiğinde tekmeye kafa sokan Mustafa Pektemek’in kırılan burnundan boşalan kanlar, futbolcuların son damlasına kadar terlerini akıttıkları formaları ve taraftarların birkaç sezondur bitmeyen gözyaşlarının sonunda zaferin de geleceği günler yakındır. Bugün şampiyonluğa giden yoldaki engellerden sadece bir tanesi aşıldı ve yol uzun. Özellikle de kötü oynarken de bir şekilde kazanmayı bilen rakiplere karşı iyi oynarken bile kazanamyan bir Beşiktaş yine hayal kırıklığı yaratır ama bu akşam olduğu gibi bazı başka maçlarda da örneklerini verdiği futbolu devam ettirebilirse güzel günler göreceğiz.