Biz, bizler, hepimiz, Romalılar, alayımız ilginç ve toz pembe bir düş kurmuştuk bu senenin ortalarında; Teodosic, Bogdanovic, Nedovic, Kalinic, Jovic, Markovic, Bircevic, Mitrovic, Marjanovic, Bjelica, Micic, Raduljica şeklinde 12 kişilik bir kadro hayal etmiştik Sırplar için. Zira o zaman Kristic daha yeni açıklamıştı Eurobasket’e gelmeyeceğini (ki zaten sonra sakatlıklar pişman olmasını engelledi), ve Marjanovic Spurs gibi bir organizasyonun bile antikalaşabileceğini bizlere göstermemişti. Sanmıştık ki, Tony Parker, Manu Ginobili, Rasho Nesterovic, Aron Baynes gibi uluslararası nice oyuncusunun yıllardır milli takıma gitmelerine ses etmeyen bir Spurs, Marjanovic’e de aynı asaletle yaklaşacaktır. Fakat Patty Mills konusunda geçen Dünya Şampiyoanası’nda ağızları yanmış olacak ki, kariyerinin sıçramasını yapmış bu 2.24’lük abideyi “salıvermediler” ilk kez giyeceği A milli formaya…
Her türlü baktığınızda, hayal ettiğimiz kadro, mevcut durumda ideal kadroydu. Muhtemelen de, yenilgi yüzü görmezlerdi. Zira Marjanovic gibi eski usul muhteşem bir pivotları vardı, bu dev, inanılmaz yumuşak bir şut ve bitiricilik tarzına sahipti, çok yüksek yüzdeyle faul atıyordu ve sahanın açık ara en dominant ve en faydalı oyuncusu oluyordu. Ama, güçlerinin yarısı, yani Marjanovic, gelmedi. Dolayısıyla, koç Djordjevic’in de sistem ve taktik değiştirme adına manevra alanı çok kısıtlandı. Savunmada yaşayacakları zaaf da cabası. Yani aslında, Marjanovic henüz milli formayı giymediği için, temelde bir şey kaybetmediler takımdan (Kristic’in benchten getirdiği ivme sayılmazsa). Ama, öyle bir potansiyelden mahrum kaldılar ki, tarifi zor yapılır.
Peki, bu “Dream Team”cikten başka ne fireler verildi? Bircevic, Mitrovic, Micic de burada yok. Ama yerlerine Simonovic, Milosavljevic ve iki genç pivot, Kuzmic ile Milutinov getirildi. Djordjevic geçen sene radikalce değiştirdiği sisteme, yani yeni yapıya çok uygun isimler seçti aslında. Hem Kuzmic hem de Milutinov, cüsseleri dev ama ayakları hızlı isimler. Kuzmic çok sert, Milutinov çok etkili bir pota altı bitiricisi. Her iki isim de iyi atletler. Milosavljevic’e gelirsek; öyle bir şut dinamizmi ve mekanizması var ki, hiç zorlanmadan iki dakikada istediği usulde (yani el üstü, dribbling’i keserek veya boş pozisyonda olması fark etmeksizin) 3/4 üçlük isabeti bulup tüm momentumu takımı lehine çevirebilir. Fakat, kötü bir savunmacı.
Savuma demişken, elbette ki, kadronun skorerlerini çok iyi tamamlayan kanat oyuncuları, yani yeni Fenerbahçe’li Kalinic’i, betonarme Markovic ve Simonovic’i es geçmemek lazım. Birileri atarken, onlar da hem inanılmaz paslar ve birebir savunmalar yapıyorlar, hem de egolarını silip takım oyununu ayakta tutuyorlar. Simonovic iyi bir şutör. Tempolu oyunda iyi. Kalinic nasılsa ribauntlarla ve çabuk hücumlarda yakaladığı boş pozisyonlarda potaya giderek yolunu buluyor. Markovic, zaten Teodosic, Nedovic ve Bogdanovic gibi skorerler varken muhakkak surette sahada yer alması gereken bir “sidekick”; çünkü topu elinde istemeden, sadece payına düşenle yetinmeyi bilen insana ihtiyaçları artıyor. Hatta biraz daha ileri gidip, Kalinic ve Markovic’in bu sistemde hayati rollere sahip olduklarını da iddia edebiliriz. Ve emin olun ki, haklı çıkarız.
Neden mi? Bir defalığına Teodosic – Nedovic ikilisini yanyana oynatmayı denediklerinde, anlarız. Nedovic, benchten gelecek büyük bir şutör ve penetreci. Pasörlüğü, oyun görüşü ve zekası Teodosic kadar değil, olamaz da; ama mümkün mertebe ondan daha az “dalgalanıp duruluyor”. Nedovic ile bu takım çok uzamaz, ama Teodosic’in olası çuvallayışlarıyla kıyaslarsak, çok da kısalmaz. Teodosic’in kaprislerini ve duygu geçişlerini taşıyacak karakter, ne Bogdanovic’te var, ne de Nedovic’te.
Bogdanovic demişken; 2014 Dünya Şampiyonası’nın genç yaşta en etkili şutörü olmayı başaran, eli hiç titremeyen bu guard, Fenerbahçe ile geçirdiği sezonda başarılı oldu, evet; fakat oyun tarzından çok ödün verdi ve güçlü yanlarından çok şaştı. Obradovic tarafından neredeyse bir combo guard gibi oynatılan Bogdanovic, şut etkinliğini bence yarı yarıya düşürdü, ama biraz olsun (sistem sebebiyle) oyun kuruculuk ve asistçilik öğrendi. Benim en büyük soru işaretim, acaba 2014’te grup maçlarında Teodosic ile giriştiği liderlik mücadelesine bu sene de kalkışıp kalkışmayacağı. Bana kalırsa, dersini almıştır. Ama Bogdanovic’i Bogdanovic yapan unsurlar kesinkes köreltilmişken, eski haline dönme uğraşına takım oyununu ve kimyayı feda etmeye kalkışabilir. Bakalım, nasıl olacak?
Raduljica’ya gelirsek… Kadrodaki ne yazık ki ilk pivot tercihi olacak olan Raduljica, klasik tipte, çaktırmadan 10 sayı 10 ribaunt üretebilen bir pivot. Ama bundan sakın ha Kristic veya Marjanovic’in yerini tutabileceği sonucunu çıkartmayalım. Bir nebze olsun kendisini tanıyorsak, kendisinden 1 santim bile uzun oyuncuları zerre kadar savunamadığını ve o oyuncular karşısında hücumda da katiyetle varlık gösteremediğini biliyoruzdur. Kaç mihrak bize aksini söylese bile, Raduljica’nın bir Hamed Haddadi veya Gasol kardeşler karşısında düştüğü aczi unutamayız. Öte yandan, boyalı alanda iyi bir bitirici ve çok “mızıkan” bir fırsatçı ve takipçi olduğu için, elbette ki bir şekilde ekmeğini çıkartıyor; ne de olsa, her daim karşısına kendisinden uzun isimler çıkmıyor. Sertlik yok, zeka var. Atletizm de yok, ama stil var. Divac’ın yanlış yönlerini örnek almış büyürken. Dolayısıyla, Kuzmic veya Milutinov’un ilk beş başlatılması ve Raduljica’nın da tıpkı geçen sene Kristic’in yaptığı gibi benchten getirilip oyunun sıkıştığı anlarda gidişatı değiştirmesi daha âkil bir tercih olur. Kısaca, Raduljica bu takımın as pivotu olacak kalibrede değil.
Koskoca Yugoslav ekolünde bile düşük top – yüksek fundamental anlayışı tükendiyse, Zoran Erceg’in de zamanı gelmiş demektir. Skorerliğine kimse laf edemez. Birinci sınıf bir skorer, akıl almaz bir şutör ve tam bir “Clutch” oyuncusu Erceg. Ama savunmada hiç yok. Hiç olmadı, muhtemelen de hiç olmayacak (bu iddianın sebebi, Erceg’in oyununun atletizme dayanmaması; yani herhangi bir sakatlık veya yaşlılık, o’nun oyununu değiştirmeye yetemez). O yüzden, Nemanja Bjelica’dan şaşamaz Sırplar.
Evet, Bjelica, geçen seneden beridir bu takımın hemen her anlamda merkezi. Liderlik mücadelesine girip Teodosic’i sinir etmese bile, o kadar çok yönlü bir oyuncu ki, en az Teodosic kadar üretkenlik sağlıyor, 4 numaradan inanılmaz işler başarıyor. Küçükken guard fundamentali alarak büyümesinin ve epey bir süre boyunca da bir guard gibi oynatılmış olmasının nimetleri bunlar. NBA’e gitmekle yanlış yapmış gibi görünse de, Fenerbahçe’deki performansı ve dominantlığı her daim aklımızda kalacak. Neticede, Avrupa’nın en iyi 2-3 power forvetinden birinden, oyuna hükmetme ve çok yönlülük bakımından ise, kabaca Avrupa’nın en iyi uzunundan, hatta belki de en iyi oyuncusundan bahsediyoruz burada. 4 numaradan kurulan oyunların ne denli etkili olduğunu biz bizzat Emir Preldzic’ten biliyoruz; Bjelica o’nun iki gömlek üstü olduğu için, en az iki katı üstün icraatları “eda ediyor”. Pas ve yaratıcılık, birebir hücum ve dış şut, savunma ve en önemlisi, muhteşem bir ribaunt kabiliyeti ve saha görüşü, Bjelica’nın yapıtaşları. Teodosic de, bunun hep olumlu yanlarını kullanıyor. Zira Bjelica, kadroda takımı taşıma ve pozisyon yaratma konusunda Teodosic’in omuzlarındaki yükü paylaşabilecek tek isim durumunda.
Peki, Bjelica’nın teklemesi ihtimalinde neler olacak? Evvela, kısalar gereğinden, haddinden fazla inisiyatif kullanacak, ki bu iyiye işaret değil. Erceg hücumda çok iş yapabilir, ama bireysel anlamda yapar ve Arroyo misali, o’nu ekseriyetle çok düzgün besleyecek bir pasöre muhtaç olduğu için, Bjelica kadar yararlı olamaz. Savunma yönü zaten alacakaranlık. Teodosic – Bogdanovic – Kalinic – Bjelica – Milutinov beşi pek çok anlamda ideal bir beş. Bogdanovic de Markovic ile süreleri eşit olarak bölüşür. Nedovic – Markovic – Milosavljevic – Erceg – Kuzmic beşi de aslında iş yapar; ama boyalı alanda Kuzmic (veya muadili her kimse) çok fazla faul problemine girer. Raduljica ve Nedovic, 6. adam, joker, X-Faktör olurlar. En büyük faydaları da o şekilde ortaya çıkar zaten. Simonovic de kolay maçlarda takıma adapte olursa, Nedovic veya Teodosic’in olası bocalamalarına bir çare bulunur. Ama elbet bir an gelecek, Djordjevic, Vladimir Micov’u ve istikrarlı kalitesini takımdan ebediyyen men ettiğine pişman olacak. Simonovic, Micov’un muadili olacak türden birisi değil, ve Marjanovic, Kristic, Mitrovic gibi nev-i şahsına münhasır yetenekler yokken, Micov türü oyunculara ihtiyaç artıyor.
Luka Mitrovic’in burada yer alamayışı, ayrıca üzücü. Açıkçası hayalimdeki kadrodan verilen firelere baktığımda, Marjanovic’ten sonra en çok Mitrovic’in yokluğuna “üzüldüm”. Ama gelecekte, Mitrovic – Bjelica şeklinde oluşturulacak bir 4 numara rotasyonu, her bakımdan etkili ve eksiksiz bir proje olacaktır.
Ne yaparlar? Grupta çok çekişme olacak. İtalyanlar’ı yenerler, çünkü çok daha kurtlar ve istikrarlılar; ayrıca 2014’teki Yunanistan ve Brezilya maçlarında gördük ki, bir anlık gafletini yakaladıkları rakipleri hiç affetmiyorlar, farkı bir anda 15 sayıya çıkartıyorlar. İspanya ile başa baş oynayacaklar; ki daha önce de belirttiğim gibi, grupta hakikaten sonuna dek başa baş geçecek tek maç da bu olacak. Bizi yenmeleri kuvvetle muhtemel. İzlanda’yı da uzunları kullanabildikleri ölçüde (Bjelica sağ olsun) ezer geçerler. Almanya maçına önem verirlerse, zaten galip gelmeleri kaçınılmaz, çünkü Nowitzki’yi savunmak için Bjelica’ya, Pleiss’ı savunmak içinse Milutinov ve Kuzmic gibi iki gladyatöre sahipler. Grupta lider olurlar, ikinci İspanya olur, üçüncü İtalya olur, diyebiliriz kabaca. Ve bunun başlıca sebebi, Sırplar’ı kayırmamız değil, Sırplar’ın gücünü fark etmemiz. Nihayetinde, “Behzat Ç.”leşen Teodosic’i “adam edebilen” kaç koç var ki Djodjevic’in dışında?
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc