Spor etiğinin en büyük 2 düşmanı dendiğinde hemen herkesin aklına gelecek ilk iki kelime belli; şike ve doping.
Özellikle “ne olursa olsun kazan” kavramının iyi, dürüst olmanın önüne geçtiği 21.yüzyılda, insanlar maalesef sadece spor değil, iş hayatında da her türlü rekabette rakibine üstünlük sağlamak için legal ya da illegal bir yol, ya da moda deyimle bir bug arar (tepedeki ikiliye rüşvet ve teşvik primini de katabiliriz).
Hatta spor ve iş hayatını geçelim, taaa M.Ö. 8.yüzyıldaki savaşlarda bile !! Hollandaca kökenli olup kabuk anlamına gelen “dop” kelimesinden gelen doping, Afrikalı Zulu savaşçılarının, kahramanlığı artırmak amacıyla kullandıkları üzüm kabuğundan yapılmış alkollü bir içeceğin adından türemiş.
Gerçek anlamda ilk kullanımı için çok daha öncelere gitmek gerekse de, 1930’larda resmi olarak tartışılması start almış ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) de 1967’de ilk kez yasak maddelerle ilgili testlere geçmeye, “Sporcu Sağlığının Korunması, Tıp ve Spor Etiğine Saygı ile Bütün Sporcular için Eşit Şartlar” diye 3 ana madde ekseninde başlamıştı.
“Yeter artık buna bir çare bulmak zorundayız” raddesine getiren olay için ise; 1960 Roma Olimpiyat oyunlarına, Danimarkalı bisikletçi Knud Enemark Jensen’e gidiyoruz. Yarışma esnasında aldığı Amfetamin sonucu ölmesi, sporda dopingle
mücadele fikrinin “resmi anlamda” ilk ateşini yakmıştı diyebiliriz. Yorgunluk hissini giderip, normalden fazla kapasiteye çıkabilmek için kullandığı bu madde, onun aşırı sıcakta, kaybettiği vücut sıvılarının farkına varamayarak beyin kanaması geçirip hayata veda etmesine neden olmuştu.
1968 Fransa Kış ve Mexico City Yaz Olimpiyatlarında başlayan testlerde, Fransa-Grenoble’daki oyunlarda alınan 86 numunenin tamamı temiz çıkarken, Mexico City’deki 667 numuneden ise 1 tanesinde doping maddesine rastlanmış ve “resmi anlamda radara yakalanan ilk isim” Hans-Gunnar Liljenwall olmuştu. Modern pentatlon dalında 3.olan atletin de bronz madalyası geri alınmış ve tarihe hiç de istemediği bir şekilde geçmişti İsveçli…
Radara yakalanma kimseyi korkutup, bu işten vazgeçirmediği gibi, insanların gözünü kör eden, beynine 1 saniye dahi çıkmazcasına yerleşmiş “ne olursa olsun kazan” desturu, 1972 Münih Olimpiyat Oyunlarında da 2000’i aşkın sporcuda yapılan kontrolde çıkan 7 dopingli sporcu ile gerçek sporseverleri bir kez daha üzmüştü.
Ve sonrasında da kesilip azalacağına çığ gibi büyüyerek devam etti, ediyor ve bundan sonra da edeceği maalesef aşikar!.
Bu arada unutmadan; dopingle ilgili kayıtlarda ilk karşımıza çıkan ölüm için ise İngiliz bisikletçi Arthur Linton’a gidiyoruz (1886). Yarıştan iki gün sonra öldüğünde, fazla dozda tri-methyl aldığı açıklanmıştı.
Yaşı 50 civarı olan bizim nesil için ise; özellikle 1900lerin son çeyreğinde, peptid hormonu ile kadınlara uygulanan erkek testesteronu en garantili sonuç gibi gözüküyordu. Günde 2 kez sakal traşı olan ve arkadan baktığınızda kadın demenin zor olduğu hormonal eklemelerle donanmış, özellikle Doğu Bloğu ülkesi sporcularını hepimiz hatırlarız (mesela ilk aklıma gelen Jarmila Kratochvilova). Çek atletin 800 Metre’de 26 Temmuz 1983 – 1:53.28 ile Münih’te kazandığı yarıştan bugüne tam 37 sene geçti!
Kimse kusura bakmasın; tüm efsane şampiyon sporculara saygımız sonsuz ama kimse bana o tarihlerde kırılmış, 100-200-400 rekorlarının da aradan 30 küsür sene geçmiş olmasına rağmen geçilememesini izah edemez!
*** 100 Metre / Florence Griffith Joyner (Amerika) / 16 Temmuz 1988 – 10.49
*** 200 Metre / Florence Griffith Joyner (Amerika) / 29 Eylül 1988 – 21.34
*** 400 Metre / Marita Koch (Doğu Almanya) / 6 Kasım 1985 – 47.60
Hatta bu inanılması güç dereceler ve kırılmasına belki de bizim ömrümüzün yetemeyeceği rekorlara bunları da ekleyebiliriz !!
*** Uzun Atlama / Galina Chistyakova (Sovyetler Birliği) / 11 Haziran 1988 – 7.52m
*** Yüksek Atlama / Stefka Kostadinova (Bulgaristan) / 30 Ağustos 1987 – 2.09m
*** Gülle Atma / Natalya Lisovskaya (Sovyetler Birliği) / 7 Haziran 1987 – 22.63m
*** Disk Atma / Gabriele Reinsch (Doğu Almanya) / 9 Temmuz 1988 – 76.80m
*** Heptatlon / Jackie Joyner-Kersee (Amerika) / 24 Eylül 1988 – 7291 puan
Günümüzde birçok filme ve belgesele de konu olan (seyretmeyenlere Icarus şiddetle tavsiye ederim), hatta en son Rusya’nın hala ülke olarak birçok şampiyonada yarışamamasının nedeni büyük skandal ile efsane bisikletçi Lance Armstrong ilk aklımıza gelenlerden…
Ama neredeyse sporun var olduğu günden beri yaşayan doping illeti için (o zamanlar performans arttırıcı deniyordu) taaa milattan öncelere, Olimpiyat Oyunlarının ilk defa gerçekleştiği M.Ö .776 antik Yunan Dönemi’ne kadar gidiyoruz. Tarih kitapları der ki; afyon suyunun yoğun kıvamlı bir hali olan ve felemenkce “Doop” olarak adlandırılan bir içki doping olarak kullanılmış!.
M.S. 100, eski Roma’nın şaşalı arenalarındaki Gladyatör müsabakaları ve atlı araba yarışlarında, atlara “Hidromel” adında baldan yapılan alkollü bir içeceğin verildiği de bir başka gerçek. Sadece atlara olsa iyi, “striknin” isimli halüsinojen etkili maddenin de Gladyatörlere güç versin diye içirildiği de (yorgunluk, acı hissettirmediği de söylenir) unutulmamalı.
Hindistan’da yetişen kargabuken (Strychnos nux-vomica) ağacının tohumlarından elde edilen Striknin, az kullanıldığında tıpta ilaç yerine de geçebilyor ama limiti geçtiğinizde, tam anlamıyla organik hücreleri bozan, ölümcül bir zehir. Yasaklanması için ise maalesef 1800 sene geçmesi beklenmiş! 1904 Olimpiyatlarında, maraton koşucusu Thomas Hicks’in, alkollü içecekle (brandi) ve yüksek dozlarda ölümcül bir madde olan striknin karışımını kullanması neredeyse hayatına maloluyordu. 1920 yılında alınan bir karar ile striknin, eroinin ve kokainin kullanımı “amiyane tabirle açık büfeden” çıkıp, sadece reçeteyle kullanıma geçti.
Resmi olarak kanıtlanmadı belki ama doğru olduğuna herkesin hemfikir olduğu; bilimin aydınlık yüzü gelişirken, karanlık yüzünün de aynı hızla ilerlemesi, 1940 Nazi Almanyası ve stereoid, 1950’lerde anfetamin diye başlar ve devam eder..
Aslında amfetamin için 1920’lere ve sentetik hormonlar için de 1930’lara gidiyoruz ama spora gerçek anlamda girişleri 1940 ve sonrasında…
Bu arada 1950-1970 yıllarındaki en popüler doping kelimesi ise; hücrelerde protein sentezini arttırarak dokuların gelişimini uyaran, anabolik-androjenik ilaçlar..
Sonuç olarak; doping konusu adeta kainat gibi dipsiz kuyu. 1001 ayrı örnek ya da bilimsel verilerle eklemeler yapılabilir ama fazla uzatmadan, bugün için WADA her geçen gün listeye yeni doping maddelerini eklerken, bilimin karanlık yüzü de o listede yer almayan ilaçlarla karşı hamlelere devam ediyor ve maalesef, bu hırsız-polis oyunu “insan denen en tehlikeli yaratık var olduğu sürece de” sonsuza dek edecekmiş gibi..
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: burak.belgen@abcspor.com
twitter: @BurakBelgen