KADRO, EKİP VE TAKIM: HİÇBİR BAŞARI TESADÜF DEĞİLDİR
Türkiye’de kadro, ekip ve takım sözcükleri ne hikmetse aynı anlam bütünlüğü içinde değerlendiriliyor. Siyah-beyazlı takım, sarı-lacivertli ekip ve sarı-kırmızılı kadro, spor ile ilgili haber okuyan gözlerimiz için -renkleri bir yana bırakırsak- birbirinin aynı sözcük grupları olarak görünmekte.
Aslında içten içe hepimiz biliyoruz ki, takım sporları organizasyonunda kadro oyuncular topluluğunu, alt kümesi olan ekip bir arada oynama yeteneğini geliştirmekte olan oyuncular topluluğunu, onun alt kümesi olan takım ise bir arada oynama becerisini üst ya da tepe noktaya taşımış oyuncular topluluğunu ifade ediyor.
Futbol üzerinden bakacak olursak, bütün bir yaz dönemi boyunca transfer haberleri kalkan ve inen uçaklar, oyuncuların yaşları ve eksik görülen bölgelerin analizleri üzerinden geçti. Özellikle taraftarların oyuncu transferlerini sabırsızlık, iştah ve dört gözle bekliyor oluşu bolca manşetlere taşındı. Adı büyük olan oyuncular, dış hatlar geliş terminalinde organize taraftar grupları tarafından hunharca karşılandı.
Çok yetenekli, çok başarılı oyuncunun en çok, az yetenekli, az başarılı oyuncunun en az kazandığı kadro piramidinin en üstünde yer alacak oyuncuları getirmekte olan büyük kulüplerimizin unuttuğu bir alan vardı: Altyapı
Futbol özelinin içerisinde Galatasaray özelinde devam edelim. U17 Avrupa Şampiyonasında final oynamış olan Emirhan Civelek, Melih Gökçimen, Ozan Kabak, Abdussamed Karnucu, Recep Gül, Yunus Akgün ve Atalay Babacan ile profesyonel sözleşme imzalandı. Çok kısa bir süre sonra ise, Galatasaray Östersunds deplasmanında tarihinin en utanç verici yenilgilerinden birini aldı. Çok büyük olasılık olduğu belli olan turun kaybedilmesi halinde, zaten tartışılmakta olan Igor Tudor’un sığınabileceği çok fazla bir liman kalmayacağı açıktı.
Aklıma o günlerde 7 Aralık 1994 tarihinde Old Trafford’da oynanan Manchester United – Galatasaray Şampiyonlar Ligi grup karşılaşması geldi. Göteborg ve Barcelona’ya karşı averaj olarak oldukça geride kalan ManU’nun üst tura çıkma şansı kalmamıştı. Ligde de sallantılı bir şekilde devam ediliyordu.
Sir Alex Ferguson oyuncularının yaşının bir hayli ilerlemesi ve takımının kimyasını kaybetmesi nedeniyle açıkça eleştiriliyordu. Moda deyimle metal yorgunluğu denen musibet ile karşı karşıya kalmışlardı. Kaptan Bryan Robson, oyuncu-hoca olarak Middlesbrough yolunu tutmuştu. Paul Parker, Paul Ince, Andrei Kanchelskis, Lee Sharpe, Brian McClair ve Mark Hughes’un performansları yoğun eleştiri altındaydı. İngiliz spor basını Sir Alex’i yeni transferler yapması için baskı altına almıştı. Ancak o yıllarda futbol ekonomisi bugünkü boyutlarına ulaşamadığı için bahsedilen sayıda transfer yapmak da olasılık dışıydı.
İşte bu noktada Sir Alex o maç öncesinde öyle radikal bir karar aldı ki, ManU’nun kaderini belki uzun yıllarca, belki on yıllarca etkisi sürecek şekilde değiştirdi. Galatasaray karşısında, ilk on birine altyapıdan dört oyuncuyu -Gary Neville, Nicky Butt, Simon Davies ve David Beckham’ı- aldı. Yedekler arasında da Paul Scholes bulunuyordu. Bu genç oyuncuların, bu maçta oynamayan altyapı takımındaki kaptanları Ryan Giggs ise zaten uzunca bir süredir takımın as kadrosundaydı.
Sonuçta ne mi oldu? Manchester United bu maçı 4-0 kazanmayı bildi. Beckham -ki ilk profesyonel golüydü- ve Davies dört golün ikisini atarken, Butt ve Neville de oldukça istikrarlı bir oyun ortaya koyuyorlardı. Kimse onlara “abilik” yapmadı. Kimse onlara “babalık” yapmadı. Onlara hak ettikleri profesyonel saygı gösterildi, iyi yetiştirildiler, iyi çalıştırıldılar ve Manchester United’ın kırmızı forması onurlarına emanet edildi.
7 Aralık 1994 Manchester United’ın dünya markası olma günüydü. Acaba elinde ekip olamamış kuru bir kadro tutan Igor Tudor son kalan mermisini böyle bir takım oluşturmak için harcar mıydı? Sakat olan ve geleceğin süper yıldızı olarak lanse edilen Atalay bir yana bırakılırsa, Muslera – Emirhan, Maicon, Ozan, Melih – Abdussamed, Tolga – Recep, Belhanda, Yunus – Gomis takımı sahaya çıkabilir miydi?
Bir kültür olması bile abes olan günü kurtarmanın, bir kültürden çok, bir kült haline gelmiş olduğu ülkemizde böyle gösterişli bir cesaret elbette beklemiyordum. Ancak belki bir ihtimal, belki yedekten 46’da oyuna girerler diye ümit ediyordum. Ancak hakem son düdüğü çalıp Galatasaray elendikten ve bir haftaya kalmadan Fatih Terim’in iş akdi Federasyon tarafından sonlandırıldıktan sonra, olacaklar bile adeta belliydi. Tudor kapı açılarak eşiğe getirilecek, ilk hatasında “arkasında duran yönetim” tarafından dışarı itilecek ve Fatih Terim’in dördüncü Galatasaray dönemi başlayacaktı. Nitekim üç ay sonra bu durum ile karşı karşıya kaldık.
Şu noktada sadece bir kadro olan Galatasaray için önce ekip, sonra da takım olma olasılığı hala bir muamma. Gomis (32), Belhanda (27), Maicon (28), Mariano (31), N’Diaye (26), Fernando (30) ve Feghouli (27) için 12 adet Östersunds kuracak ulusal bir servet çoktan harcandı bile. Yaş ortalaması 29 olan bu oyuncular, en kısa olanını göz önüne alırsak, sözleşmelerini tamamladıklarında gelecekleri yaş ortalaması 32 olacak.
Üstelik Abdüssamed ve Emirhan haricinde diğer beş oyuncu – Melih, Ozan, Yunus, Recep ve Atalay – Türk futbolunda en çok aranan meziyetlerden birine sahipler: Sol ayaklılar.
Elbette acele etmeye gerek yok. Sonuçta 2006 yılında Eric Gerets, Kadıköy’deki mücadelede Fenerbahçe karşısına sağ ve sol beklerde, sezon boyu toplam yarım saat bile oynamamış Uğur Uçar ve Ferhat Öztorun ile çıkmış; Galatasaray mücadeleyi 4-0 kaybetmiş; Uğur ve Ferhat’ın da Galatasaray gelecekleri mahvolmuştu. Uzun sakatlık ve olgunlaşma dönemi sonucunda, aynı Uğur ve Ferhat, 2014 yılında Başakşehir’in Galatasaray’ı 4-0 yendiği maçta Başakşehir ilk 11’indeydiler.
Tek ümidim, Fatih Terim’in, Fatih İbradı ile beraber temellerini kendi attığı bu 2000 kuşağı gençlerini kadroyu takım haline getirirken bolca ama akıllıca kullanması. Değil Galatasaray yönetiminin ve gelecek yönetimlerinin, değil Fatih Terim’in, değil o gençlerin, belki de 10 yıllık gelecekte Galatasaray’ın en net kurtuluş reçetesi de, neticede bu çözüm olacak. Şu ana kadar Fatih Terim bu gençleri değil 11 kişilik maç kadrosuna, 21 kişilik esami listesine bile maalesef koymuyor. Umarım yazın şans verilir ve takımda yavaş yavaş oynamaya başlarlar.
Türk futbolunun altyapı sorunları sadece Galatasaray ile sınırlı değil. Beşiktaş Özkaynak Düzeni bile çok kötü sesler eşliğinde alarm veriyor. Fenerbahçe onca alt yapı yatırımına rağmen, hala 34’lük çürük dünya yıldızlarına para akıtırken, kendi çocuklarını görmezden geliyor. Trabzonspor’da Abdülkadir Ömür ve Yusuf Yazıcı’nın arkasını getirebilmesi, holigan olmayan her gerçek futbolseverin arzusu. Bursaspor’un Enes ve Ozan sonrasında Kubilay Kanatsızkuş’u çıkarması harika.
Hollanda, Fransa, İspanya, Portekiz, Almanya ve son olarak Belçika, İtalya ve İngiltere’de Federasyonların yoğun destekleri ile yapılan altyapı hamlelerini de yakın bir zamanda daha detaylı ve araştırmacı bir yazıda paylaşmak arzusundayım. Hele şu ligler biraz sakinlesin.
Türkiye futbolunun bir devrime ihtiyacı var. Her kalıcı devrim dipten başlar. Amatörler ve Altyapılar, futbolun dibidir. Van Persie’li, Robinho’lu, Menez’li lüks tüketim katranı pişirmeye çalışmaktansa, pırıl pırıl gençlerden oluşan bu dibi tutturmadan futbol şekerini kaynatmak gerek.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: murat.guler@abcspor.com
twitter: @kirjalian