“‘Keşke’ ile ‘belki’ evlenmiş, ‘eğer’ diye bir çocukları olmuş…”
2. KISIM
Acaba, ilk bölümdeki onca söylemden sonra, ABD milli takımı ile dünyanın geri kalan basketbol ülkelerinin birbirleriyle yaptıkları veya yapacakları maçlarda, aynı standartlarda, eşit şartlarda karşı karşıya geleceklerini iddia edebilir miyiz? Her ne kadar artık diğer dünya takımlarında da, NBA oyuncuları olmaları vesilesiyle, bu fiziksel ve kimyasal ilerlemenin bir parçası haline gelen basketbolcular da yer alsa bile, tamamı NBA oyuncularından kurulu ve çocukluk yıllarından beri yasaklı maddeye alışmış bedenleri barındıran bir takımı, her şeyden evvel fiziksel bakımdan alaşağı etmek, pek kolay olmuyor. Bu sözlerden, Avrupa liglerinin fiziksel zorluk içermeyen, temasa dayalı oyun oynanmayan veya kas/kondisyon/güç gerektirmeyen müsabakalarla bezeli olduğu sonucu çıkmasın; fakat Avrupa’da esas ve öncelikli olan, oyunun temeli konumundaki taktik, fundamental ve zekâdır. Atletizm, kas gücü ve kondisyon ise, ikincil, hatta üçüncül sırada öncelik bulan tamamlayıcı parçalardır.
Bu konuya bir parantez daha açalım: eskiden daha bir etkin olan Yugoslav ve Sovyet basketbol ekollerinin en önemli unsurları, vücut geliştirmeye değil, sağlıklı jimnastiğe ve doğal yollarla kazanılan kondisyona dayanan sağlıklı fiziksel eğitimlerdi. Böylelikle oyuncular, kortizon veya steroid basılmış ve 40’ından sonra, yani aktif kariyeri ve doping kullanımı son bulunca inanılmaz sağlıksız bir biçimde pörsüyecek kaslı kütlelere değil, esnek, dayanıklı, doğal, sağlıklı ve kuvvetli basketbolculara, sporculara dönüşüyorlardı (Yine de, basketbolu da ABD ve dünyanın geri kalanıyla bir egemenlik yarışı aracı olarak gören Sovyetler’in, ’70’lerin sonundan ’91’deki çözülmeye kadar oyuncularına – tıpkı dev Vladimir Tkachenko’da olduğu gibi – performans arttırıcı maddelerle takviye yaptığını inkar edemeyiz, fakat bu işi profesyonelliğe döken ABD ile kıyaslanabilmeleri de makul kaçmaz).
Günümüzde ise dengeler biraz daha sağlıksız hale getirildi; artık Avrupa kulüp takımlarında, Avrupa’lı oyuncular, takımın temeli ve iskeleti olmaları adına işin yetenek, takım oyunu, zekâ ve fundamental kısımlarına yönlendirilirken, atletizm, güç, sertlik, kas, mücadele, çabukluk, denge, süreklilik ve azim işleri, yani birebir hücumculuk, süper skorerlik ve inisiyatif alma, yani kısaca “takım yıldızlığı” mertebeleri, çoğunlukla ABD veya Afrika kökenli oyunculara terk edilmiş durumda (2014-15 İtalya Ligi finalisti Reggio Emilia takımını, bu genellemeyi yırtabildiği için çok sevdik). Kulüp takımlarında, hem hücumda, hem de savunmada, bu iki yeni ekolün oyuna katkıları ve önemleri eşit olabilir, fakat iş milli takımlara gelince, mevzunun ibresi tamamen ABD ekolüne doğru kayıyor haliyle. Bu yüzden devşirme sistemi icat olunuyor ve artık her yerde her milli takımda bir ABD’li yer alabiliyor, ABD’li neredeyse hep ABD’liye karşı oynuyor, ABD ulusu basketbolu giderek daha fazla ele geçiriyor – hepsinin, tüm bu devşirme mevhumunun sebebi de bu fiziksel farklılıkların ABD lehine seyretmesi. Beri yandan, sıkı doping kontrolleri yüzünden, ABD asıllı olup da Avrupa’daki kulüplerde oynayan ve bu sebepten yasaklı maddeleri NBA oyuncuları kadar etkili kullanamayan oyuncuların (bir kısmından ilk bölümde söz etmiştik), Avrupa’lı ülkelerce devşirilmesi ve milli takımlara alınması da şartları dengeleyemiyor. Neticede bir tarafta, çocukluk yıllarından beridir sicili kollana kollana süper asker serumu almış1, bu serumu almasa da, onca ağır fiziksel idman sebebiyle adeta birer mutant haline gelmiş 12 oyuncu varken, diğer tarafta bu oyuncuların sayısı (devşirmeler ve NBA oyuncuları hesaba katılınca bile) 1-5 arasında kalıyor. Böylesi maçlarda kimin iflahının daha çabuk kesildiğini ve oyundan düştüğünü söylemeye gerek yoktur sanırım…
ABD’ye geri dönelim. ABD profesyonel spor kültüründe ağır bir fiziksel idmanın olduğu zaten aşikâr; fakat bu idmanların getiremeyeceği kadar büyük bir kudreti ve bu idmanlara dayanma mecalini de malum kimyasallar aşılıyor bünyelere. Açık açık böylesi bir hile yapan birisinin fiziksel özelliklerini tavana vurdurmasının ve işi kılıfına uydurması sayesinde hiç ceza almayışının neticesinde, kaç takımın ABD ve oyuncuları karşısında net bir şansı olabilir ki? Evet, geri kalan ekiplerin, basketbolu daha ziyade taktiklere, zekâya dayalı bir takım oyunu halinde oynadığı ortada; fakat onca itiş kakış karşısında, böylesi bir güç, hız, kas, dayanıklılık, sıçrama kabiliyeti ve de yıpranma farkı doğarken, ABD milli takımına rakip olan kaç oyuncu ribaunt, asist, blok, top çalma, sayı ve diğer alanlarda, gerçek yeteneklerini sergileyip, cevherini sahaya yansıtıp, ABD ile arasındaki farkı kapatabilir ki? Yani, zekâdan ve yetenekten evvel, fiziksel özellikler zaten sahada ve kâğıt üzerinde tüm dengeleri değiştirmeye yetiyor. ABD’li oyuncular da yetenek fukarası değil elbette, ama beden çalışırken kafa istirahat edeceği için, bedensel kapasitesi daha sınırlı olanların yeteneği ve zekası muhakkak ki beden emekçilerinin yetenek ve zekasından birkaç nebze daha fazla gelişecektir. Ve fakat Avrupa’da muteber olan türden “yeteneğin”, fair-play sınırları dışına taşan bir atletizm karşısında pek mecali kalmıyor işte. Üzerine bir de bu adaletsizliklere göz yuman uluslararası otoritelerin politikasını ekleyelim.. Buna, adil bir rekabet denmesi mümkün mü?
Yine de, adalet bu kadar kör olmasa gerek. İstisnalara bir bakalım*: ’98 lokavtı yüzünden hiçbir NBA oyuncusunu takıma katamayan ve koç Tomjanovich önderliğinde, sadece Avrupa’da boy gösteren ABD’li oyuncuların karmasını toplayarak ancak bronz madalyaya ulaşan kadro (ki Dream Team silsilesinin de sonu gelmişti böylece) aklımıza kazındı. 2000’de yarı finalde Litvanya’ya elenmekten Jasikevicius’un son saniyedeki üçlüğü girmediği için kurtulan ve finali Fransa’ya karşı 10 sayıyla kazanbilen Carter’lı, Garnett’li, Kidd’li, Ray Allen’lı kadroyu (Carter’ın Fredric Weis’in üzerinden vurduğu destansı smaç da sağ olsun) hiç unutmadık 2002’de kendi evlerindeki şampiyonada ilk altıya zor kapak atan takım gözümüzün önünde; 2004’de madara olan ve ‘Cream Team’ veya ‘Dürüm Team’ gibi yakıştırmalara maruz kalan Iverson’lı, Marbury’li, Duncan’lı, Marion’lı ekip de cabası. Tarihin en iyi 2 Yunan milli kadrosundan biri olan ve 2005’te Eurobasket’i kazanan Yunanistan takımının, 2006 yılında olmazı oldurarak yarı finalde LeBron James’li, Wade’li, Carmelo’lu, Chris Paul’lü, Dwight Howard’lı bir ABD’yi perişan edişi de halen hatırımızda. Kadrosundaki hemen her oyuncusu NBA taliminden geçtiği için ABD’liler ile aynı fiziksel mertebeye erişen ve böylelikle kalitelerini ve yeteneklerini diğer ülkelerin çoğuna nazaran daha iyi sergileme şansı bulan İspanyollar, son yıllarda tüm Olimpiyatlarda ve uluslararası müsabakalarda ABD ile boy ölçüşebilen yegâne dev ülke oldular; lakin süperdev rakipleri karşısında henüz bir galibiyete imza atamadılar. Tıpkı 90’ların Hırvatistan’ı gibi.
Bu takımlara ek olarak Brezilyalılar, Sovyetler, Ruslar ve Yugoslavlar da, en iyi zamanlarında ABD’yi yenebilmiş kudretli ekipler; fakat o vakitler henüz ABD, FIBA’nın eski amatör oyuncu tanımı uyarınca, Olimpiyatlara ve uluslararası müsabakalara en iyi oyuncularını, yani NBA neferlerini değil, çoğu NCAA liglerinde mücadele eden, geleceğin NBA yıldızları olacak yetenekli gençleri, üstelik bir de bu turnuvaları adeta bir tatil macerası veya NBA’e hazırlık deneyimi olarak görüp, bu algı çerçevesinde yollardı ve yine galibiyeti tek hedef bellerdi. Ve tabi o zamanlarki mağlubiyetler de çok daha beklenmedik ve anlamlıydı: Mesela, ’72 Olimpiyatları’nda, Bill Walton’dan yoksun fakat Doug Collins önderliğindeki bir ABD’nin, Aleksandr ve Sergei Belov’lu, Zharmukhamedov’lu, Paulaukas’lı ve Edeshko’lu bir SSCB karşısında kaybettiği tartışmalı final yüzünden, bugün bile gümüş madalyalarını FIBA’dan almadığını hesaba bir katalım. Üzerine de ‘86 ile ‘88 yıllarındaki birer Olimpiyat ve Dünya Şampiyonası’nda NCAA gençliğinin Sovyetler karşısında düştüğü aciz sonrası (’86’da finali ancak iki sayıyla kazanmış, ’88’de ise yarı finalde Sovyetler’e elenmişlerdi; üzerine bir de ’90 Dünya Şampiyonası’nda Yugoslavlar’a yarı finalde kaybedip, Porto Riko’yu da ancak uzatma sonucu yenebilerek bronz madalya almışlardı) ABD’nin ‘92’de Rüya Takım’ı yaratmaya karar verdiğini hatırlarsak, o vakitlerde bile aslında ABD’nin bu işi ne kadar ciddiye aldığını görebiliriz.
Bu tarz müstesna “kayıplara” rağmen, ABD, hiç kuşkusuz basketbolun doğduğu yıllardan bu yana en baskın ve başarılı basketbol ülkesi olmuştur, fakat amatörlüğün hüküm sürdüğü FIBA yıllarında katıldıkları her turnuvadaki esas ego mücadelesi, basketbolu doğuran ülke olarak, en genç, deneyimsiz lakin gelecek vaat eden, yetenekli, en önemlisi de inanılmaz atlet olan oyuncularıyla bile, dünyanın en iyi basketbol takımlarını, hem de FIBA’nın kurallarıyla yenebilmekti hiç kuşkusuz (günümüzde bir U-19 milli takımının herhangi bir A milli takımı yenmesi uçarı bir hayal gibi görünebilir, ama bahsettiğimiz doping ve beden terbiyesi kültürü sayesinde o yıllarda NCAA’li gençlerin fizikleri, kendilerinden 10-15 yaş olgun fakat fiziksel güçleri tavana vurdurulmamış insanlarla mücadele edip kazanacak düzeyde olabiliyordu işte). Dopinge ve kâr maksimizasyonuna karşı bakış açısı da işte yine bu kalıbın ürünü olsa gerek. Süper güç, her yerde en iyisi olmayı hedefleyen, bunun için de mubah gördüğü her yola başvurmayı seçendir neticede… Zaten bütün adaletsizliği yaratan da, bu siyasi anlayışın spora sirayet etmesi değil mi? Bu zihniyet değil midir, onca kulis faaliyeti ile 1989 yılında FIBA’ya, 1991’de ise IOC’ye kuralları değiştirten ve NBA oyuncularının da turnuvalara katılmalarını sağlayan?2 Peki IOC’nin veya FIBA’nın bu kuralların değişmesinden ne gibi çıkarları olabilirdi ki? Elbette, onca Olimpizm ruhuna ve temiz bir spor kültürü hedefine rağmen, onların da başlıca çıkarları naklen yayın ve pazarlama gelirleriydi, yani “duygusal”dı3,4.
(Devam edecek)
http://en.wikipedia.org/wiki/Doping_in_sport (Anabolik steroidler başlığı altında)
https://en.wikipedia.org/wiki/United_States_men%27s_national_basketball_team
Mete Aktaş, 6. Adam Aylık Basketbol Dergisi, Sayı:7 Ağustos-Eylül 2002 sf. 39
http://edition.cnn.com/2012/07/22/opinion/greene-olympics-amateurs/
http://www.lawinsport.com/features/item/amateurism-and-anti-doping-a-cautionary-tale
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc