Dün gece, yani 9 Şubat 2017 tarihinde, Efes camiası, büyük bir vefa örneği sergiledi ve kulüp tarihinin en yüksek zirvesini bizlere yaşatan yapılanmanın saha içerisindeki en büyük efsanesinin formasını, emeklilik töreniyle taçlandırdı.
Daha evvel de, aynı yapının baş mimarlarından koç Aydın Örs‘e benzer bir incelik/vefa gösterilmişti.
Umarız, sıradakiler, Pano Natof ve Doğan Hakyemez başta olmak üzere, Ufuk Sarıca, Tamer Oyguç, Volkan Aydın gibi bu yapının diğer hayati parçaları olur. Conrad McRae‘nin anısına da benzeri bir tören düşünülür. Koraç Zaferi’nin yıldönümlerinde toplaşmakla kalınmaz.
Neden mi?
Çünkü, ileri gidemeyenlerin hayatında, mazi, bir gönül yarasıdır…
1993 ve 1996’da, modern olmayan ama popüler olan, Bozidar Maljkovic’in fikir babası olduğu savunmacı ekolün etkisinde, Efes, kıta şampiyonalarında tepe noktasını yakaladı. İlkinde kaçırdığını ikincide yakaladı ve nice şer ve menfi şarta karşın söktü aldı.
2000 ve 2001′de aynı “lokomotif” kulübümüz, başka türlü yapılanmalarla, modern basketbola öncülük ederek Euroleague Final-Four’u oynadı.
Sonrasında, 2001 krizi patlak verdi. Belki de bir tek Efes bu durumdan çok olumsuz biçimde etkilenmedi ve bütçesini kısmadı. Öyle ya, diğer lokomotif ekiplerden Tofaş’ın kapandığı, Ülker’in inorganik birleşmeler sayesinde ayakta kaldığı bu dönemde, kadrosunu ve bütçesini koruyabilen, yatırımlarını basketboldan geri çekmeyen bir tek Efes vardı.
Ama, Maccabi’ler, CSKA’lar, Siena’lar, TAU Ceramica’lar, Real Madrid’ler, Barcelona’lar, PAO’lar ve Olympiakos’lar bu yeni Euroleague sisteminde adım adım başarıyı yakalarken, Efes bir daha belini doğrultup doruklara tırmanamadı. Belki istikrarlı bütçesi sayesinde bir Kinder faciası olmaktan kurtuldu, ama en tepeye de mecali kalmadı.
Niye peki?
Vefasızlıktan…
Çok bilmişlikten, tahammülsüzlükten ve aşırı özgüvenden…
Kadroyu kime kurduracağını bilememekten…
Kadroyu kime emanet edeceğini seçememekten…
En beteri de, sabredememekten…
Tabi, hepsinin temelinde aynı vefasızlık var. Eskiye duyulmayan saygı yüzünden, kimin hangi sistemle veya özveriyle nasıl başarıyı yakaladığını bir türlü hatırlayamıyor Efes.
Mesela, scouting, yani gözlemcilik, hangi esaslarla ve inceliklerle yapılmalıdır?
Altyapı, üst yapıya nasıl dönüştürülmelidir?
Her gencimizden bir Mirsad Türkcan hırsı ve azmini beklemek doğru mudur?
Yabancı – yerli dengesinde nelere dikkat edilmelidir?
Yabancı oyuncular, pratisyenlerden mi, yoksa fark yaratan özel yeteneklilerden mi seçilmelidir?
Hangi idman teknikleriyle bu iş, sakatlıktan âri yürüyebilir?
Tecrübe, parayla satın alınabilinir mi? Yoksa, kiralanır mı? Ve ikisinin arasında ne fark vardır?
Koç tercihinde, hangi prensiplere saygı duyulmalıdır?
Egosuz orta kalite isimler mi, yoksa bir süperyıldızın etrafında birçok yıldız parçacığı mı, o da olmadı bir mega yıldızın önderliğinde yıldız adayı gençler ve tecrübe abidesi rol oyuncuları mı Efes gibi bir kulübe başarı getirebilir?
Herkesin bu konularda bir fikri vardı elbet, ama kimse kimsenin fikrini sormayınca, işler hiç yürümedi…
***
İşte bu durumun sonucunda, formasının tasarımında bile eskilerin tadı kalmayan Efes yönetimi (tabi ki burada Tuncay Özilhan’dan bahsediyoruz), eskileri yüceltmeyi anımsadı.
Farkındaysanız, “pace & space” denen yeni, modern basketbol ekolü, almış başını gidiyor. Hem de, haddinden fazla rağbet görerek ve limitlerini zorlayarak gidiyor.
Daha ne biz, ne de basketbolcular, bir pozisyonda olanları layıkıyla hazmedemeden, hoop öteki potada başka bir serüven başlıyor. Böylece biz, ya seyrederken işin taktiksel yönünü bırakıyoruz, boşveriyoruz ve düşünemeden sadece eğlenmemize bakıyoruz,
Ya da, 100 metreciden ve yüksek atlamacıdan hallice nice hormonlu süper-atletin, az sayıda taktik, çok sayıda pozisyon ile “Bam! Bam! Bam!” savruluşundaki stratejileri çözmeye çalışıyoruz.
Eskisi gibi, “high fundamental, low possession” oynayarak, dünyaya, yani NBA’e ayak uydurulmuyor. Doğru. Her haltımızı NBA’e göre tasarlıyoruz, çünkü o ligin ekonomisiyle ve kaliteli yapısıyla Avrupa ve Çin, birleşse bile başa çıkamaz şu an, ama dünya ve Olimpiyat şampiyonluğu, ABD’yi yenmekten geçiyor. Bu da doğru. Doğrudan öte, acı bir gerçek. Zaten Çin’de sadece 1’e 1 hücum yapan eski tip yıldızlar sahne alıyor.
Peki, ya Avrupa? 80’lerin sonunda, 90’ların başında ve ortasında, NBA, iki dalga halinde, Avrupa’da yeteneği ve birebir hücumu olan tüm üst düzey isimleri topladı. Avrupa, mecburen değişti, ve sistem basketbolu, yıldızların önüne çıktı. Bu dönemde, “son kalan yıldızlar” sıfatıyla varoldu Naumoski ve türevleri. Ve bizi kendilerine “âşık”, koç ve idarecilerimizi de “muhtaç” ettiler.
Ne Efes, ne Aydın Örs, ne de Ergin Ataman, Naumoski’siz, Petse benzeri komutanlarsız oynayamadılar, yapamıyorlar. İçlerine işlemiş bu. Çünkü, basketbola âşıklar. En eski Naumoski’lerden Obradovic bile, değişmeye çalışıyor, ama elinde bir Bogdanovic olmadan yapamıyor. Çünkü, oynarken saha içinde koçun sözcüsü olmaya alışmış. Basketbol, bu demek çünkü. Biliyor. Birisi elçi olacak, lider olacak, baş olacak. Zorunlu bu, biliyor. Hissediyor damarlarında. Kolay değil çünkü aksi…
Eskiden, basketbol bir nevi satrançtı. Rakiplerin birbirini süzecek vakti vardı.
Şimdiyse, anca sezecek vakitleri var. Ki, günden güne insanın fiziksel limitlerine dayanıyor sistem, ve sezecek vakitleri bile azalıyor.
NBA’de hakiki basketbol, artık play-off’larda başlıyor sadece. Sebebi çok uzun, girmiyoruz.
Avrupa’da ise, halen biraz satranç oynanıyor, evet. Fakat tüm gerekli yeteneğin kaymak tabakasını NBA alıp benchte çürüttüğü için (bir vakitler futbolda Fenerbahçe de bunu Anadolu takımlarına yapıyordu), artık Vezirler ve Kaleler olmadan bu satranç oynanıyor. Zeka halen en mühim faktör, ama tempoyu ayarlayanlarların elinde Fil, At ve Piyon kaldığı için sadece, böylesi bir satranç da katiyen eski tadı vermiyor, veremiyor. Yine de satranç, satrançtır…
Sözün özü, şu: Eskiden, 30 saniyelik bir hücum süresinde, topu elinde 20 saniye boyunca tutan oyuncu, takımının kumandanlığını yapıyor ve işin en doğrusunu biliyordu. Şimdiyse, 24 saniyelik hücum süresinin 14 saniyesinde topu elinde tutanı “dövüyorlar”.
Paylaşmak güzel, her oyuncu bu oyundan artık zevk alıyor. Fakat esasen sistemin gerekliliği yüzünden değil, 14 saniye boyunca topu elinde tutacak “kalitede” adam kalmadığı için, kimse işin doğrusunu bilemiyor artık.
Geriye iki isim kaldı yalnızca: sonradan Naumoski’leştirilen Sinan Güler, ve Krunoslav Simon. Onlar da canı çıkıncaya kadar oynadıkları ve etrafındakiler düşük frekansta kaldıkları için can çekişiyorlar…
Kumandanlar, generaller devri (ne yazık ki) çoktan bitti. Devir, en büyük rütbesi Teğmen olanların devri. Hepsi savaşıyor, ama sahada bir General olmayınca, hiçbirisi biad/saygı kültürü içinde kendini hazır tutmuyor ve yeteneklerini sivriltmiyor.
Bu yüzden artık bir Ömer Onan, bir Volkan Aydın, bir Murat Evliyaoğlu yetiştiremiyoruz, yetiştirdiklerimizi hayata geçiremiyoruz. Litvanya da bu yüzden Karnishovas’ları, Chomicus’ları, Kurtinaitis’leri, Stombergas’ı mumla arıyor. Fransa’daki en zeki oyuncu bir oyun kurucu değil, Boris Diaw. Ayrıca De Colo hariç bir Rigaudeau keskinliğinde sürükleyici bulamıyorlar. İtalya… zaten içler acısı. İspanya’dan guard yetişmesi artık çok zor (altyapılardaki jenerasyonları izleyin lütfen), Yugoslav ekolü ise tıpkı bizim gibi, sadece altyapıda başarı kazanıyor. Belki bir tek Yunanlılar kaldı işin temelini hatırlayan…
Mesele, sadece kalite değil, tür meselesi. Bileğine güvenilir kaç şutör tanıyoruz? Bunlardan kaçı, boşta kalmadıkça el üstünden kendi şutunu yaratabiliyor? Sadece ABD asıllılar yapıyor bunu, değil mi? İşte bu yüzden, her takım, iskeletini yerlilere değil, Amerikalılar’a dayandırıyor. NCAA artık buraya, Avrupa’ya adam yetiştiriyor. Altyapıyı iyi beceren, çok yönlü ve kafası çalışan adamlar yetiştiren Avrupa ise, NBA’e adam yolluyor…
Bundandır ki, Naumoski’ye olan saygımız gitgide artıyor. Eskiye özlem değil sadece bu, eskiye, basketbolun temellerine duyulan ihtiyaç…
Tebrikler Petse… Bodiroga’yla beraber NBA’i reddettiğiniz gün, herkes için, basketbol için bir kurtuluş günüydü…
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc
Youtube: Turuncu ve Siyah Kadar Yuvarlak