“Onu iki kez uyardım, tekmeliğin dönmüş düzelt bak ayağın kırılır diye ama bana tekmeliğe bir türlü alışamadığını söyledi ve ertesi gün hastanede ziyarete gittim”
1992-93 sezonunun ikinci yarısında şubat ayında oynanan Türkiye Kupası Yarı Finali ilk ayağında GS-Trabzon maçı esnasında hakem Erman Toroğlu ile GS’nin yeni yıldız adayı Okan Buruk arasında bu diyalog geçiyordu ve maçın ilk yarısının sonlarına doğru futbol ile ilgili yaşı yeten herkesin hafızasına kazınmış o sahne cereyan ediyordu. O gün sahada yaşananlar ülke futbolunun dört elle sarıldığı bir yıldız adayının belki de başlamadan bitecek kariyerine sahne oluyordu.
Aslına bakarsanız o maçtan tam yedi ay önce tesadüf olarak 17 Mayıs 1992’de ligin son karşılaşmasında hoca Denizli kendi son maçında Bakırköy karşısında Okan’a şans vermiş ve abisi Fuat Buruk ile rakip olarak çıktığı ilk profesyonel müsabakada Okan GS’nin attığı 5 golün ikisini atarak ilk sinyali göndermişti.
1992-93 sezonun başlarken, belki de son 25-30 senenin en tempolu ve diri Türk takımı olan Feldkamp GS’sinin de önemli bir oyuncusu olarak, TSYD Kupası’nda BJK’ye de iki gol atıyor akabinde ilk kez seçildiği, San Marino karşısına çıkan, Türkiye’nin de regüle 11 oyuncusu olacağının işaretlerini veriyordu.
Her yeni çıkan yerli topçuyu mutlaka yabancı bir yıldıza benzetme meraklısı olan futbol dünyamız Hrubesch, Şifo, Van Basten ve Papen teşbihleri akabinde sağ açık olarak o dönemin en önemli Avrupalı oyuncularından Thomas Hassler’e de Okan Buruk’u benzetme hususunda herhangi bir çekince duymamıştı. Güzel bir tesadüf ile Okan sakatlanmadan birkaç ay önce UEFA Kupası’nda Roma’da oynayan Hassler’e rakip olmuş ve biz de gerçeği ile teşbihini karşı karşıya izleme olanağı bulmuştuk.
Buruk sakatlandıktan sonraki sezon 3-4 maç ancak oynayabildi; 1994-95 sezonunda maç ritmini yakaladı ama uzun bir süre bocaladı ta ki 1996-97 sezonu ikinci yarısındaki Sarıyer maçına kadar.
Terim’in yeni kurduğu takım ligin ilk devresini tahminlerin ötesinde bir performansla bitirmiş ama ikinci yarıya Kadıköy’de derbi dahil üst üste 4 maç kazanamayarak başlamıştı. O sezonu döndüren ve belki de UEFA Kupası’na giden yolu döşeyen maçların başında gelen Sarıyer karşılaşmasının başında Okan’ın attığı gol ile başlayan macera bugünlere kadar geldi.
1992 yılında takımın yıldızı olarak parlayan bir genç oyuncunun yaşadığı sakatlık sonrası sistem adamına evrilmesi ve ortaya çıkan GS orta sahası bugün altyapı oyuncularına altı defalarca çizilerek anlatılması gereken bir ders olmalıdır.
Bizim gibi Şark toplumlarında insan vücudu krikoya müsait gezer ve en ufak bir olumlu hareketinde o kriko ile seni bir tarafından kaldırmaya gönüllü çok yağcı adam bulursun. Ondan sonra en ufak tökezlemede serbest düşüş hak getire olursun.
Ülkedeki sporcu çöplüğü “ben yıldızım abi, ölümü koysan 15 atar” diyen adamlardan geçilmez, işin kötüsü çöpteki insanın geri dönüşüm ile doğaya katkısı da yoktur ancak yıllar boyu orada metan gazı biriktirir, durur.
Okan Buruk’un ilk çıktığı dönemi bilmeyen bugünün gençlerine yaşanan evrimi anlatsan hayret ederler zira onlara göre Buruk, kilometre yapan hem top rakipteyken hem de dönen topların ribauntlarında orta saha presini başlatan orta 3’lünün en önemli dişlilerinden birisidir. Inter’e dahi bu özelliklerinden dolayı gitmiştir ama işin aslın öyle değildir.
İşin aslı çalışmaktan ve kendini konumlandırabilecek oto kontrolü oluşturmaktan geçiyor. İnsanın kendi disiplinini oluşturup başarılı olacağı kapıyı bulup onu açması devamını da getiriyor. Ayağı kırılmasa belki o yolda ilerleyerek başarılı olabilecekti ama o dönemde şartları değiştiği için farklı mecralardan aynı zirveye ulaşmaya çalışmak, kriz yönetiminin önemli parçalarından birisi oldu. Tabi o dönemki mentörlerine de krediyi vermek gerekir ama sonuç olrak değişen şartlar ve değişen bireylerin buna uyumu devamında başarıyı getiren etmenlerden birisidir.
Şahsi kanaatim Okan Buruk’un başından geçen sıkıntılar, bunların yönetiliş şekli ve sonunda ulaşılan sonuç teknik direktörlük felsefesine da yansımış gibi gözüküyor. Bugün sorsanız kendi bile alakalı bulmayabilir ama insan bilinci ve onun altı farklı çalışıyor.
Yönettiği Başakşehir’de oynayan oyunculardan kendisini tanımayanlar Buruk ilk geldiği gün google’a girip küçük bir araştırma yapmışlarsa adamın geçmişine saygı duymuşlardır ve bu saygı lig sonunda ulaşılan sonucu getirmiştir.
Yukarıda bahsettiğim gibi şark toplumlarında kriz yönetimi pek de kaliteli yapılan bir uygulama değildir ama başarılı olanların da mutlaka takdir edilmesi gerekir. Ligin hak ediliş şekli ile ilgili karşıt görüşler, Başakşehir’in siyasi ilişkileri ile ilgili komplo teorileri mutlaka sunulacaktır ama ben yeşil saha içindeki bir noktayı yorumlamaya çalışıyorum.
İnsanın geçmişi aslında geleceğinin aynası oluyor. Kişi o aynada kendini görüyor, kendini bilmeye başlıyor ve birlikte geleceği inşa etmeye çalışıyorlar.
Velhasıl o tekmelik o maçta tam takılsaydı bugün şampiyon kim olurdu bilemem ama Buruk’un önünün açık olduğu çok aşikâr, umarım yıllar önce çıkarılan şark gömleği Demokles’in kılıcı gibi kariyerinin üzerinde sallanmaz.
Herkese akıl, sıhhat, spor ve huzur dolu bir hafta diliyorum.
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78