Almanya ve futbol dendiğinde akla gelecek ilk takım tabii ki Bayern Münih. Hem finansal gücü, hem saha dışındaki lobisi, hem tarihteki dünya yıldızları ile hem de 11 kez üst üste, toplamda da 33 kez şampiyon olmaları diye uzar gider bu liste…
Ama tüm otoritelerin, “şampiyon belli ikinci kim” dedikleri ortamda, üst üste 12. zafer gerçekleşmedi ve Xabi Alonso’nun Leverkusen’i zirvede tamamladı sezonu..
Bu onların 119 senelik tarihlerinin ilk Bundesliga şampiyonluğu olurken, Xabi Alonso ve talebeleri, üstelik sezonu yenilgisiz bitirmeyi başardılar!..
Peki Bayern’in yarısından az bütçe ile bu başarı nasıl geldi ?
Real Madrid’de gençlik koçu, Real Sociedad’ın B takımının üç yıl antrenör olarak çalışıp, bu işin mutfağında iyice pişmiş ama bu meydan okuma; ilk A takım direksiyonuna geçişiydi, eski İspanyol milli futbolcunun.
Çok iyi bir hücum takımı olmaları yanında, en iyi savunma istatistiğine de sahip oldular ve muazzam bir spacing ile, rakiplerine geçiş kanalı vermeden 34 maçta 89 gol atıp sadece 24 gol yediler (+65 averaj)!.. Ligi ilk 5’de bitiren diğer takımlar içinde en az gol yiyeninin 39 olduğunu da yazalım ki, bu 24 rakamının değeri daha bir anlaşılsın.
Kadroda genç ama başarıya aç ve yetenekli, merkez savunma oyuncuları 2015’den beri kulüpte olan Jonathan Tah harici, Edmond Tapsoba (24), Odilon Kossounou (22), Ekvatorlu Piero Hincapie (21) ve ile çift ciğerli uçan kanat bek Jeremie Frimpong (22) ve 1-2 seneye kalmadan dünya yıldızı olacağı kesin 10 numara, Florian Wirtz (20) vardı.
Önceki seneden ana kadrodaki son 2 isim de Hradecky ve Palacios idi. Finli kaleci 30 yaş tecrübesi ile güven veriyor ve 2018’den beri oynadığı kulüpte, saha içi-dışı sevilen isimlerdendi. Arjantinli orta saha oyuncusu de hem box to box oyun tecrübesi, hem sürati ve tekniği ile ana parçalardan biriydi Alonso’nun kafasındaki.
Santrafor Patrick Schick de çok doğru bir hamle ile, üç cephede savaşacak kadroda tutulmuş (üçünde de son maça kadar gittiler), 12’si ilk 11, 20 maçta süre alıp, 7 gollük bir katkı sağladı Leverkusen’e.
Orta merkezde bitmek bilmeyen enerjisi ile Robert Andrich ve gerektiğinde forvetin ön sağ sol, 3 tarafını da yedekleyebilen Amin Adli de ana puzzle’ın yedek parçalarıydı.
3′ ü oynatacaktı ve ileride tek forvet, sol sağ iç kanatlar, iki merkez orta saha ile, bir nevi 3-4-2-1 idi kafasındaki sistem.
Kafasında kurguyu hazırlamış ve eksi yerlere de yaptığı nokta eklemelerle, neredeyse kusursuz bir 11 yaratmıştı;
Atalanta’ya 9 milyon euro’ya sattıkları Hollanda’lı Mitchel Bakker’in yerine, sol kanat bekine Alex Grimaldo, Benfica’dan, hem de bonservis ödemeden kadroya dahil edildi.
Sağ içe, ligin oyun zekası yüksek, istikrarlı isimlerinden, Jonas Hofmann, M’Gladbach’tan 10 milyon euroya transfer edildi.
Ama bence asıl tepe ikili; Arsenal’in “neden ve ne amaçla bıraktığını bir türlü çözemediğim” Granit Xhaka merkez orta sahaya, Nijeryalı golcü Victor Boniface de Union SG’den (21 milyon euro bonservis ile) forvete eklenen en önemli parçalar oldu.
Kafasında sezon öncesi ne kurgulayıp hayal ettiyse, hepsi bir bir gerçekleşti Alonso’nun. Tek bir şey hariç; Nathan Tella. 23 milyon euro’ya Southampton’dan gelen genç sağ kanat oyuncusu, sezon içinde 24 maçta süre alıp, 5 gol 2 asistlik katkı yaptı ama, beklenti- fiyat-verim üçgeninde, “bence” en düşük fayda ondan sağlanmıştı.
Bayern’den Josip Staninic hamlesi de, hem sağ kanat beki, hem sağ stoperi hem de orta merkezi yedekleyici doğru bir strateji idi ve sezon genelinde çok fayda sağladı Hırvat oyuncu.
Önceki sezondan belki en önemli kayıp, 9 gol, 8 asistle oynamış, sol ayaklı sağ açık Moussa Diaby idi ama, neredeyse tüm transferleri Aston Villa’dan gelen 50 milyon euro ile gerçekleştirdiler.
Alonso 1 sene önce, sezon içinde geldiğinde, Leverkusen 8 maçta sadece 5 puan toplayabilmiş ve küme düşecek adayların içinde gösteriliyordu. O sihirli el, ilk dokunuşta bile takıma 2-3 vites atlatmış, 5 puanla sondan ikinci sırada aldığı takım, sezonu 26 maçta; 13 galibiyet, 7 beraberlikle 50 puanda 6’ncı sırada bitirmeyi başarmıştı.
Alonso futbolculuğunda bir Maradona, Pele, Messi değildi ama mevkiinin çok çok önemli bir futbolcusuydu. Kariyerinde oyuncuyken kazanmadık kupa bırakmamış, yani bu dalgalı, sert suları, stresle yaşamayı çok iyi biliyordu. Kariyerinde son 14 sene-3 takım; Liverpool, Real Madrid, Bayern idi dersek yeterlidir sanırım.
Her takımdan, her hocasından birşeyler alıp, o zamanlardan notlar tutmaya ve bugünleri yaşamaya başlamıştı kafasında çok daha öncesinden!..
Kısaca lig haftalarını özetlersek; ilk 3 haftada 9 puan ve atılan 13 gol, ışığı göstermişti aslında bizlere…
Ama sırada asıl er meydanı; Allianz Arena deplasmanı, 4’ncü hafta maçı vardı. 2 kez yenik duruma düşmelerine rağmen 2-2 ile Münih’ten döndüler ve bu hem takım içi, hem de camiadaki özgüveni katladı.
O pozitif havayla 8 maç üst üste kazanarak zirveye yerleştirler. 3 kupada da Avrupa’da maç kaybetmemiş tek takım olarak ilerliyorlar ve onlar kaçarken, Bayern de kovalıyordu. Onlar ne kadar looser bir takımsa (hep son virajda kaybettikleri kupalardan dolayı Neverkusen deniyordu), Bayern de bildiğiniz üzere winner’ın sözlük tarifiydi.
Yani, Leverkusen nasılsa bir şekilde kaybederle, Bayern nasılsa bir şekilde kazanır birleştiğinde, karamsar bir tablo çıkması negatiflik değil tarihi bir gerçeklikti düz mantıkla.
Ve Bay Arena’daki herkesin beklediği rövanş maçında, Bayern’ı ezici bir oyunla 3-0 yenen Alonso’nun talebeleri karşısında neye uğradığını şaşıran Bavyera devi, maçı sadece 1 tek isabetli şutla tamamlayabilmişti!..
Bu maçla 5’e çıkan puan farkı, camiayı da artık şampiyonluğa iyice inandırırken, bir kez yere düşen Bayern sendelemeye devam ediyor, Leverkusen devamlı kazanıyor, puan farkı da önce 8, sonra 10’a çıkıyordu.
Bu döngü sonraki haftalarda da aynı ritimle devam etti ve 6 hafta kala 16 puana kadar çıktı fark!..
Alonso sistemi; Liverpool, City gibi maaile rakip sahasında boğucu pres yapan bir takım değil, aksine geçiş hücumları ve uzun toplarla epey ekmek yediler bu sezon. Spacing olarak öyle güzel yerleşiyorlardı ki sahaya, bazen 11 değil 12 kişiler mi diye düşünmeden edemiyordu insan.
Bu sistemin en önemli köprüleri olan hücumcu kanat bekleri oyunu açıyor ve tek çizgi gibi dizilen 3 kademeli (mesela sol sağ stoper, sol sağ merkez ve sol sağ kanat) kaymalı bir sistemleri ile langırt takımı gibi, ayrı vücutlarda ama tek bir beyinde oynuyorlardı sanki.
Topa hemen her maç rakiplerinden fazla sahip oluyorlar ama Barcelona tiki-taka’sı gibi 30-40 paslı organizasyonlar yerine, oyunun yönünü terse çok hızlı değiştirip, rakip ceza sahasına 4-5 pasta gitmeyi hedefliyorlardı. Fazlasıyla da başardılar.
Şimdi önümüzdeki sezon, Alman liginin bir takım çok başarılı olursa, Bayern ordaki en iyileri alır diye yazılı olmayan kuralı varken, ben (en azından bu sene) Alonso’nun Leverkusen’de devam edeceğini ve bu kez ellerinden kaçırdıkları yıldızlarına da sahip çıkacaklarını düşünüyorum.
En son 1993’de kupa kazanabilmiş Neverkusen’i, 17-18 ayda NeverLusen, yani hiç kaybetmeyen statüsüne evirmek gerçekten takdire şayan.
Neverkusen dendiğinde yazmazsam olmaz, 2 haftada 3 kupa kaybettikleri 2001-02 sezonu bunun negatif anlamda nirvanasıdır!.. Ligde bitime 3 hafta kala 5 puan öndeyken Dortmund’a, Almanya Kupası finalinde Schalke’ye ve Şampiyonlar Ligi finalinde de Real Madrid’e kaybetmişlerdi.
Ama bu kez kazandılar ve gözüken o ki, dizi daha bitmedi ve Alonso’nun Leverkusen’inin yeni bölümlerini, yeni sezonda merakla bekliyoruz!..
Not: Hemen herkese göre dünyanın en iyi teknik direktörü Pep Guardiola ama çalıştırdığı 3 takım da; Messi’li Barca, Bayern ve City zaten liglerinin uçuk bütçeli en güçlü kadroları olduğu için, Leverkusen ayarı bir kulüpte Alonso’nun başardığını yapabilir miydi?
Keşke bunu görme şansımız olsaydı ama galiba bu soru sonsuza dek cevap bulamayacak.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: burak.belgen@abcspor.com
twitter: @BurakBelgen