Galatasaray adına takım savunması anlamında felaket derecesinde bir ilkyarı performansı izledik. Öyle ki; hiçbir oyuncunun görev sadakatinin olmadığı, takımın boyunun 55-60 metrelere uzadığı ve de 4’e 1, 5’e 2 rakibe yakalandığı sahneler yaşandı. Yani sahayı parselleme, alan kapatma, dengeli bir şekilde sahaya yayılarak rakibi karşılama ve oyunu tutma noktalarında Galatasaray Takımı’nın sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Bir futbol takımının iki kenar bekinin de kafasına göre ileri çıktığı, çıkıp da dönmediği, esas rollerinin savunmak olduğunu anlayamamış olduğu bir takım görüntüsündeydi Galatasaray. Telles-Sabri ikilisinin koordineli ve dönüşümlü bir şekilde ataklara katılmasını, biri çıktı mı diğerinin defansta kalması gerektiğini herhalde biz öğretecek değiliz! Bu oyuncuların da bilmemesi imkansız olduğuna göre tam da bu noktada açık bir ‘coaching zaafiyeti’ ortaya çıkıyor. Kasımpaşa maçının ilkyarısında had safhada bir oyun disiplini noksanlığı vardı. Zaten ikinci yarıda adıgeçen oyuncuların uyarıldığına ve de özellikle Sabri’nin ortasahayı geçmemeye özen gösterdiğine şahit olduk.
Sezonbaşından beri Galatasaray’ın en büyük sıkıntısı savunmasıdır. Prandelli döneminde alınan 4’lük mağlubiyetler ve takımın lig-kupa rakip farketmeksizin her maç gol yemesi bunun neticesidir. Kanat bekleri savunma ve ters/düz kademeye girme noktalarında çok yetersizler. Dahası rotasyondaki hiçbirinin ikili mücadeleleri kazanma ve çalım yememe özelliği yok. Sık sık yerlerini kaybettiklerinden ve de bu ters kademe bilinci eksikliğinden ötürü de stoperlerin arkasını toparlayamıyorlar. Oysa ki her stoperin arkasına top atılabilir. Oyuncuların ‘ışınlanma yeteneği’ olmadığına göre burada devreye kanat bekleri girer. Galatasaray stoperlerinin hemen hepsi de ağır ve ani depara kalkma özelliği olmayan futbolcular olduğundan, defans arkasına koşu yapan forvetlere reaksiyon gösteremiyor ve birebirde genelde yeniliyorlar. Yani defansı neresinden tutsan elinde kalıyor durumu var. Galatasaray’ın rakipleriyle puan farkını açamamasının ve Avrupa’da yürüyememesinin sebebi işte bu defosudur. Bu noktada bir kadro mühendisliği yetersizliğinin varlığını da dile getirmeliyiz.
Öte yandan dün gece gördük ki; Galatasaray’da tahtaya önce Sneijder-Yasin yazılır sonra 11 kişi tamamlanır. Uyumlu ve topu bilen bir ikilinin bir futbol takımının kaderine ne derece etki edebildiğine bir kez daha şahit olduk. Sneijder-Yasin paslaşmaları Kasımpaşa defansını adeta çökertti. Nitekim sarı-kırmızılıların 2 golü bu ikilinin imzasını taşıyan ataklar sonucunda Yasin’in asistlerinden geldi. Yanısıra Sneijder’in ortasaha çizgisinin gerisinden 4-5 tane derinlemesine ve öldürücü pasını ve de Yaşın’ın cezasahası içinde daralanda rakiplerini adeta ‘şu içer-ekmek yer’ edasıyla kolayca çalımladığını izledik. Bunlar bir takıma iyi oynamazken de maç kazandırabilecek ekstra niteliklerdir.
Ayrıca, Selçuk’un 3.golün atağını başlatırken, hiç de kendisinden görmeye alışkın olmadığımız bir şekilde
topla; hem de 30-40metre, dribling yaptığını gördük. Kaptan eski formunu yakalamaya başladı ve de takımı bütünüyle sahipleniyor. Hamit ise her maç üstüne koyuyor. Burak’ın yeri dolmuyor. Olcan artık seneye…
Şüphesiz ki Galatasaray takımının 0-2’den 3-2’yi yakalaması, bunu becerirken ki azmi,coşkusu ve kararlığı alkışlanmalıdır. Ortaya çıkan takımdaşlık ve dayanışma bilinci takdire şayandır. Bu refleks, takımın çekirdeğini oluşturan ve kulübe nice kupalar kazandıran 2011 jenerasyonunun Galatasaraylılıkla harmanlanmış erdemidir. Kimbilir, belki de 4.yıldızın yakılmış fitilidir!
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
gokhan.hasimzade@abcspor.com