https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

DRAZEN

Okunması Gerekenler

Yazımıza tarihe geçmiş bir sözle başlayalım: “Hız, kabiliyet, güç, ribaund; tek başına hiçbir şey, ama hepsi bir araya geldiğinde buna Yugoslav basketbolu diyoruz!”

Avrupa, yani Amerikalıların tabiriyle “eski kıta” için, basketbol ekolü dendiğinde geçmişte akla gelen ilk ülke tabii ki Yugoslavya; Yugoslavya deyince de, nesiller boyunca akla gelen 3 koç vardır: Yugoslav basketbolunun babası Aleksandar Nikolic, sonraki nesil için Dusan Ivkovic ve günümüz için de elbette Zeljko Obradovic.

1980’lerin sonlarına doğru, Yugoslav basketbolu inanılmaz bir jenerasyon yakalamıştı. Hatta o jenerasyonun en önemli meyveleri arasında; Dino Radja, Zarko Paspalj, Toni Kukoc, Vlade Divac ve yazımızın konusu olan, 22 Ekim 1964 günü, o zamanki ismiyle Yugoslavya’nın, bugün ise Hırvatistan’ın, Orta Dalmaçya bölgesinde tarihi bir şehir olan Sibenik’te doğan, “Basketbolun Mozart’ı”: Drazen Petrovic..

Birçoklarına göre gelmiş geçmiş en iyi Avrupalı basketbolcu olan Drazen Petrovic, basketbola doğduğu şehrin takımı Sibenka’da başladı. Daha 15 yaşındayken, 1. ligde A takımda yer almaya başladı. Hatta daha bıyıkları bile çıkmadan iki Koraç kupası finalinde oynadı. İlkinde 19, ikincisinde ise 12 sayı atmasına rağmen, ikisinde de Limoges duvarına çarparak mutlu sona ulaşamadı.

Zorunlu hizmetten dolayı basketbola 1 yıl ara verip askerlik görevini yaptıktan sonra, ağabeyi Alexander’in yanına, Cibona Zagreb’e geçti.

Bu 4 yıl, adeta Drazen’in dokunduğu her şeyin altına dönüştüğü bir Cibona dönemi oldu. İlk senesinde  Atina’da 87-78 sona eren final maçında Real Madrid’e attığı 36 sayıyla da kupanın baş mimarı oldu. O günden bugüne, yani tam 34 senedir, 1 numaralı kupanın finalinde bu sayı rekorunu kırabilen başka bir oyuncu çıkmadı!

İnanılmaz istatistiklerle geçirdiği sezonda, hele 5 Ekim 1985 günü Smelt Olimpija karşısında attığı 112 sayı vardı ki, tarih sayfalarının hiç eskimeyecek yaprakları arasında yerini aldı.

Sonraki sene, yani 1986-87 finalinde de, tozu dumana katıp Cibona’ya üst üste 2.kez kupayı getirdi “Basketbolun Mozart’ı”. Budapeşte’deki unutulmaz maç, bugün bile Avrupa tarihinin en önemli basketbol finallerinden biri olarak kabul edilir. Rakip Zalgiris’in kadrosunda Litvanya, hatta tüm Sovyet Cumhuriyetlerinin basketbol tarihinin en büyük efsanesi ve yaşıtı Arvydas Sabonis bulunuyordu. 94-82 biten maçın her saniyesinde neredeyse 2 rakip oyuncu ile yapışık şekilde oynayan Drazen, yine de 22 sayı bulmayı başardı. Guard zekasına ve bileklerine sahip 2.20’lik pivot Sabonis ise, 27 sayıyla bu dev finalin en skorer ismi oldu.

1986 NBA draftında 3. tur 60. sıradan Portland Trailblazers tarafından seçilse de, yoluna Avrupa’da ve tam gaz devam etti.

1986-87 sezonunda Kupa Galipleri Kupası, O’nun Scavolini Pesaro karşısında sergilediği 28 sayı, 8 ribaund ve 6 asistlik performans sonucunda geldi. 1987-88 sezonunda ise Koraç Kupası finalinde, 2 maçlık seride Real Madrid’e kupayı kaybettiler. Ama Drazen ilk maçta 21, ikincisinde ise adeta “başka gezegenden biri”ne dönüşerek, 8’i üçlük, toplamda tam 47 sayı buldu. Bu performans, herkesi ona hayran bıraktı; belki de dünyanın en büyük spor kulübünün kapılarını ona açtı ve Real Madrid’e transfer oldu.

1988-1989 sezonunda Drazen Petrovic, Real Madrid’de İspanya Kupası ile Avrupa Kupa Galipleri Kupası şampiyonluğu kazandı ve Pire’deki final maçında Snaidero Caserta karşısında bulduğu 62 sayı ile “bir kez daha” kupanın baş mimarı oldu.

Artık Avrupa ona dar geliyor, NBA’de de kendini kanıtlamak istiyordu. Nihayet yeni kıtanın yolunu tutarak 1989-90 sezonunda Portland Trailblazers’a katıldı.

Yeni kıtaya adımını atan ilk Yugoslav oyuncu olarak tarih sayfalarına girse de, ilk senesi sönük geçti ve her oynadığı takımda bayrak oyuncu iken burada az süre alıp rol oyuncusu, hatta yedek durumuna düşmesi moralini oldukça bozdu.

İlk sezonunda, başta NBA efsanesi Clyde Drexler olmak üzere, Danny Young, Danny Ainge ve Terry Porter gibi yıldız oyuncuların gölgesinde kalıp ortalama 12 dakika süre bulabildi ve ancak 7.6 sayı ortalaması ile oynadı.

Sonraki sezon aldığı süre ortalaması 7 dakikalara düşünce, kafasında Portland’ı bitirdi; Nuggets, Nets ve Trailblazers arasında gerçekleşen, Walter Davis’in de dahil olduğu üçlü takas sonucunda New Jersey Nets macerası başladı.

Herkes Avrupa’nın NBA’e göre çok yumuşak olduğunu, bir beyazın sudan çıkmış balığa döneceğini söylüyor; iki kıta basketbolu arasında 1, hatta 2 seviyelik bir farktan bahsediyorsa da O yılmadı!

*** 1991 sezonunda, kendine çok daha uygun bir kadro yapısıyla New Jersey günlerinde adeta fabrika ayarlarına döndü ve ilk olarak maç başına süre ortalamasını 20 dakikaya, sayı ortalamasını da 12.6 sayıya çıkardı.

*** 1992’de ise asıl patlamasını yaparak istatistiklerini neredeyse ikiye katladı ve maç başına 36.9 dakika ile 20.6 sayı ortalamalarıyla tamamladı sezonu.

*** 1993’de, daha da iyi bir performansla 38 dakika ve 22.3 sayı ortalamayla ligi en skorer 11. oyuncu olarak bitirdi. O zamanlar için epey yüksek sayılabilecek %45 ile üçlük atmayı başardı ve ligin en iyi 3. beşine seçildi.

Milli takımlarda da başarılı grafiğini sürdürdü. Takımlar diyorum, çünkü Yugoslavya formasıyla bir Avrupa, bir de Dünya şampiyonluğu bulunan Petrovic, 1992 Barcelona Olimpiyatlarında da Hırvatistan ile gümüş madalya kazandı.

Bu arada milli takımlar düzeyinde kazandığı ilk başarı olan 1980 Balkan gençler şampiyonasındaki bronz madalyasını İstanbul’da kazandığını not düşmekte de yarar var.

Gelelim tarihe geçmiş, “bence” en iyi spor-politik belgeseli olan “Once Brothers”a, Sırp efsane Divac ile olan ilişkisine ve onunla yaşadıklarına.

Milli takımlarda beraber sayısız başarıya imza atan, kamplarda oda arkadaşı, sırdaş, birbirlerine kardeş kadar yakın olan bu iki dost, savaş sonucu ülkelerinin dağılmasıyla beraber iki farklı ülkenin vatandaşı haline geldiler. Ancak onları asıl ayıran, 1990 senesinde, daha Yugoslavya tam dağılmamışken, Arjantin’deki Dünya Basketbol şampiyonası finalinde yaşananlar oldu.

92-75 kazandıkları Rusya maçı sonrası şampiyonluk kutlanırken, Divac’ın sahaya Hırvatistan bayrağıyla giren bir seyircinin elindeki bayrağı alıp fırlatması sonucunda araları bir daha kapanmamak üzere açıldı.

Hatta Sırp Divac, tepkilerden ötürü ‘Hırvat can dostunun’ cenazesine bile gidemezken, seneler sonra ESPN belgeseli çerçevesinde ağlayarak ziyaret edebildi manevi kardeşinin mezarını.

“Bir Zamanlar Kardeştiler” adıyla ülkemizde de gösterilen, Yugoslavya’nın parçalanmasına sebep olan savaşın acı yüzünü, yakın siyaset ve spor tarihine dair olayları çok başarılı bir şekilde anlatan; içinde basketbol, milliyetçilik, kardeşlik, düşmanlık, acı, nefret, gözyaşı barındıran; hatta seyrettiğinizde gözlerinizi doldurup, belki de ağlatacak bir başyapıt diyebiliriz bu belgesele.

Ve geçelim “efsane”nin kahredici sonuna…

1993 yazında Hırvatistan milli takımıyla Avrupa şampiyonası elemeleri için Polonya’ya gitti. Rakiplere nazaran çok daha güçlü bir kadroları vardı ve gruptan çıkacakları daha maçlar oynanmadan belli gibiydi. Hatta “istersen gelme” denmesine rağmen, adeta şeytan dürtmüş gibiydi efsaneyi.

Polonya’daki elemelerden sonra, ilk aktarmada Frankfurt’da inerek Zagreb’e giden uçağa binmekten vazgeçti. Almanya’da basketbolcu ve model olan Macar sevgilisi Klara Szalantzy ile buluştu ve yola arabayla devam etmeye karar verdiler! Bu arada arabada üçüncü bir kişi daha vardı. Bu kişi, sevgilisi Klara’nın arkadaşı, Almanya doğumlu eski milli basketbolcumuz Hilal Edebal’di.

Kader denen şey de bu olsa gerek! “Final Destination” film serilerini hatırlatırcasına, sanki her yönüyle önceden kurulmuş, başlangıcından ayarlanmış gibiydi kırmızı Golf’de biten trajedi:

* Nasılsa tur cepte diye turnuvaya gelmemiş olsa,
* Kız arkadaşı araba ile Münih’e onunla buluşmaya ve onu almaya gelmese, yani planını son anda değiştirmeyip arkadaşları ile uçakla dönse,
* Haziran ayı, yani yaz olmasına rağmen ve daha sabah vakti hava güneşli, 26 derece iken, bir anda gökten boşalırcasına sağanak yağmur yağmasa,
* Arabayı kız arkadaşı değil de kendisi kullansa,
* Yan koltukta uyurken en azından emniyet kemerini bağlamış olsa ve camdan dışarı çıkmasa,
* Klara sürat yapmasa ve ıslak asfaltta frene basıp aracın kontrolünü kaybetmese,
* Diğer yönden gelen TIR da kontrolü kaybetmemiş olup, otobanda 3 şeridi birden yanlamasına durup kapatmasa,
* Çarpışma tam Drazen’in oturduğu, arabanın sağ ön tarafından olmasa…

Bu saydıklarımızdan biri bile gerçekleşmemiş olsa, belki hala hayattaydı Büyük Efsane Drazen Petrovic.

Bu arada, arabadaki diğer iki kızdan Türk olan Hilal Edebal’in kolu ile kalçası kırılarak ağır yaralandı ve spor hayatı bitti. Beynine aldığı darbelerle de hayatı hastane köşelerinde geçti. Ancak direksiyondaki sevgilisi Klara ufak tefek yaralarla, o kabus dolu kazadan dünyaca meşhur biri olarak çıktı ve mankenliğe devam etti. Sonrasında da eski ünlü Alman milli golcü, bugün Mesut Özil’e karşı tutumuyla Türklerin tepkisini çeken Almanya Milli Takım menajeri Oliver Bierhoff ile evlendi.

7 Haziran 1993 günü hayata gözlerini yuman Drazen Petrovic’in cenazesine ailesi ve dostlarının yanı sıra, yüzbinlerce hayranı da katıldı. Hatta o zamanlar 1 milyonluk nüfusa sahip ülkenin neredeyse yarısı, o gün cenazede yerini aldı ve sel gibi akan gözyaşlarıyla Drazen’i uğurladı.

Ülkesinde öylesine sevilen bir efsaneydi ki, hala ölümünün üstünde çeyrek asır geçmesine rağmen, her yıldönümünde yüzlerce insan mezarı başında mum yakmaya devam ediyor.

NBA’deki takımı New Jersey Nets O’nun 3 numaralı formasını emekliye ayırarak salonun tavanına astı. Bugün Brooklyn’e taşınan takım için Drazen Petrovic’in ifade ettiği değer hala aynı.

Büyük basketbolcu kolay olunmuyor ama efsane olmak çok çok daha zor. Herkes süper yıldızların daha az çalışıp, Allah vergisi yeteneklerine dayalı bir hayat yaşadıklarını, antremanlarda ise idare ettiklerini zanneder. Ama gerçekte durum bunun tam tersidir!

Mesela hemen her sabah “antreman saatinden 2-3 saat öncesinde”, saat 5.30-6.00 gibi uyanıp aksatmaksızın antreman yapan, günde ortalama 1000 şut atan, sandalyeleri tek tek dizip perdeden çıkış ile dripling çalışan, sürekli kondisyonunu geliştiren, takım arkadaşları uykulu gözlerle salona geldiğinde gözlerinden ateşler saçan, Motto’su “bugün, dün olduğumdan daha iyi olmalıyım” olan Drazen’in basketbol hayatı, “süper yıldız olmanın bedeli” için en müthiş örneklerdendir.

Her insan için sevdikleri ölümsüzdür, ama bazıları herkes için…

Benim de ilk basketbol kahramanımdır, bu büyük, çok büyük Efsane…

Kıssadan hisse:
“Bu dünyada bize verilmiş en büyük servet hayat, her şeyin başı da sağlık.”
Keşke bu sözü sadece bu tip trajedilerde değil, aldığımız her nefeste hatırlamayı başarabilsek!

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: burak.belgen@abcspor.com

twitter: @BurakBelgen

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Son Haberler

FUTBOLUN BİTTİĞİ GÜN

Olmaz olsun böyle lig. Olmaz olsun böyle galibiyet. Yeter artık Fenerbahçe'nin bu ülkede maruz kaldığı muamele. Lanet olsun Fenerbahçe'yi senelerdir ırkçılık derecesinde...

Benzer Konular