Fransızca “caduc” kelimesinden dilimize evrilmiş olan kadük kelimesi “hükümsüz, geçersiz” anlamında, özellikle usule ait bir eksiklikten dolayı yasalaşamadığı için yahut yasalaştıktan sonra uygulanmayıp fiilen terkedildiği için hükümsüz kalan bir proje veya yasa için kullanılır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa tarihine baktığınızda kadük olarak hayatını devam ettiren birçok yasa görürsünüz. Mesela Atatürk zamanında çıkarılmış Kılık Kıyafet Kanunu (halk arasındaki tabir ile Şapka Kanunu) bugün günlük hayatta fiilen uygulansa devlet daireleri, meclis ve en önemlisi sokağın yarısına ceza kesilmek durumunda kalır ama hem günümüz günlük yaşamının getirdiği yenilikler hem de siyasi sebeplerle bu yasa pek de uygulanmaz.
Yine Atatürk zamanında çıkarılan Beden Terbiyesi Yasası’nın bir maddesine göre her gencin bir spor kulübüne üye yapılma ve beden terbiyesi ifa etme zorunluluğu vardır. Günümüzde keşke uygulansa dediğimiz yasalardan birisidir ama fiiliyatta kimsenin umurunda değildir.
Görüldüğü gibi hayatımızın farklı alanlarında yasalar, kurallar ile fiiliyat birbirlerinden farklılıklar arz edebilir.
Bu mevzu 6 saniye kuralı tartışmaları esnasında aklıma geldi. Aslına bakarsanız kadük olduğu çok aşikâr olan ve koyulduğu 1998 yılından beri tüm dünyada kaç kere uygulandığı hususu bile başlı başına bir muamma olan bu kuralın pat diye uygulanması benim aklıma başka konular getirdi. O atıştan sonra penaltı olması ve bunun sonucunda gol olması falan hiç önemli değil benim açımdan çünkü ben zihnen ve fikren kadük olmuşlarla ve temeli sallanan yapı ile daha çok ilgileniyorum.
Ülke sporu ve futbol özelinde baktığımızda paydaşların büyük bir çoğunluğunun liyakat harici mevki işgali yaptığı alenen belirli olan bir durumdur. Karar alma ve adalet dağıtma mekanizmaları defolu karar vericilerin, beyin olarak da kadük bir insan topluluğu olduğu da su götürmez bir gerçektir.
İcazet olmadan alınamayan, alınsa bile kimseyi ikna edemeyen, etsin diye muhtelif defa değiştirilen kararlar ya da yönetmelikler; biat üzerine oturtulmuş koltuklar ya da makamlar; herkes Mersin yolundayken bizde tersine akan yapısal reformsuzluklar; her şeyi bildiğini iddia edip haddin nedir sorusuna boş küme yanıtı veren insanlar vesaire vesaire…
Hal böyle olunca ortaya çıkan tiyatronun tragedya seviyesinde olması işten bile olmuyor.
Pandemi döneminde herkes Pollyanna hükmünde kararnameler peşinde koşup post pandemik döneme hayat da zaten faniymiş gerisi boş perspektifinden bakarken topun santraya koyulmasından itibaren her şeyin yine eskisi gibi olacağından ben dahil birçok kişi emindi, zira temenni kısmını kalp yürütse de beyin olarak defo taşıyanların bu organ koordinasyonunu devam ettiremeyecekleri çok belliydi.
Şunu belirtmek gerekir ki kontrolsüz kazanma hırsı, Makyavel’e rahmet okutan pragmatizm ve enflasyona yenik düşmüş egolar olduğu müddetçe sağ duyu beklemek abesle iştigalden öteye gidemez.
Verilen ya da verilmeyen, az verilen ya da çok verilen cezalar; herkesin en çok da kendine adalet arayışları; kimsenin kendi yoğurduna ekşi diyememesi ve hatayı başkasında hasleti ise hep kendinde araması gibi tuhaflıklar bir kenara Süper Lig’de şampiyonluk yarışına girdiği ve zihnen üretimine yıllar içerisinde peyderpey katkıda bulunduğu rakibini oy ve sandıkla tehdit etme garabetini gösteren insanların var olduğu bir ortamda IQ’dan söz etmek en hafif tabirle naiflik olsa gerekir.
Lafı çok uzatmadan bitirmek gerekirse, kadük olmuş kafaların artık günlük hayatımızda olmaması gerekiyor. Hızlı akan hayat artık başka parametreler gerektiriyor. Bizi üstün kılan unsur akıl ise, bunu kullanmak parçası olduğumuz hayata ve bize bu aklı verene karşı borcumuzdur.
Bize aklımızın saçmalayalım diye verildiğini sanmıyorum. İletişim çağındayız ve trenin kaçtığını canlı yayında ekran başında görebiliyoruz, kılavuza gerek yok.
Zaten gördüklerimizi bize anlatsın diye kılavuz yerine karga çağırdığımız ve o karganın önünde ceket ilikleyecek seviyeye indiğimiz için bu durumda değil miyiz?
Herkese sıhhat, huzur, akıl ve spor dolu bir hafta diliyorum…
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78