Gelelim, bizim olaylı maça. Olaylı değil aslında, ama olay oldu pek çok şey…
Uzun gelebilir satır satır anlatışım, ama her oyunun, her pozisyonun üzerinden tekrar tekrar geçmek lazım ki, kırılma anları iyice yer etsin bünyemizde:
FRANSA 76–53 TÜRKİYE: Gobert’in çabalarıyla ilk hücumun ribaundunu alıp ikinci hücumda Diaw ile basketi buldu Fransa. Bizse, ilk hücumdan boş döndük; ama savunmamızla Fransa’nın hücumunu da durdurduk, 24 saniyede potaya gidemediler. Semih faul çizgisinden 2’de 2 atıp ilk sayılarımızı kaydetti. Ersan’ın Batum’u “yediği” pozisyonla 2-4 öne geçtik. Batum’un bize üçlük atabilmesi, skorda geri düşmemizden daha çok bozdu moralimizi, ama Dixon turnikesiyle yanıt verdi. Diaw’ın hücum faulü sonrasında, Ersan üçlüğü ıska geçti ve geçiş hücumunda Gobert’den smacı yedik. Cedi’nin top kaybı, De Colo’nun üçlüğüyle cezasını buldu ne yazık ki (10-6). Dixon ikili oyunda Semih’e “al da at!” dedi, Semih de ikiletmedi. Gobert’e top inmesini mümkün mertebe akilce engelledik bu bölümde. Fakat Parker’ın o’na asistine mani olamadık. Neyse ki, Dixon yine bir turnikeyi sayıya çevirdi (12-10). Bizim şanssızlığımız, De Colo’nun ikinci denemesinde ikinci üçlüğünü bulması ve Batum’un da bir top kaybımızı baskete çevirmesiydi (17-10). Bu yüzden, ilk molamızı aldık. Mola dönüşünde, alan savunmamızı biraz daha modifiye edip, De Colo’ya duyarlı halinden arındırdık. Fransa da ilk periyotta faul hakkını doldurdu. Ersan’ın Diaw’a 2. faulünü aldırdığı pozisyonda Lauvergne panyaya vurduysa bile, hakemler bunu görmedi ve basketimizi vermedi. Parker’a yaptırdığımız top kaybından sonra, Ersan, boş bırakılmasını bir üçlükle “yadsıdı”. Şükrettiğimiz nokta, Parker’ın dış şutları karavana geçmesiydi. Bizdeyse, Dixon bir üçlük daha atıp, serimizi 0-8’e yükseltti ve öne geçtik (17-18). İyi savunmamızla 24 saniyeyi yine onlara dar ettik ve Batum’u rahatsız etmeyi sürdürdük. Savunma ribauntlarındaki konsantrasyonumuz da övgüye şayandı. İlk çeyreği bu şekilde 17-18 önde geçtik.
İkinci çeyreğe Dixon’ın bombeli ve panyalı turnike isabetiyle başladık. Peşinden de De Colo’nun ıskası ve Lauvergne’in ribaunt kovalarkenki hücum faulü geldi. De Colo’nun biraz hücum faul kokan penetre-basketi farkı yine 1’e indirdi, Semih de devamında bir hücum faul yaptı. Ersan’ın ribauntları toplamaya ant içmesi sayesinde rakibe hücum ribaunt vermedik bu bölümde yine. Parker kenardayken, Dixon’ın şanssız şekilde kaçan turnikesinden sonra Gelabale steps yaptı ve oyun iyice kısırlaştı Fransa adına. Cedi de maçtaki ilk şutunda tepeden el üstü bir üçlük sokup farkı açsa da, Gelabale aynı şekilde karşılık verdi. Ersan’ın hücum ribaundu aldıktan sonra resmen Gelabale tarafından yere yapıştırılmasına hakemler duyarsız kaldı, ama müdafaamız Fransa’ya kolay basket imkanı vermedi. Yarı bitimine 5.20 kala Furkan Aldemir, Dixon’ın servisinde topu potaya gömercesine smaçladı ve Fransa’ya molayı aldırdı (22-25). Gobert faul çizgisinden 2’de 1 attı ve biz hücum ribauntlarıyla bulduğumuz şansı, top kaybıyla Fournier’den fast-break yiyerek kaçırdık (25-25). Melih, Furkan’a pas vermeye dair güzel düşüncesini güzel olmayan bir pasla birleştirince bir top daha kaybettik. Fransa bu bölümde faul hakkımızın dolmasını iyi değerlendirip boyuna çizgiye gelmeyi başardı. Lauvergne de bu şekilde takımını öne geçirdi. Ersan 4. Top kaybını yaptı, ve Batum tek başına gelip penetre üzerinden dribblingi kesip bir şut soktu. Lauvergne de hızını alamayıp bir üçlük attı ve bu 10-0’lık serinin üzerine molayı aldık (32-25). Ersan, rakibin faul hakkının dolduğunu bildiği için akıllıca bir hamleyle Gobert’e faulü aldırıp çizgiye geldi ve fakat iki denemede de isabet kaydedemedi. Fournier’nin basketinden sonra, biz yine hücumdan elimiz boş döndük ve fast break’imizde Melih turnikeyi kötü atıp kaçırdı. Bunun infazını da Lauvergne’in basketi yaptı. Semih’in faul isabeti, rakibin 14-0’lık serisini de bitirmiş oldu. Ersan akıllıca De Colo’ya hücum faul yaptırdı, son topta da Dixon’ın turnikesini Batum bloklayınca, soyunma odasına 10 sayı geride gittik (36-26). İşin enteresan yanı, Fransa’nın tüm ağır toplarına ilk yarıda 2’şer faul aldırmış olmamızdı.
İkinci yarıya, Batum’a 2. Faulünü aldırarak ve Ersan’dan bir turnike basket bularak başladık. Batum’un hücumda bu kadar fazla isabet bulabiliyor olması bizde yolunacak saç baş bırakmasa da, Cedi’nin sayılarıyla biraz mutlu olduk. Gobert’in meydanı boş bulduğu hücum ribaundu ve smaç sonrası, Ersan bir üçlük kaydetti (41-33). De Colo’nun yoktan var ettiği o gözyaşı damlası basketi yine farkı çift hanelere taşıdı, lakin muhteşem bir pas trafiği sonrası Sinan üçlüğü buldu ve alan savunmamız rakibi daralttı. Fakat en büyük bela henüz gelmemişti: Cedi’nin turnikesini Batum potanın tam içinden çıkardığı halde canımız ciğerimiz hakem Christodolou basketi vermeyince Ergin Hoca haklı olarak ağır itiraz etti, ve teknik faulü aldı. Faul isabetinin ardından Parker’ın ilk sayılı geldi ve fark yeniden çift hanelere çıktı (47-36). Ersan’ın bloğu yediği pozisyonun devamında De Colo basket-faul kaydetti ve moralimiz iyice düştü. Semih Dixon’ın top kaybından kurtardığı topu smaçladı, cevabı Parker verdi. Dixon’ın bir sonraki top kaybı da bizi lakayt hale getirdi, yoksa Ersan o topu belinin arkasından geçirmeye çalışıp topu kaybedecek birisi değildir. Sonra an geldi, Ersan’ın üçlüğü potanın içinden çıktı, ama Sinan farkı 11’e indirdi. Parker da eskisi gibi olmadığını kanıtlarcasına, o ölümcül penetrelerinden birini denediğinde topla yürüdü. Beklemediğimiz hadise, Fournier’nin basketiydi. Fransa hemen her tür katkıyı benchten almaya devam etti böylelikle. Cedi, mola dönüşünde Lauvergne’den bloğu yedi, ödülünü de Gelabale bir üçlükle takdim etti (57-40). Bizim üçlük denemelerimizse, içinden çıkmayı sürdürdü. Periyot biterken De Colo farkı 19’a çıkardı, ümitlerimiz iyice söndü. Oysa, çok daha başka olabilirdi her şey…
Son çeyreğe Ersan’ın tip’lediği hücum ribaunduyla başladık. Onlar da Diaw’ın hook’uyla başladı. Lauvergne de farkı 22’ye çıkartan üçlüğü gönderdi. Melih Mahmutoğlu da 4’te 0’ı yakalayıp kaçırmaya devam etti. Hatta 5 saniyede yine topu oyuna sokamadık son 7.10’daki bir pozisyonda (2011 EuroBasket hu-huu? Evet, aynısı). Bu noktadan sonra, kazanmak için oynamadık. Bunun ispatı da, Oğuz, Barış, Furkan Korkmaz ve Kartal’ı oyuna almamızdı. Onlar da Kahudi’yi sahaya sürerek bunu teyit ettiler. Takip basketlerinden bulduğumuz 4 sayıyla skoru 66-44’e getirdik, ki bu oyunun hakkı hiç de bu farkı doğuracak cinsten değildi. Tabi, gelin de bunu (ne yazık ki tahmin ettiğim üzere, etkili olan) Fournier’ye, De Colo’ya ve Lauvergne’e anlatın; onlar da Gobert ve Batum’a fısıldasınlar, kulaktan kulağa yayılsın. Öyle ki, 2 kritik pozisyonda bizi çok seven Christodolou da duysun. Ben yenilgiyi öyle kolay kolay hakeme bağlayacak türde birisi değilim. Burada da bağlamıyorum; neticede Fransa daha iyiydi, oynadı ve söke söke aldı. Fakat hepimiz emin olalım ki, hakemin o iki kritik hatası momentuma çok etki etti, ve aslında maçın hakkı kesinlikle bu skor değildi… Maçın sonucu mu? Her iki takım da rotasyona gittikten sonra, Furkan Korkmaz’ın üçlüğünden başka bizi sevindiren bir şey olmadığı için, 76-53 kaybettik.
Millilerimiz’de Ersan 14 sayı 10 ribaunt 5 top kaybıyla double-double yaptı ve çift hanelere çıkan yegane oyuncumuz oldu. Dixon 9 sayı 5 asist, Furkan 7 sayı 4 ribaunt, Semih 7 sayı 2 ribaunt, Cedi 2/9 isabetle 5 sayı 7 ribaunt 2 asist, Sinan 5 sayı 4 asist ile oynadı. Fransa’da ise, Lauvergne 12 sayı 9 ribaunt 2 blok 2 top çalma, De Colo 15 sayı 7 ribaunt 7 asist, Fournier 12 sayı 6 ribaunt 3 top çalma, Batum 4/12 isabetle 10 sayı 5 ribaunt, Gelabale turnuvadaki ilk üçlükleriyle 6 sayı, Gobert 7 sayı 3 ribaunt, Diaw 4 sayı 5 asist 3 ribaunt, Parker 5 sayı 3 asist ile galibiyeti getirdi.
Murat Kosova’ya ben de dahil pek çok kişi hakemlere yaklaşımı hususunda konusunda biraz tepkili. Ama o bile her maçımızda aynı hakemi görmekten sıkıldıysa, demek ki hemen her maçımıza aynı tatlı şeker hakem atanıyor demektir. Peki, bu Christodolou ve özellikle de (bu maç nihayet karşımıza çıkmayan) Jasevicius, niye her maçımızda yanımızda, ben bunu çözemedim. Bizi bu kadar mı çok seviyor ki, her yerde “destekliyor” bu asilzadeler? FIBA Avrupa Başkanı Turgay Demirel’e bir sormamız lazım; neyimizi bu kadar çok seviyorlar acaba? Ya da aynı tür pozisyonlarda Fransa’yı bizim kadar sevseler, kariyerlerinde bir EuroBasket finali yönetme ihtimalleri kalır mıydı hiç? Oysa bize olan aşkları, Jasevicius’un üç, Christodolou’nun da iki maçtır icabında “Ya benimsin ya da toprağın!” demelerini sağlayabiliyor… Ama doğruya doğru, bir ilerleme var; bu iki isim de bir Lamonica, bir Jungebrand, bir Dorizon, bir Mikhailov, bir Rems, bir Ortiz, bir Eddie Rush değiller. Demek ki, bünyede etkisi ağır olur diye, hemen bırakmıyor bizi böylesi hakemler; önce yavaş yavaş iptilayı azaltıyorlar…
Mağlubiyetin sebebini Ergin Hoca’ya bağlayamam. Tabi, İzlanda maçında aslarımızı 30’ar dakika oynatıp yorması hususu hariç. Yoksa, taktik bakımından bir kusuru yoktu. Rotasyon seçimleri de bu maçta yanlış değildi. Rakip de aslında buraya bu kadar kaliteli oynayarak gelmedi. Sadece, onlar günündeydi, bizse değildik. Gruplarda neredeyse hiç üçlük denemeyen ekip, bugün işi yay gerisine vurdu. Gelabale ilk kez üçlük kullanıp sayıya çevirdi. Hepsi formdaydı. Ve Batum bile yüksek yüzdeyle oynadı. Skor katkısının yarısını bench’inden aldı. Bunlar, hele de Batum’un (işler daha ciddiykenki) yüzdesi, müstesna birer iş değilse, nedir? Ayrıca kimse kusura bakmasın, en kritik noktada Christodolou’nun “gafleti” olmasa, 9’a çıkan fark 5’e inmiş ve momentum bizde kalmış olacaktı. Kadere şerh düştü sağ olsun… Seviyor bizi. Çeyrek finalde yenilip çok üzülmemizi istemiyor. O yüzden, maçı daha 3. Çeyrekte kaybetmemizi destekliyor.
12 Dev Adam’a değil, Türkiye’ye, Millilerimiz’e, koç Ergin Ataman’a ve teknik ekibin tamamına tebrikler. Ellerinden geleni yaptılar, çok büyük işler başardılar. Şansları yaver gitseydi, daha iyi bir kur’a çıkardı kısmetimize, ama yine ve yeniden Fransa’ya takıldılar. Biz, edindiğimiz tecrübeye bakalım. Gençlere eğilelim. Eksik olan parçaları devşirmektense, eksiklere uygun şekilde gençleri monte edelim, eğitelim. Takımlarımızda ilk beş başlatalım, sevelim onları. Dixon’ları devşirip, savunma takımı kimliğimizden ödün vermek zorunda kalmayalım. Ergin Hoca bu takımda da bir Naumoski, bir Arroyo görmek istiyor diye, kimliğimizden şaşmayalım, takımın beynini yabancılara teslim edip “biz bu işi beceremiyoruz” bayrağını çekmeyelim. Gençleri geliştirelim. 32’lik delikanlıları değil. Gençleri. Kerem Tunçeri’nin, Ömer Onan’ın kaç yaşından sonra geliştiğini hiç unutmayalım. Ve tabi, nasıl olup da geliştiklerini…
Not 1: Enes Kanter’in attığı tweet’in kimseye bir faydası olduğunu da düşünmüyorum, kimseye yardımcı olduğunu da. Federasyonun trilyar tane hatası var. Başındakilerin de. Ama hataları hatalarla örtemezsiniz. Hatalarla mücadele etmek için, hatalar yapamazsınız. Doğruyu yapmak gerekir ki, hatalar sona ersin. Körüklemek yanlış. Enes’in milli tavrı zaten malumumuz. Ama asıl sıkıntı, bunu düşünen bir basketbolcunun, isterse basketbol tanrısı olsun, iyi bir takım oyuncusu olamayacağını hissettirmesi. Bir Ersan gibi, bir Cedi gibi, bir Sinan gibi olamaz bu takımda. 4+1 oluruz. Belki daha fazla kazanırız, ama Dixon’da olduğu gibi, 4+1 olduğumuzu herkes bilir. Kolay hedef oluruz.
Not 2: Demek organizasyon defoluymuş… Litvanya otelden ayrılmış, misafirperverlikten şikayet etmiş… Ayıptır yahu FIBA! Ayıp! U16’larda bile bunlar olmuyor artık!
Not 3: Özellikle bu Top 16 maçlarını, böyle didaktik şekilde satır satır anlatıyor gibi olmam, okuyucuda biraz antipati uyandırabilir. Özürlerimi dilerim, fakat maçlar azaldı, nakletme ihtiyacım arttı. Yarınki maçlarda kendimi biraz daha denetleyeceğim. Kıssadan hisse yapacağım.
Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın
mail: efe.ozenc@abcspor.com
twitter: @efe_ozenc