Uzun zaman sonra ilk kez maç analizini yapmak için klavye başına moralli, umutlu bir şekilde oturduğumu belirtmeliyim. Sadece bu bile biz Beşiktaşlıların nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu yansıtıyor diye düşünüyorum. Aslında geçen hafta Beşiktaş’ın kendi sahasında kaybettiği Sivasspor maçının ardından artık bu sezon için umutların tükendiğini savunan, “Kayıp Sezon” başlıklı bir yazı yazmış ve artık ne olursa olsun gereksiz ümitlere kapılmayacağıma kendi kendime söz vermiştim. Ancak bugünkü maçtan sonra umut ışıklarımız yine ışıl ışıl parlamakta! Futbol taraftarlığı tam olarak böyle bir şey sanırım…
Beşiktaş sezon başından bu yana en çok eksiği olan maçına çıkıyordu ve doğal olarak herkes endişeliydi. Dün rakiplerden Galatasaray’ın kötü bir futbol oynayarak kaybettiği puana rağmen çoğu Beşiktaşlı sevinmek konusunda temkinliydi, zira kendi takımlarına haklı olarak güvenemiyorlardı. Defanstan Pepe ve Adriano yoktu, boşluğu doldurması beklenen Medel maça ısınırken sakatlanıp yedeğe çekilmişti. Takımın bankolarından Babel’in yanısıra diğer kanat oyuncuları Lens ve Gökhan Töre de yoktu. Bununla beraber kadrodışı bırakılan Tolgay ve kulübede oturtulmayı hak eden Oğuzhan’ı da düşününce bambaşka bir 11 ve oyun düzeni çıktı karşımıza. Ama Medel’i hariç tutarak söylüyorum, iyi ki de öyle olmuş!
Stoperde Vida’nın yanında yer bulan Necip her zamanki gibi güven vermeyen ama idare eden, sarı kartsız bitiremediği bir maç çıkardı. Normalde sanırım sakatlığı yüzünden oynamayacakken Medel sakatlanınca 11’e alınan Gökhan Gönül erkenden çıkmak zorunda kalınca uzun zamandır forma şansı bulmasını beklediğimiz altyapıdan Fatih oyuna girdi, ama nedeni anlaşılamayan bir şekilde asıl mevkii stoperde değil sağ bekte yer bulabildi. Yine de bu bölgede de hiç sırıtmadı, mücadeleci futboluyla katkı sağladı. Adriano’nun yokluğunda sol bekte alternatifsiz kalan Caner ise alışıldık futbolunu oynasa da, çevresindeki isimler çok daha kolektif bir futbol oynayınca buna ayak uydurmayı becerebildi, gereksiz uzun top ve ortalarını minimuma indirerek faydalı oldu.
Asıl Beşiktaş’ın çehresini tamamen değiştiren şey ise takımın omurgasına yapılan dokunuştu. Evet Dorukhan ve Ljajic’li orta sahadan söz ediyorum tabii ki. Maçın yıldızı kimdi diye sorulsa ilk akla gelenler olarak Ljajic ve Güven’den bahsedilebilir, ama bana göre maçın yıldızı kesinlikle Dorukhan’dı. Orta sahada Tolgay ve Oğuzhan’ın uzun zamandır devam eden gamsız oyunları nedeniyle hasret kalınan dinamizmi öylesine aşıladı ki Dorukhan, bu adeta Beşiktaş’ın futboluna can verdi. Atiba’nın genç zamanlarındaki bitmek bilmeyen enerjisinin, daha kaliteli top kullanımıyla birleştiğini düşünün. İşte Dorukhan’ı bu şekilde tarif edebilmek mümkün.
4-3-3 dizilimiyle oynadığını gözlemlediğimiz Siyah-Beyazlılar, oynayan 11’in de buna çok uyumlu isimlerden oluşması sayesinde daha ilk yarıda oyunun tüm hakimiyetini eline geçirdi ve 90 dakika boyunca bunu kaybetmedi. Zaten henüz ilk yarıda oyunun kopmasını sağlayacak skor da elde edildi. Önce Ljajic’in direkten dönen müthiş frikiğini izledik. Sonra Vida’nın duran topta bulduğu gol geldi, fakat yine sebebi anlaşılmaz şekilde VAR uygulamasıyla gol iptal oldu. Pozisyonun tekrarında ofsaytta olan tek oyuncunun o sırada yerde olan, yani aktif durumda olmayan bir oyuncu olduğu görülüyordu. Sürekli olarak değiştirilen -hem de saçma şekillere büründürülen- futbol kuralları son tahlilde ne diyor, tam olarak emin değilim. Ama eskiden bu yana bizim bildiğimiz, ofsayt anlarında futbolcuların ayaklarına bakılırdı, omzuna koluna falan değil. Ayak önde değilse ofsayt olmazdı. Buna göre yerdeki oyuncuya değil de başkasına ofsayt verilmiş desek bile, diğer oyuncuların da ofsaytta olmadığı çok açıktı. Netice olarak Beşiktaş’ın bir golü güme gitmiş oldu.
Ama güzel olan bunun Beşiktaşlı oyuncuların moralini bozmaması, aksine daha da hırslanmaları ve bol presle baskılı oyunlarını sürdürmeleriydi. Bunun sonucunda da goller gecikmedi, önce sayılmayan golün hemen ardından Ljajic yine uzaktan yokladı, az farkla auta çıktı. Hemen akabinde Güven’in rakipten çalıp Quaresma’ya aktardığı, Quaresma’nın nefis bir pasla Ljajic’i gördüğü, Ljajic’in de Mustafa ile paslaşması sonrası bu kez mermi gibi bir şutla şeytanın bacağını kırdığı gol geldi. Bundan dört dakika sonra Dorukhan’ın Quaresma ile girdiği harika verkaçın devamında akıllıca ceza sahasına inmesi, kafasını kaldırıp içeriye bakarak yerden Güven’i görmesi, Güven’den arka direğe seken topu da günün diğer iyilerinden Mustafa’nın tamamlaması hazırlanış bakımından harika bir golü getirdi. Gerçekten uzun zamandır bu tip goller izlemeyi çok özlemiştik.
Bitmemişti, Beşiktaş halen aç bir şekilde golü aramayı sürdürüyordu! Yine orta sahada presle kapılan bir topta Adem Ljajic nefis bir ara pasıyla Güven’i kaçırdı, Güven de daha nefis bir aşırtmayla farkı üçe çıkardı. Alman altyapısından yetiştiğini her bir zerresiyle belli etti adeta Güven Yalçın, aldığı her topta tercihleriyle kalitesini gösterdi. Sadece golü iyi koklamasıyla değil, sırtı dönük karşıladığı ve olgunlaştırdığı ataklardaki futbol zekasıyla da izleyenleri etkiledi. Yine uzun zamandır Beşiktaşlıları bu kadar umuda boğan, gözbebeği gibi görebilecekleri bir genç oyuncu çıkmamıştı.
Maçın ikinci yarısında da Beşiktaş oyun üstünlüğünü elden bırakmayarak farkı korudu. Maalesef haftalardır muvaffak olunamayan “gol yemeden maçı tamamlama” başarısına gene ulaşılamadı. Yenen basit golde Atiba kendisine hiç yakışmayan gereksiz bir top gevelemesiyle baş sorumlu oldu.
Gene de şu yaşında halen kendisi için iyi ki var dememek mümkün değil. Yenen golün ardından hiç moral bozmayıp ataklar sürdürüldü. Gene Dorukhan’ın harika hazırlayıp sonradan giren Oğuzhan’ın düzgün bir vuruşla bitirdiği 4. golle skor ilan edilmiş oldu.
Bugün gördük ki eğer takım oyunu oynanırsa, gerçek anlamda bir oyun planı tasarlanıp uygulamak için de “istekli” oyunculara yer verilirse ortaya bambaşka bir tablo çıkabiliyormuş. Hatta normalde iyi futbol sevdalılarını krize sokan oyun tarzlarına sahip olan Caner ve Q7 gibi oyuncular bile bu futbol anlayışına yeteri ölçüde ayak uydurabiliyorlarmış. Bu oyun planı çok yeni bir şey de değildi aslında. Önceki senelerde Beşiktaş’ın şiir gibi oynadığı dönemlerdeki en büyük sırrı olan yoğun baskının (top kaybedildiğinde en geç 10 saniye içinde geri kapma hedefi) ve takım boyunun kısa tutulmasının (maksimum 40-50 metre) ürünüydü. Bu bilinç takımdaki herkesin aklına kazınınca bu ligdeki her maçta oyun üstünlüğünü ele almak zaten kaçınılmaz oluyor. İşte bu noktada her ne kadar başımızın tacı olsa da en büyük eleştiriyi Şenol hocaya yapmak durumundayız…
Ben önceki yazılarımda da belirttiğim üzere, takımın aldığı kötü sonuçlarda başlıca sorumlu olarak hocayı değil yönetimi görenlerdenim, bu fikrimin de halen arkasındayım. Kadro kalitesini her geçen gün düşüren transfer politikalarını uygulayan ve elde kalan oyuncuların ödemelerini düzenli yapmayarak mevcut kadrodan verim alınabilmesini de zorlaştıran hoca değil yönetimdi. Ancak bugün bazı şeyler net şekilde açığa çıktı. Şenol hocanın eldeki oyuncuları doğru şekilde kullanamadığı, rotasyonu yerinde bir şekilde uygulayamadığı, formayı çok önceden hak etmiş olan oyuncuların maalesef ligin devre arası yaklaşırken daha yeni kendilerini gösterebildiği ve bu durumun da Beşiktaş’ın yarışta geri düşmesine neden olacak kadar geç görüldüğü anlaşıldı. Bu oyuncuları idmanda izleyen ve en yakından tanıyan bizler değiliz, hocanın ta kendisi. Buna rağmen, en basit örnek olarak, Ljajic’in duran topları bu kadar muhteşem kullanabildiğini (adam resmen Christiano Ronaldo vuruşu yaptı!) hiç mi keşfedemedi bu hoca? Hiç mi söyleyemedi Caner ve Quaresma’ya, “frikikleri bu adama bırakacaksınız” diye? Bunu yapsaydı şimdiye kadar fazladan birkaç puan daha alınması mümkün olamaz mıydı? Adamın nasıl takıma liderlik edebildiğini maalesef 13. haftada görebiliyoruz, ne yazık…
Veyahut Dorukhan, Güven, Fatih gibi gençleri düşünelim. Bu çocuklardaki müthiş potansiyel hiç mi görülemedi? Forvette Negredo gitti gideli elle tutulur tek bir adam yokken şu Güven nasıl olur da 12. haftaya kadar şans bulamaz! Orta sahada Tolgay ve Oğuzhan sürünürken, Atiba Avrupa listesinde yokken Dorukhan gibi bir oyuncu nasıl olur da Necip kadar şans bulamaz? Bu çocukların oynatılmadığı bazı maçları düşünüyorum da, elim ayağım titriyor vallahi! Kimbilir daha kenarda şans bulmayı bekleyen ne genç yetenekler var, Fatih’in dışında Alpay, Oğuzhan Aydoğan da bunlara örnekler..
Her neyse, bu saatten sonra olmuşa çare yok, yarışta dezavantajlı bir duruma düşülse de rakiplerin de kötü gidişatı sayesinde henüz her şey bitmiş değil. Şampiyonluk yolunda hemen büyük beklentilere kapılmak da doğru değil, ama bugün takımdaki bu potansiyeli gördükten sonra havlu atmak hiç doğru değil. Görmek istediğimiz tek şey forma adaleti. Artık parası biraz gecikti diye kıçını kaldırmayanlar, yedek kaldı diye huzur bozanlar, zam alacağım diye takımı sabote edenler değil bu forma için canını dişine takanlar oynayacak. Başarısız olunacaksa bile onlarla olunacak. Biz taraftarlar da sonuna kadar arkalarında duracağız…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: olcay.nurlu@abcspor.com
twitter: @olcynrlu