Bu satırları Belgrad’dan yazıyorum. Son haftaya kadar tereddütlüydüm. Cumartesi Istanbul’a direksiyon sallayıp Konya maçını seyretmek, sonrasında final için Belgrad’a geri dönmeyi düsünüyordum. Ancak puan durumu öyle bir hale geldi ki şampiyonluk ihtimalimiz kaf dağının ardında kaldı. Istanbul’a gidip Belgrad’a dönmeye de gerek kalmadı.
Dolayısıyla bir bilgisayar ekranından maçı takip etmek durumundaydım. Ara ara kesilen yayın ve donan ekran yüzünden fazla teknik detaya girecek halim yok. Zaten bu maç tamamen psikolojinin ön plana çıktığı bir karşılaşma oldu. Skorlar fena gitmiyorken, halen umut varken işler de yolundaydı. Skorlar terse döndü, ardından hem takım oyundan düştü hem de tribün protestosu başladı. Sonunda zorlanarak ta olsa lig 2.liğini kurtarmış olduk.
Hazır sezon bitmişken ufak bir bilanço ile kapanışı yapalım ve önce takımdan başlayalım.
Taraftarın tepkisi sırasında oyuncuları ruhsuzlukla suçlayan bazı tezahüratlar oldu. Asla katılmıyorum. Bu kadronun tamamı karakterli oyunculardan kurulu. Hepsi sezon boyunca ellerinden geleni yaptı. Ancak kapasite, yetenek ve yaratıcılık açısından rakiplerinin gerisindelerdi. Belki de Bursa maçından sonraki demeçleri, taraftarı şampiyonluğun kaçmasının sebebi olarak göstermeleri tepki çekti. Bence de bu açıklamaları yapmamaları gerekirdi.
Öte yandan tribünler de bu sezon iyi performans gösteremedi, bunu kabul etmemiz lazım. Kimi dedi ki Aykut Kocaman’ın oynattığı futbol yüzünden taraftar maça gelmiyor. Bazıları alınan kötü sonuçları sebep gösterdi . Bana sorarsanız en önemli faktör başkan Aziz Yıldırım’a gösterilen tepkiydi. Bakın ben de başkanın yıprandığını ve artık Fenerbahçe’ye faydalı olamadığını düşünüyorum. O yüzden de 3 Haziran’da oyumu Ali Koç’a vereceğimi çok önceden beri ifade ediyorum. Diğer taraftan bu düşüncem takıma elimden gelen desteği vermemi engellemedi. Antalya’dan Sivas’a, Bursa’dan Malatya’ya elimden geldiğince takımın yanında oldum. Yalnız burada ince bir nüans var. Bakın yıllarını tribünlere vermiş müthiş Fenerbahçe’li dostlarımız bir kaç sezondur maçlara gelmiyorlar. Bazılarının ya da arkadaşlarının kombineleri başkan tarafından iptal edilmiş durumda. Ne acıdır ki içlerinden bir kısmı 3 Temmuz sabahı adliyeden sabahlayıp Aziz Yıldırım’a o süreçte en büyük desteği veren kişilerden oluşuyor. O yüzden bu arkadaşların küskünlüklerini de anlayabiliyorum.
İşte bu noktada futbolcular ve taraftarı konuştuktan sonra iki çift laf ta başkan için söylemek gerekiyor. Her başkan hata yapar. Hatalı transferler, yanlış yatırımlar hep olmuştur bundan sonra da olacaktır. Fenerbahçe taraftarı yıllarca ne transfer fiyaskoları ne kötü kadrolar görmelerine rağmen tribünleri hiç terketmemiştir. Ancak başkanımız Aziz Yıldırım’ın en büyük hatası aşırıya kaçtığı ”tribün mühendisliği” konusunda olmuştur. Bana göre 3 Haziran’da kaybedeceği seçimi bu yüzden kaybedecektir. Çünkü bu hata yüzünden Fenerbahçe pırıltısını , coşkusunu kaybetmiştir. Ben Ali Koç’u destekleyen bir kongre üyesi olsam da hiç bir zaman Aziz Yıldırm’a hakaret etmem. Yaptığı güzel hizmetleri görmezden gelmem, gelemem. Bugün Belgrad’da dünyanın en güzel takımının peşindeysem bu organizasyonda Aziz Yıldırım’ın da büyük payı olduğunu inkar edemem. Hatta ona bu konuda müteşekkir olduğumu da tekrar tekrar ifade ederim. Ancak şu bir gerçek ki büyük takımlar taraftarlarıyla büyük olurlar . Aziz Yıldırım taraftarın kalbini maalesef onarılamayacak şekilde kırmıştır. Bu yüzden de tribünler boş kalmıştır. Yoksa Aykut Kocaman’ın oynattığı futbol yüzünden değil.
Aykut Kocaman demişken de seveni de çok eleştireni de çok hocamız için son sözlerimi söyleyeyim.
Bana göre Aykut Hoca’nın sezon içindeki en büyük hatası Vardar maçı sonrası ”doğru futbol oynadık” demeci olmuştur. Kendine göre sahada bazı doğrular görmüş bile olsa camianın o andaki ruh halini düşünmeliydi. O demeç kendisine olan desteğe ve güvene büyük zarar verdi daha sezonun hemen başında. Teknik olarak ise Osmanlı, Kayseri ve Beşiktaş maçlarının ikinci yarılarında anormal baskı yedik, goller bağıra bağıra geldi ve hoca bu baskıyı kıracak tedbirleri alamadı. Benim kendisine en büyük teknik eleştirim budur.
Yoksa ”Aykut Kocaman defans futbolu oynatıyor” gibi klişelerle kendisini ve oluşturduğu ligin en çok gol atan takımını eleştirmem. Ligin en çok gol atan takımı demişken de bu kadar yaratıcı oyuncu eksiği varken, çizgiye inen, çalım atan, adam eksilten oyuncular yokken , hızlı bir pas trafiği yapamazken, bir çok kişi Jozef-Topal ikilisinden şikayet ederken nasıl oluyor da bu takım en çok gol atan takım oluyor?
Bunun cevabı bence takım olabilmekte, beraber hareket etmek, birbirinin açığını kapatmak, kaptırılan topları hızlı geri kazanmak ve fizik olarak diri olmakta. Bunlarda da Aykut Kocaman’ın muhakkak katkısı var. Kimileri ”iyi ki gidiyor” diyecek, kimileri ”değeri anlaşılamadı” diyecek. Ben de diyorum ki ”bunların bir önemi yok, önemli olan artık bizim yeni bir başlangıca ve coşkuya ihtiyacımız olduğu, o yüzden de Aykut Hoca’nın veda etmesinin kaçınılmaz olduğudur.”
Eğer çoşku ise en büyük ihtiyacımız bunun da ilk adımı Belgrad’dan çıkacak yeni bir Euroleague şampiyonluğudur. Aslında geçen seneki başarı sonrası, keşke Aziz Başkan Türkiye Spor tarihinin en büyük kupasını getirmişken kendisi veda etseydi. Maalesef yapmadı. Şimdi aynı başarının tekrarı belki de onun için daha da görkemli bir veda olmasını sağlayacak.
Belgrad’da şampiyonluk turu inşallah hepimiz için sezon sonu tesellisi, yeni başlangıcımızın ve özlediğimiz coşkunun da ilk fitili olacak.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: alp.eralp@abcspor.com
twitter: @alperalp72