Cevap çok açık; 3 Temmuz bir miladdır. Elbette ki öyledir ama yapılmaya çalışılan operasyon sebebiyle belki de istenilenin dışında onlarca başka konuda bir milad olmuştur.
Görüşüm net; Fenerbahçe taraftarı ve camiası son 3 yıldır yüzleştiği deneyimler sonucunda, 2 Temmuz 2011’e göre inanılmaz büyük bir değişiklik ve farklılık yaşadı. Öyle ki, bu değişim ve fark gece ile gündüz arasındaki başkalık kadar büyük. Taraftarlık sadakatinin tavan yapmasının yanı sıra, kadın ve çocuklar eskisine göre ve hiç olmadığı kadar fazla bir şekilde Fenerbahçe’liliğe dahil oldular. Bunun yanında karşı cepheye karşı geliştirilen refleks ile, kendilerini ötekileştirip, etraf ile olan ilişkilerindeki duvarları daha da yükselttiler. Hatta çevrelerindeki arkadaş gruplarında bile yeniden yapılanmaya gidip, bazı eski dostları sırf bu süreçteki davranışları sebebiyle tarihe gömdüler.
Değişim bir süreç elbet ama karşı konulması mümkün olmayan bir sel adeta. Bu anlamda, 3 Temmuz baraj kapaklarının açıldığı tarihtir. Spor ve yöneticisinden taraftarına, kurumundan sporcusuna, yatırımcısından emekçisine kadar sporun aktörlerinin bu değişime karşı koyması mümkün müydü ki zaten? Esasında evrensel gerçek ve doğrular bunun tersini söylüyor ama bakıldığında bir direnç söz konusu oldu hep. Bilişim teknolojileri ve ona bağlı tüm yapı ve sistemler bilgiye erişimi çok da değil 10, 15 sene öncesine göre inanılmaz kolaylaştırınca, spor ulemaları ve alimlerinin “Sporu en iyi ve tek bilen adam” yaftaları birer birer erimeye başladı. Sonra taraftarlar keşfetti, bilişim ortamının cazibesini. Toplumun en önemli alt kültürlerinden biri olan taraftar grupları tüm diğer alt kültürler gibi aynı sesin altında toplanabilmek için önce e-posta listeleri ardından forumları keşfetti. Ve tabii ki kulüplerin kendi web siteleri, radyo ve televizyonları gibi kendi mecraları hayat buldu. Yani kulüpler medya dünyasına girdi, haberi kendi tekellerinde tutmaya, medya dünyasından pay almaya başladılar. Buna karşılık hem bilişim devrimine karşı hem de 3 temmuz sürecinde geleneksel spor medyası ne yaptı? Bildiğini okumaya devam etti. Ellerindeki gücü kaybeden eski zihniyet savaş başlattı. Yalan haber ateşinin üzerine benzin döküldü adeta. 3 Temmuz sürecinde bu kin, nefret tavan yaptı. Sınırsızca, kontrolsüzce, saygısızca ve düşüncesizce saldırıldı. Zaten değişmesi gereken spor medyası bu için bu süreç bir fırsattı ama o fırsat kullanılamadı, enkaz daha da vahim hale geldi ve yine bu süreçte, dünyanın farklı spor mecralarına ulaşıp sporun ve spor haberciliğinin gerçek ruhunu anlamış ve keşfetmiş taraftarın beklenti çıtasının çok altında kaldı. Yalan ve içi boş haberlerle yoluna devam etti, inanılırlığını yitirdi. Bunu da üstelik “taraftarın beklentisi böyle yoksa tüketmezler” ifadesiyle açıklayıp, yaptıkları yanlışı meşrulaştırmaya çalıştılar. Internet erişiminin kısıtlı, yabancı dil bilmenin sınırlı olduğu kitle için yaptıkları yanlış, onları kurdukları ilüzyonda yaşatmaya devam etti. Tavşana kaç, tazıya tut ilkesiyle tiraj, rating peşinde koşarken kendilerine ve spor dünyasına verdikleri zararı umursamadılar. Bir başka deyişle, değişimi okumak yerine direttiler, ayak sürttüler.
2014 yılına gelindiğinde özellikle taraflı spor kişiliklerinin yönettiği spor ve haber kaynaklarında bu eski alışkanlığın artarak devam ettiğini, yalan haberin, iftiranın, manipülasyonun, yanlış yönlendirmenin, gerçekleri saptırmanın artarak devam ettiğini ve bunun takdir ve teşvik gördüğünü gözlemliyoruz. Hele ki yeniden yargılamanın kabul gördüğü bu günlerde.
Cephenin diğer tarafında ise daha evvel bu kadar hızlı ve sıklıkla birbirleriyle haberleşemeyen taraftarların bu yeni yapılanması, birleşmesi, aidiyet duygularının derinleşip daha da güçlenmesi, icraat da getirdi, o icraatlar ses de. Krizin kapısını çaldığı Fenerbahçe taraftarı elindeki bilgi ve haberleşme imkanını sonuna kadar kullandı ve hakkını verdi. Sosyal medya ve forumlardaki bilgiler, takipçilik öyle noktalar vardı ki, avukatlara, kanun insanlarına kaynak, destek ve yol gösterici oldu. En netini 2011-2012 döneminde gördük, yaşadık. Fenerbahçe taraftarının gücünü hissettik. Hatta başka alanlarda, ” Fenerbahçe taraftarı kadar olamadınız” diye referans noktası bile oluşturuldu.
Taraftarların sahip olduğu bilgi ve kaynaklar, medyanın çok ama çok ilerisinde olunca bilgi kirliliği içerisinde de klasik medyanın verdiği haberlerin ve elbette bu yaklaşımdaki haberciliğin koca bir balon olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bu duruma işlerine geldiği için alkış tutan bir kısım diğer takım taraftarları da çanak tuttu. Bu konuyu biraz açmak gerekirse; Toplumsal akıl, ortak davranış diye bir kavram var. Toplumda insanların birbirleri ile olan ilişkilerinden tutun, ahlaki değerlere, akla, mantığa uygunluğa kadar her şeyi kapsayan bir yelpaze. Olaylar karşısında aynı ahlaki tutum ve standartı sergilemek, benzer ve hatta eşdeğer sorunlarda aynı duruşu, yaklaşımı gösterebilmek, toplumsal omurganın en değerli parçalarından biri. Gelgelelim, her konuda bambaşka bir yargısı olan bir topluluk oluverdik. Prensipleri, ilkeleri hiçesayan bir yapıya büründük. Her olay karsisinda, eşitliği, adaleti, doğruyu önemsemek yerine, kendi inandıklarımızı, sevdiklerimizi, çıkarımızı, tuttuğumuz takımı, desteklediğimiz partiyi, inandığımız ideolojiyi, inançlarımızı dünyanın merkezine koyup, her şeyi bunlara göre yorumlar olduk. Aksi düşüncede olanı küçümsedik, anlamaya çalışmak yerine onu suçladık. Haber aldığımız medya haberleri üzerinden gerçeği oluşturduk, işimize gelene inanmaya çalıştık, aksini yok sayıp, kulak tıkayıp, göz bağladık. Televizonda, radyoda ne söylendiyse işimize gelene inandık, bize uygun olmayani yalan diye geçiştirdik. Komşumuz tökezleyince oh çektik, komşunun çocuğu bisikletten düşünce koşup kaldırmak yerine, kahkahayı basıp yanına gidip dalga geçtik. Hoyratlaştık, sevimsiz olduk. Kendi hayatımızı kirlettik, yaşadığımız ortamı gerdik. Ve tüm bunları yaparken hep aynı ifadenin arkasına sığındık, O başka bu başka. Sandık ki, O başka, bu başka deyiverince, her şeyi mantığa, ahlaka, izana, terbiyeye sığdırabiliriz. Oysa ki, biraz geriye çekilip, büyük resme uzaktan bakınca, kafamızı kuma gömmekten başka hiç bir şey yapmadığımızı kolaylıkla görebiliriz. “O başka bu başka” demek esasında ülkemizin en büyük toplumsal sorunlarının başında geliyor bana göre. 3 Temmuz süreci en net şekilde bu toplumsal riyayı gözler önüne sermesi açısından bile çok önemli bana göre. Görünen o ki, bu hastalık bugünlerde 2011’den daha da azgın bir şekilde bünyeyi tehdit ediyor.
Bu durum tespitini yaptıktan sonra gelelim bundan sonra olacaklara. Bana kalırsa deniz bitti, yol tükendi. Yalan haber üzerine kurulu habercilikte sona gelindi. İnsanlar haykırıyor “Biz aptal değiliz” diye. Gerçeğe kolayca hem de küresel çapta ulaşabilen insanlar spor medyasının içi boş haberlerini mizahla karşılıyor artık. Spor medyası değişmek zorunda, hem de ivedikle. Bu değişimin gerçekleşmesi için kapıyı aralayan Fenerbahçe taraftarının hakkını teslim etmek gerekli. Bu kadar ağır bir hamle ile savaşmasalar belki de bu düzen devam edecekti. Uyanışın önderi, bayraktarı oldular; tek kelimeyle “Tebrikler!”.
Buna karşın, kurumsal anlamda Fenerbahçe kulübü yaşadıklarından ders alıp, yeniden başlayan süreçte, geçmişte yaptığı hataları tekrarlayacak mı, yoksa bir çok şeyi öğrenmiş olarak mı yoluna devam edecek, asıl sorun bu. Bir başka deyişle, hayat değişiyor, dünya değişiyor, iletişim değişiyor, insanlar değişiyor ama önemli olan kurumların bu değişime ayak uydurabilmesi. Bunu çok kısa süre içerisinde göreceğiz. Fenerbahçe açısından asıl milad tüm olanlardan ders çıkarıp, reflekslerini değiştirmiş bir kurumsal yapıdır elbette.
Son olarak bir kez daha belirtmekte yarar var; İletişim bir stratejidir. Bu strateji doğru şekilde kurgulanmazsa, sıkça ve sıklıkla iletişim kazaları kaçınılmaz olur. Bu kazaların nelere mal olduğunu hep birlikte gördük, yaşadık. Bir kez daha aynı filmi görmeye kuşkusuz ki kimsenin mecali yok artık. Sonuç olarak toparlamak gerekirse, tüm olanlardan sonra ve 3 Temmuz’un yıldönümünde Fenerbahçe’ye ve spor medyasına bakıldığında insanın aklına ister istemez şu soru takılıyor; 3 Temmuz bir milad ama o günden bu güne ne değişti? Esasında her şeyin anahtarı bu sorunun cevabında gizli.