Türkiye gibi roller coaster adrenaliniyle savrulan bir ülkede yaşayınca her güne bir İskandinav veya Alman huzuruyla uyanmayı geçtik, ‘acaba biz de Suriye olur muyuz?’ endişesi taşımaya başladıysak artık şapkayı önümüze koyma zamanı gelmiş de geçiyordur! Evet, şehitler ölmez, vatan bölünmez çok güzel bir slogan ama 8 yıl önce Liverpool maçında dev bayrak açarak söyleniyorsa, 18 yıl önce Paris Saint Germain maçında tribünlerde yankılanıyorsa ve 28 yıl önce Dinamo Kiev maçında ortalığı çınlatıyorsa bir düşünmemiz lazım ‘biz bunca zamandır neyi yanlış yapıyoruz da gencecik fidanlarımızı hayatlarının daha baharında toprağa veriyoruz?’ diye.
Evet, böyle günlerde ‘koymuşum futboluna da, konserine de, sanatına da’ deme kıvamına geliyor insan ama inadına o genlerimize kazınmış olan yaşama ve mücadele içgüdüsüyle bize mutluluk verecek ufak şeylerin peşine düşüyoruz yine. Gerçi Beşiktaş, uzun yıllardır son kertede o mutluluk veya tatmin duygusunu vermekten uzaktı ama heyecan kısmı yerli yerinde duruyordu. Bu sene ise ilk gözüme çarpan ise Beşiktaş’ın Türkiye gibi roller coaster misali inişli çıkışlı grafiğinden ziyade teknik direktörlük kariyerinde iki kez Fenerbahçe’den ağır darbe yiyerek ciddi travma yaşayan ama sonuçta daha soğukkanlı ve hafiften de bilge bir adamın dokunuşunu hissediyorum. Sosyalistse sosyalist, devrimciyse devrimci ve bir de bu toprakların yetiştirdiği bir güzel insan olan Şenol Güneş o travmaların kazandırdığı deneyimleri damıtarak belki de en olgun çağında Beşiktaş’ı özlediği şampiyonluğa ulaştırmak için çabalıyor.
Tabii ki kolay değil. Takım özellikle derbi maçlarında yıllardır aldığı başarısız sonuçları bu yıl tersine çevirmeyi başarırsa o zaman en ciddi farkı yaratmış olacak. Beşiktaş, geçmiş birkaç sezonda da iyi futboldan sık sık örnekler sundu ama bir ustalık ve deneyim eksiği vardı. Bir de başında takımın gerektiği yerde el frenini çekmeyi bilmeyen ve dalgalı denizlerde dümeni nereye kıracağını bilmeyen güzel bir hocası.. Yıllardır futbolu hem takip eden, hem de oynayan birisi olarak şunu söyleyebilirim; takımda usta ayaklar ne kadar fazlaysa diğer oyuncular da o kadar güvenli oynar. Oynadığım ve izlediğim maçlarda ‘Bunu (veya bu kadarını) Almeida bile kaçırmazdı’ diye literatürüme giren pozisyonlar oldukça Demba Ba’yla yaşadığımız kısmi rahatlamanın ardından bu yıl Cenk ve Gomez gibi iki forvete sahip olmak ciddi bir lüks gibi geliyor ve onları sahada veya kulübede görünce derin bir oh çekiyorum.
Zaten başlıkta söylemek istediğim de budur. Iyi futbol iyi futbolcuyla oynanır ve iyi futbolcunun da belli bir maliyeti vardır. Eğer başarı istiyorsan takımı bir sürü orta karar adamla doldurmayacaksın ama mutlaka birkaç yıldız getireceksin. Bu yıldızlar sahada fark yaratacak. Bugün Gomez’i izlerken hissettiklerim bunlardı. Adamın Bayern’de attığı goller zaten alamet-i farikasıydı ama asıl hoşuma giden tarafı buraya tatil yapmaya gelmemiş olması ve verdiği mücadele. Kanıtlayacak fazla bir şeyi kalmamış futbolcularda bu mücadeleyi görmek kolay değildir. Hele ki Türkiye gibi pek çok yıldız futbolcu için Katar veya Çin’den önce son durak olan bir ülkede o motivasyonu sağlamak her babayiğidin harcı değildir. O son vuruşlardaki ustalıktır bir adama o kadar parayı verdiren. Böyle atarsa da sonuna kadar helaldir.
Yapılan değişiklikler doğruydu. Quaresma’yı yedek başlatmak da keza öyle. Oğuzhan – Sosa ikilisinde Tümer – Sergen sendromunu görüyorum. Bu akşam Sosa çok iyiydi ama Oğuzhan sahada adeta kayıptı. Başakşehir ayarında bir rakibe karşı belki bu durum özellikle rüzgarın da bizden yana estiği ilk yarıda çok fazla sırıtmadı ama zorluk derecesi yüksek maçlarda ikisinden de yüksek verim almamız şart. Asıl sıkıntı ise Veli ve Tolgay’ın olmaması nedeniyle defans hattıyla hücum arasındaki koordinasyonda Atiba’nın yanında en az 12 Km. koşup kendini parçalayacak ikinci adamın eksikliği. Göbekte Rhodolfo’nun deneyimi ve soğukkanlılığı bunu kısmen örtüyor ama o bölgeye yapılamayan takviye inşallah başımızı ağrıtmaz. Ligin Osmanlıspor ve Kasımpaşa’yla birlikte bana göre gereksiz takımlarından bir tanesi olan Başakşehir geçmiş yıllara göre daha az baş belası bir görüntü çizdi bu akşam ama bunda sanki Beşiktaş’ın sakin ve panik yapmayan oyununun da payı vardı.
Şenol Güneş’in Quaresma’yı yedek başlatması da son derece yerinde bir karardı. Bu şekilde hem ilk terichinin Gökhan olduğunu gösterip ona ihtiyacı olan güveni aşıladı hem de Q17’ye mesaj verdi. Sol bekte ben hala iyi bir İsmail Köybaşı’nı özlüyorum. Tosic üst düzey maçlar için bütün iyi niyetine rağmen yeterli değil. Saatli bomba Motta’yı arada attığı muhteşem gollere rağmen zaten saymıyorum bile. Tolga bu akşam geçmiş maçlara göre çok daha iyiydi. Acaba Cenk’in gitmesi mi onu rahatlattı? Yine de 600 bin Euro gibi bir paraya ikinci kalecisini GS’ye veren yönetim bence ciddi bir hata yapmıştır. Ya adam gibi bir paraya satsalardı ya da tutsalardı. Cenk gibi artık Beşiktaş’la bütünleşmiş bir fubolcuyu hem de bu paraya şampiyonluktaki bir rakibine vermek basiretsizliktir.
Özellikle hücumda ciddi pozisyonlar yakalayıp bunların bir kısmını laubalilik veya gereksiz paslaşmadan dolayı gole çeviremeyen Beşiktaş genel olarak iyi bir görüntü çizdi. İki hafta sonra Fenerbahçe’ye karşı veya Avrupa’da ileri seviyelerde bu futbol yeterli olur mu şüpheliyim ama şunu da unutmamak lazım ki futbolcular maça göre konsantre olur ve rakip ne kadar dişliyse onlar da ona göre vites yükseltir. En azından Beşiktaş’ta bu potansiyelin var olduğunu görüyorum.
3000. gol bu akşam gelmedi ama Beşiktaş bir kez daha bu ligin en çok gol atacak takımlarından bir tanesi olduğunu gösterdi. Daha mutlu ve huzurlu bir ülkede 4000. golümüzü de görmek dileğiyle.
mail : gorkem.isik@abcspor.com
twitter : @saturnocontro3