Devam edelim; Can Mutaf, benim Cedi ve Melih Mahmutoğlu ile birlikte muhakkak bu kadroda görmek istediğim bir isimdi. Çünkü kulübünde bu yıl hemen her maç benchten gelip X-Faktör oluyordu ve inanılmaz bir azim, dinamizm, delicilik, savunma becerisi ve şut kabiliyeti katıyordu sahaya. Tam da hak ettiği yıldı milli formayı. Çok çok yazık oldu. Gelemedi. Umarım, önümüzdeki yıllarda bu şansa erişir.
Kenan Sipahi, buradaydı, hatta Fenerbahçe’de bu yıl savunma alanında gösterdiği büyük başarı ile burada olmayı da hak ediyordu; ama kabul edelim ki, geçen sene çağırılıp, sakatlığı sebebiyle turnuvaya gelemediğindeki hali ile, bu yılki hali arasında çok fark var. Geçen yıl o yok diye hücumlarımız kısır geçiyordu, bu yıl o’nun varlığı hücumda hiçbir şeyi değiştirmeyecekti kabaca. Benim merak ettiğim bir husus var: Kenan şu an neyi iyi yapıyor? Diğer oyun kurucularımızdan farkı ne yani? Şut mu? Skorerlik mi? Asist mi? Savunma mı? Liderlik mi? Enerji mi? Hayır, hiçbir üstün yanı yok. Geçen sene bu sorunun yanıtını söyleyebilirdik kolayca, ama bu sene imkansız. Her bakımdan ortalama oynuyor. Keşke eli kırılmasaydı da geçen seneki dünya şampiyonasında kendisini esas cevherleriyle esas halinde seyretme imkanı bulsaydık. Zira bu yıl Obradovic’in Kenan’ın zihninde yarattığı korku psikolojisi, Kenan’ın içine işlemiş, özgüvenini, yeteneğini köreltmiş (yoksa tek bir el sakatlığı tüm karakterini değiştirebilir mi ki bir genç oyuncunun?)
Kartal, geçen sezon başında verdiği radikal kararın meyvesini topladı, en çok gelişen gencimiz oldu. Çünkü oynadı, sorumluluk aldı. Sakatlıklar vesile olsa bile, yine de Kartal’ın Eurobasket’te son 12 kişi arasına ismini yazdırabilmesi gurur verici. Seneye kulüp takımında (Beşiktaş) gelişimi sürer umarım. Çünkü Kartal, şutunu, liderliğini, topa yön verme kabiliyetini geliştirdi. İkili oyunları oynayabilir hale geldi. İyi üçlük sokmaya başladı. Savunması ve penetreleri halen yetersiz, hatta biraz da fazla top kaybediyor (veya verimsiz kullanıyor) ama en azından, bir kimliği, karakteri var oyununun. Eminim ki, Dixon çuvalladıkça, Kartal şans bulacaktır. Emircan ve Egemen’in son kadroya kalamaması üzücü; ama nasılsa yakında onlar tümden bu formayı devralacak. İlk adımı atıp, aday kadroya girebildiler. Egemen’i 3 numarada, Emircan’ı 4 numarada, Ömer Yurtseven’i de 5 numarada seyredeceğimiz günler gelecektir (unutmayalım, Egemen’in hedefi 3 numaraya doğru evrilmek). Samet ise, bir basamak daha atlayıp hücumda iyice evrilmezse, daha çook çağırılıp döner aday kadrolardan.
Lig şampiyonundan elbette ki milli takıma oyuncu çağırılır; fakat şampiyon eğer tamamen yabancılar üzerine kuruluysa, o zaman çağırılan isimlerden birisi (Barış Hersek) adam yokluğundan bu kadroda yer bulur, diğeri de, devşirme olarak gelen bir yabancı oyuncudur. İşin özeti, bu. Barış, eskiden ayaklarla çok iyi savunma yapar, direnirdi. Ama Mehmet Okur’a mı yoksa Kaya Peker’e mi özendi bilinmez, oyunu potadan uzaklaştıkça rekabetçiliğini ve savunma kabiliyetini yitirdi. Artık bizim takım kimliğimize birebir uymuyor; üstüne üstlük dış şutları da bitirmekte büyük bir istikrar problemi var. Şahsi fikrim, Ömer Aşık hiç sakatlanmasa, veya Enes Kanter buraya gelse, Barış’ın, yerini tümden Furkan Aldemir’e devredeceği yönünde.
Eveet, geldik ilginç hadiselere. Meraklanmayalım, çok konuşmayacağım, özet geçeceğim. Ömer Aşık’ın kadrodan çıkartılması, şanssız bir sakatlık kadar, New Orleans Pelicans’ın bir siyasetinin de sonucudur. Ben hep şikayet ederim, “niye bu kadar fazla hazırlık maçı oynanıyor?” diye; ama asıl rahatsız eden konu, bu kadar maçın niye illa dip dibe, arka arkaya, bu kadar sıkışık ve yoğun bir takvimde oynanıyor oluşudur. Ömer, Doğuş, Can, daha evvelki yıllarda Birkan ve Engin, hep bu dertten muzdarip oldular; çünkü kime o kadar sık tempoda o kadar çok maç yaptırırsan yaptır, elbet bir sakatlık çıkar; kaldı ki, bu oyuncular zaten sene boyu çok yorulmuş yıpranmışlar. Hem sakatlığa davetiye çıkarırsın, hem bu yüzden Pelicans ve hatta Spurs gibi bir organizasyonun bile eline, oyuncularını milli formadan geri çekmelerine dair koz verirsin, hem bir de üzerine milli takımın gücü azalır bu eksilmeler yüzünden. Ama bu sefer de piyango, son birkaç turnuvadır tek hakiki “dev” uzunumuza, Ömer’e vurdu. O gelebilse, Ömer-Furkan veya Ömer-Ersan ikilileri çok can yakardı savunmada ve ribauntlarda. Olmadı.
Enes ise, silme siyaset yüzünden burada yok. Evvelki yıllarda akranı Valanciunas her turnuvaya gelip deneyim ve madalya toplarken, Enes, üstelik de bir buçuk yılını yine katakulliler (Calipari’ye selam) yüzünden kaybetmesine rağmen, turnuvalara burun kıvırırdı. Bu yıl, işler çığrından çıktı. Bu gidişle, Enes Kanter milli formayı hiç giyemeyecek. Ne anlamı var acaba siyaseti bu işlerde bu kadar belirleyici faktör yapmanın? Enes, müdafaa sevmez, zaten kariyerini başka türlü çizmiş kafasında; ama dünyanın şu andaki en iyi boyalı alan bitiricisi ve post hareketleri konusunda Hakeem Olajuwon’u anımsatır bir düzeyde (idi diyelim, giderek şuta yönelip potadan uzaklaşmaya başladı). Takım oyuncusu olmaktan her gün daha fazla uzaklaşsa bile, bireysel yetenekleri o’nu üst seviyelere taşımaya yetiyor şimdilik. Çok etkili bir ribauntçu, kusursuz bir orta mesafe şutörü. Ama, neticede, burada yok.
Yerine, yine ve yeniden, Semih – Oğuz ikilisi var. Semih birebir savunmada çok iyi, ama ikili oyun savunurken, yani karşısında birden fazla zihin varken, felaket durumda. Oğuz ise, daha faydalı, ama fiziği o’nun ne tam bir 5 ne de tam bir 4 numara olmasına müsaade etmediği için, yavaşlığı, hantallığı ve boy dezavantajı, katkısını kısıtlıyor. Karşısında kalıpsız veya kısa bir rakip gördükçe, Gustavo Ayon gibi sırtına alıp post hareketiyle potaya kadar gidiyor, sayı atıyor. Orta mesafeden isabetleri de var. Savunmada da sert, ama YAVAŞ. Kısıtlı bir sürede, ivme verecektir sadece. Ki bu ivmenin boyutu, geçen yılki Yeni Zelanda maçındaki gibi takımı kurtarabilir. Semih’in sırtı dönük hücumu Oğuz kadar iyi değil, ama Oğuz’dan daha iyi bir ribauntçu ve daha atletik bir uzun. Fırsatçılığı sayesinde bol bol smaç vuracaktır. Son 12’de bu iki isim de var. Furkan Aldemir ise, medar-ı iftiharımız. Savunmada blokları ve mücadelesi ile bayrak direğimiz, ribauntlarda övünç kaynağımız. Hücumda alan açmak ve hücum ribaundu toplamak dışında bir tehlike arz etmiyor, ama bu bile bize yeter. O da kaldı son 12’ye çok şükür.
Birkan, kadrodan kesilen son isim oldu. Sakatlık sonrası yaşadığı düşüşle, bu gayet normal. Melih Mahmutoğlu ise, pas trafiğine katkıda bulunup oyununu geliştirdi. El üstünden şutu olmasa bile, dribbling üstü şutunu da ilerletti. Zaten kadrodaki tek “temiz” ve istikrarlı skorer, çünkü birinci sınıf bir şutör. Gençlik yıllarından beri sadece şuta ağırlık vermesi bu sefer işine yaradı. Pek çok maçta Dixon ile beraber en skorerimiz o olacaktır. Zaten başka skorer çıkarmamız da çok zor.
Sinan, zaten dikine giden tek ismimiz. Ama çok yıprandı ve yaşlandı. Çok sık top kaybı yapması, bundandır. Göksenin o’na yardımcı olmak zorunda. Yoksa, potaya giden kimse kalmayacak takımımızda. Buradan sözü Dixon’a getirelim. Goudelock, Langford veya Farmar gibi, Dixon da hep Ergin Hoca’nın, içinde bir parça Naumoski, bir parça Arroyo bulmaya çalıştığı oyuncular. Takım kimyasına veya oyununa bir katkıları yok, ama tek başlarına maç kurtarıyorlar. A tabi bir de, savunmaları çok eksik. Dixon bu isimler içerisinde en sempati duyduğum kişiydi, ama bu yıl aşırı derecede yıprandı ve bu da bizim başarı seviyemize doğrudan yansıyacaktır. Zaten zayıf olan fiziğini, yine bireysel oyun anlayışıyla zorlayıp iyice tükenecek. Peki, madem biz 1 numarayı bir yabancıya teslim edip “biz bu işi beceremiyoruz” pankartını açacaktık; peki niye yaratıcılığı olan birisini, hakiki bir oyun kurucuyu devşirmedik?
Benim devşirme konusundaki görüşlerim belli: sevmiyorum. Üstelik, burada bahsettiğim üzere, ben Dwight Hardy, Sam Young veya Justin Carter tipi bir oyuncuyu yeğlerdim. Kabul edelim, biz, devşirme yapmayı beceremedik. Nerede sistemimize en aykırı tipte oyuncu var, numunelik olarak gidip onu seçtik. Langford teşebbüsünde de bu böyleydi. Sandık ki, 80’lerin 90’ların Türk basketbol liginde olduğu gibi, skor üretme görevini tek bir kişi üstlenebilir, kalanları da ona savunma ve pas ile destek olur. Ama ne dönem artık o dönem, ne de bizim devşirmelerimiz bir Paul Dawkins, Ron Heigler, Petar Naumoski ayarında. Oysa bizim, üretken ve taşıyıcı, kalburüstü takım oyuncularına ihtiyacımız var. Justin Carter, Dwight Hardy, Sam Young gibisinden.
Ersan, nihayet geri döndü. Lider değil, doğru düzgün pas alamazsa skor bulmakta da tümden hücum ribauntlarına bel bağlar hale gelir, ama birinci sınıf bir boyalı alan bitiricisi. Dengeli fiziği o’nu dış şutlarda ileri taşıyamıyor, ayakları hızlı oyunlara müsaade etmediği için 3 numara fiziğiyle mecburen 4 numara oynuyor (ki Allah’tan modern “stretch” 4 numaraların yapısı Ersan’ın oyun anlayışına uygun). Ribauntlarda Furkan Aldemir ile ikisinin terör estirmesini bekliyorum, o yüzden de potaya yakın oynamasında fayda var. Savunmada zaten bir sorun yaşamayacaktır.
(Devamı var)
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc