Euroleague’de Daçka sınırlarını kolluyor, Efes yine yokları oynuyor. NBA’de takas dedikoduları şimdi de LaMarcus Aldridge‘den yana açılıyor, Tofaş ise Jordan Hamilton ile yollarını ayırıp Tony Crocker‘ı kadroya katıyor. Elton Brand emekli oluyor, gözlerimiz doluyor. Ama mevzumuz madem NBA, biz, Amerika’ya yoğunlaşalım. 30 farklı takımdan sadece ikisi aynı şehri paylaşıyor: Los Angeles ekürileri (aslında Golden State de oralara yakın, ama tam bir aynılık yok). Melekler şehrinde bir adet Lakers, bir adet de Clippers yer almakta, ve aralarında yerel bir derbi var elbette. Öyle ki, Los Angeles Clippers’ın yakın zamana kadar tek büyük hedefi, Lakers’a galip gelebilmekti. Son 5 yılda bu süreci aştılar, ve Lakers da dibe çökünce şehrin yeni gözdesi konumuna geldiler. En büyük icraatları da, insanlığa ve ahlaka tepki olarak doğan takım sahibi Donald Sterling’den NBA kararıyla kurtulabilmeleriydi. Ama Sterling’in gidişine rağmen, takımın üzerine çöken lanet henüz bitmedi…
Evet, bir lanet var Clippers’ın üzerinde – hem de sadece Los Angeles döneminde değil, San Diego’da kurulduğu ilk günden beridir var. Staples Center nedense bir tek Lakers’a yarıyor. Son yıllarda Clippers daha popüler görünse bile, organizasyonun kronolojik açıdan Lakers’a rakip olması, mazisinde başarı görebilmesi imkansız. Büyük ağabey, daima Lakers. Bunu değiştirmek için aralıklarla ellerine büyük fırsatlar geçti (Brand’li, Maggette’li, Mobley’li, Cassell’li, Caman’lı sezonu sevmiştik); ama çoğunlukla Michael Olowokandi gibi rezil draft seçimleriyle kendilerini baltaladılar. Bir de bir uğursuzluktan, lanetten söz etmiştik ya hani; 1995-97 seneleri arasında takımda oynayan herkes yirmi yıl içinde nice felakete uğradı* mesela; takımın peşini sakatlıklar ve talihsizlikler de hiç bırakmadı; ve işte, Blake Griffin ne kadar reddetse* de, J.J. Redick gibiler mevzuya ne kadar iyimser yaklaşsa da*, takımın üzerinde hakiki anlamda bir lanet var gibi görünüyor (muhteşem bir dökümünü isteyen, aradığına şuradan* ulaşabilir). Üstelik, geçtiğimiz yıl Blake Griffin’in saçma sapan sakatlıklar ve sersemlikler yüzünden sezonu erken kapatması ve play-off’ların en kritik yerinde Chris Paul ve Griffin’i tekrar sakatlığa kurban verip elenmeleri, Austin Rivers’tan da kan akması, bu lanetin bir türlü bitmediğini açıkça ispatlıyor gibi. Peki, tüm bu batıl olumsuzluklara karşın, Clippers’ın muhteşem üçlüsü Paul-Griffin-DeAndre’nin halen bir şampiyonluk şansı var mı dersiniz? Buyurun, birlikte bakalım….
26 – LOS ANGELES CLIPPERS
–
Gidenler: C Cole Aldrich, F Jeff Green, G Pablo Prigioni, G C.J. Wilcox, F Josh Smith, G/F Lance Stephenson, F Alex Stephenson*, F Branden Dawson,
Gelenler: PF Brice Johnson, PG David Michineau, PF Diamond Stone (Draft’tan); G Alan Anderson, F Brandon Bass, G Raymond Felton, F/C Marreese Speights (serbest oyuncu olarak); F Devyn Marble (takasla)*
Geçen sezonki derecesi: 53-29
Koç: Doc Rivers
Uyarı: Chris Paul ve Blake Griffin, önümüzdeki yaz, sınırsız serbest oyuncu haline gelecekler!
Evet, sanırım bu cümleyle başlamak en doğrusu, zira bu yıl Clippers’ın yapacağı pek çok şeyi özetliyor şimdiden. Yazın imza attıkları pek çok hamle de, yine bu cümlenin dolaylı etkisinin bir ürünüydü. Azmiyle boy açığını örten, Blake’in yokluğunda 4 numarada double-double’a yakın performanslar sergileyen Cole Aldrich Minnesota’ya geçti, ses etmediler. Jeff Green başka takımı seçti, bir şey demediler. Sorunlarıyla sistemi aşağıya çeken Stephenson ve Josh Smith‘ten kurtulmaları zaten bekleniyordu, ama bu arada Prigioni ve Wilcox da gidivermiş oldu. Fakat play-off’larda seviye atlayan oğul Rivers’ı takımda tutmayı seçtiler. Üstüne bir de serbest piyasadan Alan Anderson gibi bir bitiriciyi, Brandon Bass gibi kısıtlı ama pratik bir pota altı gücünü, Felton gibi şık bir veteran oyun kurucuyu ve yüzüklü Speights’ı alıp, benchi epey güçlendirdiler.
Fakat böylesi işleri yıllardır yapıyorlar; Danny Granger’ından Hido’suna, Jeff Green’inden Matt Barnes, Glen Davis, Ekpe Udoh, Nate Robinson, Darren Collison, Reggie Evans, Bobby Simmons, Nick Young, Kenyon Martin, Chauncey Billups, Caron Butler, Grant Hill ve Stephen Jackson’ına kadar pek çok isim geldi geçti o benchten ve Jamal Crawford hariç hiçbirisi kalıcı olamadı. Crawford’ın sırrı nedir, derseniz, 6. adam olmak, diye yanıtlayabiliriz (hoş, geçtiğimiz yılki ödülü Enes hak etmişti, ama neyse). Fakat bu yıl işler artık değişebilir; çünkü özetle, bu yaz egosu düşük, verimi yüksek ve hemen her yapı içerisinde aynı etkiyi yaratabilecek oyunculara yönelmeleri hoş bir değişiklik oldu – üstelik içlerinden Speights’in bir şampiyonluk tecrübesi de var…
Eric Gordon – Eric Bledsoe ikilisi takımdan ayrılalı beri oluşturulan en tatlı guard rotasyonuna sahipler artık. Üstelik herkesin rolü, çapı ve hududu önceden belli. Fakat iş bu kadarla sınırlı kalmadı; işin içine bir de Draft girdi. Michineau bu yılı Fransa’da geçirecek; ama Johnson ve Stone, kendi çaplarında önemli isimler. Johnson, adeta tek başına North Carolina’yı geçtiğimiz yıl NCAA’de ayakta tutmayı başarmıştı. Hem double-double ortalaması, hem verimlilik puanı hem de liderliği ile büyük beğeni toplamıştı. Atletizmi, ikinci sıçrayışlardaki çabukluğu, geçiş hücumlarındaki amansızlığı, spektaküler patlayıcılığı, hücumdaki doğru tercihleri, ikili oyunları bitirmekteki akıcılığı, pota altında Anthony Randolph‘vari biçimde kendini unutturması ve ribauntlara katkısı, blok ve savunma içgüdüsü, pas arası yapma refleksi, üç sayı çizgisi içerisinde (bilhassa sırtı dönükken turn-around şutlarla) ciddi bir skorer olması gibi nice olumlu özelliğine karşın; fiziksel güç eksikliği, dar kulaçları, temastan kaçınması ve bunlardan ötürü pota altındaki güçlü devlere karşı hem hücumda hem de savunmada zorlanması neticesinde, Johnson henüz ham bir proje. Eminiz ki Johnson’ın seçilmesindeki başlıca sebep, Blake’i elden çıkarabilme, feda edebilme içgüdüsüydü – çünkü muhtemelen Blake kariyerine başka yerde devam edecek ve onsuzluğa alışmaları, muadil bulmaları lazım. Brice da tam bir Blake muadili şimdiden. Ama derhal güç eksiğini giderip oyununa dış şut eklemeli, çok yönlü olmalı. Şimdilik, “CP3 ile Alley-oop Keyfi” programına ön sıradan katılacak Johnson. Diamond Stone (ismi manidar) ise, her yönüyle bir DeAndre Jordan prototipi. Yorumu size kalmış…
Peki, takımın şu anki görünümü nasıl? 1 numarada, ligin en elit 8 oyun kurucusundan ve en komple guardlarından birisi, yani Chris Paul var. Paul artık 32 yaşına giriyor ve halen daha kariyerinde bir Batı Finali bile yok – tıpkı Clippers gibi. Bu da, CP3’nin büyüklüğüne gölge düşürüyor elbette. Üstelik, artık sakatlıklar da kapısını çalmaya başladı ve muhtemelen bu yaz, kariyerindeki son büyük kontrata imza atacak ve bu yüzden bu yıl kendi limitlerini epey zorlayacak. Kazanma hırsı bu denli yüksek bir oyuncunun bir türlü muradına erememesi, ironik elbette. Fakat geçtiğimiz yıl Blake’in sakatlık dönemi boyunca Paul, Hornets günlerinden bu yana unuttuğu bireysel skor gücünü de anımsadı ve eşsiz hücum yetenekleriyle takımına daha fazla katkı vermeye başladı. Bu durum, yeni sezon için olumlu bir alışkanlık olabilir. Paul’ün yedekleri ise nihayet rüştünü ispatlayan “Gazi” Austin Rivers ve veteran Felton. Aklı fikri skorerlikte olan Rivers’ın halen daha dış şut, serbest atış ve asist alanlarında epey mesafe kat etmesi lazım, yoksa babası Doc Rivers’dan yine epey zılgıt yiyecektir (çünkü bu takımda Redick, Wes Johnson, Anderson ve Crawford gibi atıcılar zaten mevcut, bir de Rivers’a gerek yok). Rivers’ın oyun kurmakta zorlanması sebebiyle, ilk New York dönemi hariç kariyerinde ne uzayıp ne de kısalan bir Felton kadroya monte edildi. Kuşkusuz ki, Dallas’takinden bile düşük bir katkı verecektir; ama bu katkı özellikle play-off’larda (ve işin savunma, set oyunu oynama ve dış şut kısmında) çok değer kazanacaktır.
2 numarada, büyük üçlüye dördüncülük yapan şutör Redick var. Kyle Korver’dan ileri gidebilmek için pasörlüğüne ve savunmasına da yatırım yaparak aşama kaydeden Redick, NBA’deki en güvenilir dış şutörlerden birisi ve sakatlanmadıkça takıma büyük skor (ve üzerinde artık bir de pas) katkısı sağlıyor. Tabi o’nun sakatlanma riski yüzünden, Wes Johnson ve Alan Anderson gibi sâfi bitiriciler de rotasyonda yer alacak. Yalnız her iki ismin de rolünü gereksizce büyütmeye yönelik ciddi bir meyli var ve savunma konusunda bir tek Wes Johnson bir şeyler ifade ediyor. Dolayısıyla, Redick’in ana rotasyonda ve ilk beşteki yeri yine garanti. Adam değişerek savunma yapma tercihi varken Johnson daha sık sahada yer alacaktır. Fakat buradaki esas adam, takımın jokeri, hatta kimi zaman da her şeyi olabilen Jamal Crawford. Austin Rivers’dan da beter bir playmaker olmasına karşın combo guard şeklinde oynatılan Crawford, birebirde adam eksiltebilme, kalabalık arasından crossover’larla potaya gidebilme ve ceza atışlarını bitirebilme konusunda halen daha birinci sınıf bir skorer. Savunmada veya takım oyununda halen yokları oynasa bile, Crawford halen bu takım için çok şey ifade ediyor. Belki de Clippers’ın şimdiki laneti Crawford’dır, kimbilir? Neticede hiçbir takımsal başarısı olmadı bunca yıldır kendisinin…
3 numarada, takımın en elit ve zeki savunmacısı, fedakar rol oyuncusu Mbah a Moute var. O’nun varlığı, çok şeye bedel. Çünkü gıkını çıkarmadan işini yapıyor ve savunmada büyük katkı sağlıyor. En önemli yedeği, clutch katkısı ve play-off tecrübesiyle halen fark yaratan (ama Wizards macerasının aksine epey sönen) 39’luk efsane Paul “Truth” Pierce. Elbet o son şutu atmak için yine ona fırsat gelecektir, fakat çok da fazla bir şey beklememek lazım artık kendisinden. Dolayısıyla, Anderson ve Wes Johnson’ı da swingman niyetine 3 numarada bol bol seyredebiliriz – bilhassa da kısa forvetten skor katkısı gerekince. Moute 4 numarayı da savunabildiği için, rotasyon daralsa bile çeşitleniyor…
4 numarada Blake Griffin var. Halen daha orta mesafe bitiriciliği ve dış şut eksikliği yüzünden bir Shawn Kemp düzeyine erişememiş ve ribauntlarda DeAndre devleştiğinden beri küçülmüş olsa da, Blake daima Blake’tir. Gücü, atletizmi, hırsı, enerjisi, temas sevdası, patlayıcılığı ve smaçlardaki ezici üstünlüğü sayesinde, pota altında onu savunmak yine çok güç olacak – tabi eğer geçtiğimiz yılki kötü icraatlarını bir tarafa bırakır ve sakatlık nebulasında kurtulursa. Yedekleri arasında küçük numunesi Brice Johnson, Moute, kaçak güreşen pota altı azmanı Bass ve kimi zaman da Speights yer alacak. Bass, savunmada da hücumda da düşük oyun zekası sebebiyle sadece kolay ve pratik işleri becerebiliyor; Johnson özellikle savunma açısından henüz lige hazır değil, Speights ise hiçbir vakit elit bir savunmacı adayı bile olmadı. Dolayısıyla, iş savunmaya gelince buralarda hep Blake ve Moute rüzgarları esecek. İkili oyunları savunmak veya adam değişerek savunma yapmak, Clippers için halen zor. Fakat Brice’ı iyi eğitirlerse (ben olsam Karl Malone‘u özel eğitim koçu olarak tutardım Brice’a), Bass’in de aval aval etrafa bakmasını önlerlerse, play-off’ta rahat ederler. Çünkü Blake bu; sağlığı, sakatlık durumu daima şüpheli – üstelik sürekli takaslanmaya çalışılıyor ve en geç sene sonunda Clippers’tan gidecek; yani, işi sıkı tutmaları lazım.
5 numarada, serbest atış engelli ribaunt canavarı DeAndre Jordan var. Dallas’a verdiği sözden caydığından bu yana, Clippers için yeni franchise oyuncusu potansiyeli taşıyan Jordan, savunmada takımın temel taşı, ideale yakın bir çember savunucusu ve topu elinde istemese bile, hücumda CP3 sayesinde her topu smaçla bitirebilecek kadar iyi pozisyon alan bir kısıtlı pota altı bitiricisi. İşini iyi yaptığına kuşku yok, ama iş play-off’lara gelince, Hacking taktiğine hep o maruz kalıyor ve değişen kurallara rağmen yine takımın zor anlardaki zayıf halkası olacaktır Jordan. Stone da aynı kalıptan olduğundan, 5 numaradaki asıl fark yaratan isim, Speights olacak. Orta ve dış mesafe oyununu eser miktarda ilerlettiği için geçtiğimiz yıl Warriors hücumunda üzerine set bile çizilen Speights, artık olgunluk yılları için burada bench katkısı verecek. Evet, dış şut ve winner tecrübesi, bu takımın uzun rotasyonundaki en büyük eksiklikler. Speights de modern basketbol namına 4-5 mevkiinde dış şut, orta mesafe ve birebir hücum ile bu noksanları kapatacaktır. Ama bir Biyombo veya Dewayne Dedmon etkisi de beklememek lazım; daha ziyade bir Spencer Hawes katkısı verecektir Speights.
Neticede, takımda Doc Rivers gibi elit bir koç, CP3-Blake-Jordan gibi tamamı All-Star dev bir çekirdek var. Redick, Crawford, Wes Johnson ve Moute’ye artık yeni tamamlayıcı parçalar da katılıyor. Peki, Spurs’ü yıktıkları sezon bile bir türlü gelmeyen Batı Finali artık nihayet gelir mi bu sezon? Anahtar nokta, yazının girişindeki uyarı cümlesinde gizli. Her şey, sakatlıklar ve bitecek kontratlara, ve bu minvalde yıldız isimlerin neyi ne kadar düşünüp hırs yapacaklarına bağlı. Yine 50 galibiyetlik bir sezon geliyor gibi görünüyor, lakin ötesi için şimdiden konuşmak afaki olur – ne de olsa, lanetiyle meşhur Clippers bu. Fakat tahminim, tüm bu konuşulanların etkisi sonucu, Batı Yarı Finali’nde tıkanıp kalacakları yönünde. Bakalım Rivers’ın koçluğu ve GM’liği, iki yıldızı önümüzdeki yaz takımda tutmaya yetecek mi?
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc
Youtube: Turuncu ve Siyah Kadar Yuvarlak