Kimi basketbolsever, rekabetin arttığından dem vurur; kimisi ise, rehavetten, sezonun daha yeni başlamış olmasından ilham alır; kimileri de daimi vizyonsuzluğu dayanak gösterir bizim takımlarımızı incelerken. Basketbolun “basketbol” oluşu, neredeyse kimse tarafından umursanmaz. Fakat kimi zaman basketbol, sadece kendisi gibi davrandığı için nice sürpriz yaratır. Gelgelelim, bu hafta, basketbolun “azizliklerinden” bahsedilecek bir hafta değil. Aziz olmaya çalışan koçlar, hakemler, oyuncular yine baki; lakin hesapların tutmamasında, hesabın güvenilmezliği daha baskın çıkıyor nedense…
Kısa kısa birkaç kelam edelim o vakit; Anadolu Efes, yine elindeki maçı verdi. Hem de bir değil, iki kez. Hem ligde, hem de Avrupa’da, oyunu dikte edememenin, rakibe ayak uydurarak oynayıp karakter gösterememenin “azizliğine” kurban gittiler. İşin kötüsü, rakibin süper yıldızı VaSpa bu maçta felaketti ve Patric Young korkunç bir şekilde sakatlanmıştı. Üstelik, bu takımda babasını bile tanımadan aynı basketbolu her maç oynayacak kadar kalın çizgilere sahip bir Heurtel varken bile, rakibin ne oynadığı, Efes’in ne oynadığından daha önemli hale geliyor (Not: Heurtel’in bu meziyetine genelde olumlu bakmıyorum; ama bazen işe yarayabiliyor – ki zaten kadroda olmasının da, Doğuş’a süre bırakmamasının da yegane sebebi, bu değil mi?). Tyus – Dunston, Saric – Dunston ikilileri, giderek palazlanan “Ali Düverioğlu”, nihayet toparlanan Cedi, Diebler dinamosu ve Derrick Brown gibi nice şahsına münhasır silahları olan bu takımın, başaramama sebebi ne olabilir? Koç? Kimi zaman doğru. Ivkovic’in dev bütçelerden ekonomi yaratmaya alerjisi nüksedebiliyor.
Ama Granger’ın Heurtel’den olumsuz etkilenmesinden de öte, bu takımın bir “ruh” sorunu var. Lideri yok. Evet, yıldızı da yok, lideri de yok. Bu yüzden, takım da değiller. Takım olamadıkları için de, yıldız veya lider kimdir, bunu anlayamıyorlar. Ve her maçları, tansiyon savaşı ekseninde geçiyor. Kaybedense, hep Efes oluyor. Yerlilerden Cedi, Birkan ve Furkan’ın dışında kimseciklerin esamisi okunmazsa; bu takımı takım yapanlar, kalıcı olanlar, emektarlar, iskeletin bel kemikleri, yeterli “kalsiyum”u depolayamazlar. Böyle bir iskelette, hangi kafatası barınabilir ki? Sayın üstad Ivkovic’ten minik bir ricam olabilir sadece; “Sevmiyorsa, gidip bir konuşsun” derim naçizane. Kiminle mi? Yerlilerle… Emircan bizim için Düverioğlu’ndan 10 kata kadar daha “mühim”…
Fenerbahçe ise, rengini hepten belli etmeye başladı bu hafta. Avrupa’yı istiyorlar, lige nasılsa sonradan da sıra gelir. Tabi öte taraftan, yerli rotasyonu konusunda Efes kadar acıklı bir öyküyü yaşamaktan vazgeçmeyişlerine şaşıyoruz. Litvanya’nın her klasmandaki efsanesi koç Kurtinaitis önderliğinde kaldırdığı ikinci Eurocup kupasındaki muzaffer kadroyu koruyup büyütmeyi başaran, çok tehlikeli bir Khimki’yi yendiler. Maç sonundaki krize değinmeden edemeyeceğim belli ki; sonlara doğru Zoran Dragic faktörü sayesinde Khimki 2 kez faul çizgisine geldi, üst üste 2 kez 0/2 attı, ama 3 kez hücum ribaundu toplayınca, 3.de bir üçlük atıp skoru dengelediler. Fenerbahçe ise, tüm bu olan bitenler esnasında savunma ribauntlarına romantik aşıklar gibi bakakaldı. İkinci bir “Efes-Panathinaikos ve Semih Erden” vakasının eşiğinden dönüldü. Ve ceremesi de, muazzam bir ivmeyle sıra dışı oynayan D.İ. Büyükçekmece maçında çekildi. Bogdanovic ve Melih, artık iyice gözden düşmüş durumdalar. Gözden çıkarılmadan, kimliklerini geri almaları şart. Udoh’un steps huyunun da suyu çıkmak üzere. Kalinic halen yalpalıyor. Eğer istikametler artık Datome’yi göstermezse, Fenerbahçe daha epey hayal kırıklığı yaratabilir. Böylesi bir Avrupa zaferi varken bunları söylemezsek, tebriklerimiz anlamsız kalır. Ve Dixon, kurtarıcı değil, kral zannedilir… Obradovic her maç bitiminde benzer demeçler vermemeli; ki bunun yolu da, Avrupa’da olduğu gibi, ligde de, oyuncuların sahada “ruh gibi” gezinmeyi bırakmalarından geçer…
Galatasaray, haddini bilerek, risk almadan oynamaya başladı. Nedeni ise besbelli: Dar rotasyonda beliren yorgunluk emareleri. Yine kazandılar, hem de şahane bir tutumla; fakat ecel terlerini yanlış yerde, yanlış zamanda dökmek onlara yakışmıyor. Nizhny maçını kazandıkları için değil, böylesine zor bir senaryoda kazanabildikleri için kutlarım. Yoksa Mahalbasic’e o kadar iltiması geçen bir pota altı, her mağlubiyete müstahaktır. Milli takıma dair tartışmalar ve Yağızer Hoca’yı kaybetmek Ergin Hoca’yı nasıl etkiliyor bilinmez, ama yerlileri bir an evvel rotasyonun gedikli parçalarına dönüştürmesi şart. Her sene aynı tabloyu görüyoruz, lakin bu yıl, benchlerinde benchte oturmaları ayıp kaçacak kadar kaliteli ve bol yerli oyuncu var. Pek çok takım “Keşke benim olsa” diye bakıp bakıp iç geçirir bu rotasyona. Ama İzzet, Şafak, Ege, Doğukan gibi isimler halen daha kuyrukta sıra bekliyor. Pota altında devam eden savunma sorunu ve Dorsey’nin fiziksel formsuzluğu da cabası tabi. Yine de kazanıyorlar, çünkü çok kaliteliler ve taktikten yana hiç sıkıntıları yok. Ayrıca ihtiyaçları olan parçalara da sahipler. Yani, hemen hemen hepsine…
Pınar Karşıyaka, bu hafta Euroleague’de kendine yakışanı yaptı. Justin’i sakatlığa kurban vermek çok acıtıyor olmalı; ama neyse ki Can toparlandı, Muhammed de o aranılan “delifişek” kontenjanına ismini yazdırmaya başladı. Palacios da geçen haftanın kötü izlerini kireçle def edince, istenilen performanslar gösterildi. Ragland’ın işbirlikçisi olması adına, Josh Carter deneniyor. Henüz, o az bulunur cinsten saf skorerliğini arka arkaya iki maçta görmek kısmet olmadı. Yine de, hep umut var. Çünkü “takım”lar ve çok hırslılar. Egemen Güven’e uygulanan ambargo ve Royal Halı Gaziantep maçındaki o kritik 8 saniye ihlalinin gözden kaçması gibi durumlar da olmasa, haftayı sorunsuz kapattılar, diyebiliriz.
Daçka, Fenerbahçe ile çok benzer türküleri aşk ediyor. Avrupa’da kazandılar, hem de (bocalasa bile her daim tehlike arz eden) Maccabi deplasmanında bunu başardılar. Nasıl mı? Tamamen “Arroyo”culuk oynayan Markoishvili ve en sonunda bir istikrar tutturan Semih sayesinde. Günlük performansları bir kenara bırakırsak, Emir ve Semih bu takımın bayrak direği olmaya başladı. Ligdeki galibiyette de bunu ayan beyan gördük. Bjelica, Harangody, Slaughter, Redding, Markoishvili gibi gizli kahramanlar da eğer bir sisteme oturtulabilirse, belki ilk defa bir “takım” görüntüsü çizecekler. Tabi bunun için, “mesai bitimindeki Metrobüs” minvalindeki kalabalıktan kurtulmalı ve giderek şirazeden çıkıp takıma zarar vermeye başlayan Gordon’a sınırlar koymalılar. Bakalım Oktay Hoca herhangi bir sistem hedefliyor mu, yoksa amaç “kaos” basketbolundan medet ummak mı?
Beşiktaş, Avrupa’da “hakiki” bir rakip karşısında büyük bir hüsran yaşasa bile, ligde kendi “karakteriyle” oynayıp kazandığı Efes maçı sayesinde krizden çabuk kurtuldu. Yüksek tempolu ve keskin bu yeni anlayış içerisinde Cenk, Engin, Wolters ve Lampe kariyerlerinin adeta baharını yaşıyorlar; velakin işin savunma yönüne hiç prim verilmeyince, Timma’ların, Antipov’ların savunmayı betona çevirdiği Zenit’ten fark yeniyor. Seeley’nin halen ayak uyduramadığı takımda, tüm “akil adamlığı” Darden üstleniyor. Seeley’ye bir alternatif yaratmaları ve Kartal’ın hikayesinden Enes’i korumaları lazım. Elonu’nun varlığı, talihsizce sakatlanan Lampe’yi savunmada aratmaz belki, fakat hücumda işler çok değişecektir. Kartal’a gelince; en doğrusunu yaptı. Geçen sene kendisine aynı mizansende aynı muhalif sözleri eden Ahmet Kandemir, iddiayı da görevini de kaybetti. Kartal ise, Eskişehir’de “oynayıp”, kendini en çok geliştiren gencimiz olmayı başardı. Bu sene de, Kartal, ülke şartlarına uygun tepkisini sundu (Efes söylentileri doğruysa, Heurtel’i kesmesini beklerim ben). Hak veriyorum, çünkü bu ülkede bu tavrı göstermeyeni, Can Akın, İzzet Türkyılmaz, Şafak Edge ve Barış Ermiş haline getiriyorlar. Böyle ülkeye, öyle tepki gerek…
Trabzonspor’da ortalık puslu. Velickovic baskıyı hissedip toparlandı, Odom ve Hardy nispeten sahne ışıklarını paylaştı; tabi bu durum Kulig ile Kinsey’i epeyce aşağıya çekti ve Kazan’dan mağlup döndüler. Herkesi eşit verimlilikle bu rotasyona dahil edebilecekleri taktiklere, sistemlere ihtiyaçları var. Çünkü bu kalitedeki bir kadroyla Eurocup finalini hedefleseler, şaşmayız. Berkay, Sertaç, Hakan, İbrahim gibi isimlere çok iş düşecek. Koç Markovic ise, buranın Eurochallenge olmadığını hatırlayıp, savunmaya özen gösterecek (diye ummak bizim işimiz). Yoksa, atarak kazanabilecekleri maçlardaki rakipler, hafta içinde ligde yendikleri Türk Telekom’dan daha üst düzeyde olmayacaktır…
Banvit ise, Vidmar’ın “kariyer maçı”nı oynamasından ve Fortson’ın tarihi triple-double’ından gelen galibiyetin keyfini çıkartıyor. Fortson dengesiz, bir ânı diğerini tutmuyor; fakat kimi zaman böyle olağana aykırı işler de yapabiliyor. Slaughter biraz olsun düşerken, Johnson – Simmons – Moerman ekseni sağlam duruyor. Banvit, her hücumda zorlanıyor aslında, ama zeki isimlerden kurulan bu kadro, bir şekilde rakibin savunma düzenini yıkmayı başarıyor. Fast – breakler hariç, erken hücum etmedikleri her topta, güzeller. “Ruh”ları var. Ligde inişe geçmiş olabilirler, ama fazla uzun sürmez. Fortson’ın topla çok oynayıp oyuncağını kırmasına izin vermesinler, kafi.
Son sözlerimiz de Telekom ve Gaziantep için. Sakatlıklar neticesinde asıl “gazi”, Telekom oldu diyebiliriz, fakat ligde atarak kaybettiklerini, Eurochallenge’da adeta bir mitralyöz gibi savurarak kazandılar. Woodside’ın, Jenkins’in ve Brown’ın, üç muhteşem yardımcısı var; Erkan, Ermal ve Cevher. Mutlu ve Evren de eski günlerdeki gibi bu kervana katılırsa, Telekom, sadece “En Çok Yerli Oynatan Takım” ve “Yerlilerden En İyi Verimi Alan Takım” ödüllerini, yani kalbimizi değil, galibiyetleri de elde eder. Bu dallardaki mansiyona en büyük adayımız ise, yine elbette Gaziantep. İki Eurochallenge takımımızın algısı bu bakımdan taban tabana zıt. Antep, Kaf-Kaf maçını limitine dek zorladı, Avrupa’da da kolay kazandı bu hafta; fakat Jawad Williams – Rautins – Calloway üçlüsü dışında şu aralar bileğine güvenebilecekleri kimsecikler yok gibi görünüyor. Rautins’teki çıkış takdire şayan. Mühim olan nokta, Kaf-Kaf maçında olduğu gibi, üç sayılık atışlara bel bağlamanın ayarını kaçırmamak, suyunu çıkarmamak…
Euroleague’de 4’te 3, Eurocup’ta 4’te 2, Eurochallange’da ise 2’de 2 yapmış olsak bile, olumsuz konuşmakta yarar vardır bazen; bu hafta, olumsuzları ön plana getirip “dostluk” yaptım. Yazıma, geçen hafta ABD’de ölü bulunan, ligimizin unutulmaz “Ali Karadeniz”i, yani Michael Wright için taziye dileklerimi, Kyle Kuric içinse geçmiş olsun sözlerimi ve acil şifa temennilerimi ileterek son veriyor, herkese bol basketbol keyfi verecek bir hafta olsun, diyorum. Tüm takımlarımıza tebrikler, başarılar…
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc