Hafta içerisinde yaptığı basın açıklaması sonrasında Milli Takım’dan affını isteyen Emir Preldzic, çok çok büyük bir ihtimalle, Eurobasket 2015 yolunda kadromuzdan verdiğimiz ilk fire oldu. Emir’in yokluğu, aynı zamanda, FIBA tarafından müsaade edilen 1 kişilik devşirme kontenjanının da yeni isimlere açılabileceği manasını taşıyor. Ve bizler, evvela bir devşirme oyuncu kullanıp kullanmayacağımızı, ardından da, eğer kullanacaksak, bu ismin hangi nitelikleri taşıması gerektiği konusunda karar verirken, “doğrudan başarı” ile “Türk basketbolunun gelişimi” arasındaki dengeyi yine mutedilce gözetmekle yükümlüyüz…
Şu zamana dek telaffuz edilen isimler belli: Jordan Farmar, Bobby Dixon ve Andrew Goudelock. Bu isimlerden ilk ikisi bir oyun kurucu, diğeri ise, alamet-i farikası mesafe tanımadan şut isabeti bulmak olan, safi skora yönelik bir guard. Fikrimce, üç adayın üçü de sakıncalı ve üzerinde bir karara varılması zor isimler. Neden mi?
Bir takım kurulurken, eldeki “malzeme” çeşitli yönleriyle ele alınır ve bu malzemenin eksiği gediği saptanarak çözümler, taktikler üretilir. Gedikler, mümkün olduğunca malzemenin kuvvetli yanlarıyla örtülmeye çalışılır. Bu yüzden de, kadronun ihtiyaçları, yani eksikleri, ve bu kadroya yapılacak olan takviyelerin kadro ile bu minvalde uyumu had safhada gözetilmelidir. Ayrıca, alınacak ismin kuvvetli yanlarının da, zayıf yanlarının da, kadronun geneliyle üç aşağı beş yukarı örtüşmesi gerekir. Yoksa birbiriyle alakası olmayan 4 + 1 kişiyi izleriz, fakat ona “takım” adı veremeyiz. Örneğini merak edenler, 2014 Dünya Basketbol Şampiyonası’ndaki Filipinler’in maçlarını seyredebilirler. Eminim ki, Andray Blatche + diğer 4 oyuncunun (çoğunlukla Dalistan, Alapag, Baez, Norwood, Tenorio, Chan, William veya Pingris’ten dördü) bir takım olamayışları, o maçların nasıl son dakikalarda kaybedildiği konusunda aydınlatıcı olacaktır. Zira one-man isolation konusunda çığır açan dev pivot Blatche’ın turnuvanın ribaunt kralı olması veya sayı krallığında ilk beşe oynaması, Filipinler’in sadece 1 galibiyet alarak elenmesine mani olamamıştır…
Farmar ve Dixon’ın tek ortak özellikleri, oyun kurucu olmaları. Farmar, önce oynatmaya dayalı bir guard iken, Dixon bu sene komple bir playmaker haline geldi. Şut, pas, savunma ve oyun kurma yönleri dikkate alındığında, gerek istikrar, gerekse tercih kalitesi bakımından Dixon’ı her zaman Farmar’ın bir adım önüne koyarım. Bu tercihte, Farmar’ın Efes, Lakers, Maccabi ve Clippers ile yaşadığı maceralarda gözüme çarpanlar kadar, Dixon ile Pınar Karşıyaka’nın son üç senedir kat ettiği mesafenin de etkisi var. Üstelik, Farmar’ın Darüşşafaka Doğuş ile gösterdiği performansın ne kendisine ne de takımına yaramadığı aşikar, ve bu durumun değişmesi pek de olası görünmüyor. Dixon’ın oyun kurma veya savunma meziyetleri ise aslında Emir’inkilerden daha üst seviyede değil. Öte yandan Dixon’ın hem şutu, hem dayanıklılığı, hem de oyun konsantrasyonu Emir’i de, Farmar’ı da kendine hayran bırakacak cinsten.
Lakin tüm bunların üzerinde düşünmemiz gereken bir mesele var: takımın beynini, yani oyun kurucu pozisyonunu, altyapılarımızdan yetişmemiş, Türk olmayan ve ileriki yıllarda bizim milli takımdaki oyun sistemimizin, kadro kimliğimizin parçası olamayacak bir oyuncuya teslim etmek, hakikaten teslimiyet bayrağını çekmekle eşdeğer olabilir mi? Misal, Eugene ‘Pooh’ Jeter’ın Ukrayna’ya, Omar Cook’un Karadağ’a, Lester ‘Bo’ McCaleb’ın Makedonya’ya kazandırdığı başarılar, esasen ülke basketbolunu mu yüceltmiştir, yoksa sadece geçici sevinçler yaşatıp heyecan mı katmışlardır takımlarına?
Bana kalırsa, oyunun halen daha ağırlıklı olarak 1 numara üzerinden kurulduğu günümüz basketbolunda, oyun kuruculuk mevkiini ülke basketbolundan yetişmemiş birisine teslim etmek, “Biz bu oyun kurma ve takımı yönetme işini bilmiyoruz, takımın beyni olacak kişiyi yetiştiremiyoruz” itirafında bulunmanın diğer adıdır. Dolayısıyla, ülke basketbolunda dibe vurmak adına gelinebilecek son noktayı teşkil eder. Dahası, ülke basketboluna kalıcı katkılar değil, geçici pansumanlar yapar.
Peki biz, neden 1 numarada bir yabancı oyuncuyu (yüzde doksan ihtimalle de, diğer ülkeler gibi bir ABD’liyi) tercih edelim? Fizik ve kondisyon gücü, atletizmi, dayanıklılığı, şut istikrarı ve birebir hücumda skora yatkınlığı sebebiyle. İyi ama, Türk Milli Takımı şu an zaten sistem içerisinde her oyuncusunu skorer yapabilecek türden yaratıcı ve bol opsiyonlu oynuyor. Kabul, bunun çoğu Emir’in 4 numaradan kurduğu hücumların eseridir, fakat neticede hemen her hücumda bir adamımız boş şut kullanabilecek pozisyonu yakalayabiliyor. Demek ki, oyun kurma noktasında durumumuz o kadar vahim değil. Ayrıca ne Farmar, ne Dixon (ne de Goudelock) savunma azmi ve becerisi bakımından bizim guardlarımızın kalitesinde değil. Yani, tek muteber kriter, şut yüzdesi olabilir…
Evet, geçen şampiyonada Ergin Ataman’ın sistemindeki tek sorun, buydu: Şutları kaçırmak. Boş pozisyonda veya değilken, ne kadar şut kullandıysak, en az yüzde 60’ı karavana gitti. O şutlar girseydi, ne Litvanya ne de Ukrayna maçları yitirilirdi; ayrıca Finlandiya, Yeni Zelanda ve Avustralya karşısında da efsanevi geri dönüşlere bel bağlamak zorunda kalmazdık. Demek ki, şut sokmak bizim için fazla mühim. Dixon, bilhassa bu senenin ardından, şut istikrarı konusunda Emir’den de, Farmar’dan da iyi. Bizim takımımızı kritik anlarda bulacağı isabetlerle (tıpkı Goudelock gibi) ihya edebilir. Öte yandan, Dixon’ın bedeninde, sezon boyu maç başına 35 dakikaya yakın sürelerle üç kulvarda birden üst düzey mücadeleye girmiş olmanın yıpratıcılığı da var. Ayrıca, nihayetinde, onu alacağımız mevki, 1 numara, yani oyun kuruculuk. Ve oyun kurma meziyetleri, yerli 1 numaralarımıza nazaran herhangi bir kalite farkı arz etmiyor. Dolayısıyla, O’nun yaratacağı başarı, ülke basketboluna bir şey katmayacak kadar geçici, Eurobasket 2015’te bize madalya (ve 2016 Olimpiyat vizesi) getirebilecek kadar kalıcıdır…
Yani, bana kalırsa, 1 numaraya bir devşirme oyuncu almak, bu kişi Dixon bile olsa, ülke basketbolunun gelişimi ve başarıların sürekliliği adına yanlış, tek seferlik bir başarı kazanma ve sadece bu şampiyona adına madalya – Olimpiyat hedefi gütme açısından ise yerinde bir hamle olacaktır.
Öyleyse bir karar vermek zorundayız: Arka arkaya parmak ısırtacak başarılar kazanmış çok sağlam 3 – 4 yeni genç neslimiz varken, doğru olan hadise, bu şampiyonayı bu gençlere deneyim kazandırmak ve takımın yeni çekirdeğini oluşturmak için kullanmak mı olur, yoksa artık 25 – 30 yaş evresine varmış üst düzey görev adamlarımızın, bize tarihimizin ilk Olimpiyat sevinci yaşatabilmeleri uğruna, pişmiş, hazır ve takıma ters gelebilme ihtimali yüksek bir devşirmeyle takviye edilmeleri mi icap eder? Bir şampiyona ve ardından Olimpiyat garantisi mi, yoksa garantisi olmayan, fakat cevheri ve potansiyeli çok bol isimlere yatırım yapıp gelecek 4 – 5 turnuvaya ambargo koymayı planlamak mı? Yani devşirme olmalı mı, yoksa devşirme haklarını kullanan rakiplerimize nazaran dezavantajlı mı başlamalı yola (Ki bence bu vakte dek bizim rakip devşirme oyuncuları savunmaktan yana sıkıntımız olmadı, dezavantajı sadece hücumda hissedebiliriz)? Ve bu yolda, takımın taşıyıcısını, beynini ve tüm takıma seviye atlatacak olan başat kişiyi, genç – tecrübeli fark etmeksizin yerlilerden mi seçmeli, yoksa “olmuş” yabancı oyunculardan mı faydalanmalı?
Elbette ki bu yolların ikisinin de sonu selamet veya felaketle bitebilir; lakin bu sorunun tek cevabı vardır: tercih ve görüş meselesi. Ayrıca bu sorunun cevabı, Goudelock’ın takıma alınıp alınmamasını da doğrudan belirleyecektir. Zira Goudelock, oyun kurma, savunma yapma, takımı oynatma gibi özellikleri olmayan, daha ziyade birebir hücum ve müsait pozisyon bitirme, zor pozisyonlarda da inanılmaz şutları sokabilme yönü kuvvetli bir isim, malum. Açıkçası, şu anki haliyle BJK Integral Forex’teki Chris Lofton’ın 2 gömlek üstü Goudelock. Fakat kaliteden ziyade, formda oluşu açısından bu oran muteberdir. Kritik anlarda topun onda olmaması gerektiğini hepimize öğretti. Gelgelelim, her daim eli titremeden çok yüksek yüzdeyle skor üretebilmesi artı bir özellik. Bu özellik, Pooh Jeter ve Bo McCaleb gibi isimlerde de mevcuttu, onlar takımlarını kritik galibiyetlere taşıdılar; fakat sistem onların üzerine yıkıldıkça, olası yoklukları takımlarının hücumlarını 1 değil 5 seviye birden aşağıya çekti. Yani Goudelock gelirse, acaba tüm hücumumuz onun üzerinden mi dönecek, veya ilk opsiyon, ana skorer, göbekten bağlandığımız silah Goudelock mı olacak?
Bu soruların cevapları “evet”e yaklaştıkça, 1 numarayı yabancılardan devşirmeye dair çalan tehlike sinyalleri burada da tekrarlanacaktır. Zira buradaki devşirme adayı da, takıma ve sisteme uzun vadede katkı sağlamayacak, muadili bulunmadığı için yokluğunda tüm takımı bocalatacak, sadece günlük/turnuvalık zaferler getirecek bir isimdir (tıpkı Keith Langford gibi). Üstelik Goudelock, savunma ile var olan 12 Dev Adam’ın bu anlayışına taban tabana zıttır. Yıpranma payı da, Dixon’ınkine denktir. Peki ya ciddiyeti, konsantrasyonu? Ergin Hoca, bu kumarı oynamaya razı olur mu?
Naçizane düşüncem: Milli takım, çalışkan ve görev paylaşımını doğru yapmış, ayrıca her biri bench’ten takviyelerle ikame edilebilecek, sistemle var olacak ve yoklukları takıma büyük irtifalar kaybetmeyecek yerli oyuncularıyla da bu işi kotarabilir. Üstelik, madalya hedefimizden şaşmaya gerek de kalmaz. Eğer ille de devşirmeden faydalanılacaksa, bize gereken, Sinan Güler’in yaptığı işleri yapabilecek “swingman” ayarında ve kalitesi belli taşıyıcı, ağır işçi ve görev adamı türünden oyuncular bulmaktır. Bu oyuncular bakımından olmazsa olmaz unsur ise, şut istikrarının bizim oyuncularımızdan daha iyi olmasıdır. Takıma seviye atlatacak hadise, böylesi “ekip” oyuncularını, sisteme hemen uyum sağlayabilecek isimleri rotasyona dahil edebilmektir. Silahlar çeşitlenebilir, evet, lakin oyun kimliğinden ödün vermeden bu silahlar çeşitlenmelidir. Bu noktada ne Goudelock ne de Farmar aranan oyuncu olabilir. Dixon ise, 1 numarada oynaması yüzünden benim vetomu yiyecektir. Kanımca, uzun rotasyonumuz da, genciyle ve yaşlısıyla, şu anki görünümündeyken, 4 – 5 numaraya herhangi bir devşirme oyuncu almanın gereği de yoktur.
O vakit, kim olabilir bizim devşirmemiz? Aklıma hemen, Ergin Hoca’nın da bu sene çoğu maçta şeref kıt’ası hüviyetine bürünmüş bir Justin Carter, veya Pınar Karşıyaka’nın artık iyice “pişen” gizli go-to-guy’ı Jon Diebler geliyor. Banvit’ten Sammy Mejia demiyorum, çünkü o, temelde aynı işi yaptığı Diebler’dan daha kör bir şutör ve maç içerisinde yaşadığı iniş – çıkışların sayısı da, aldığı sorumlulukları, inisiyatifleri layıkıyla yerine getirememe olasılığı da Diebler’dan yüksek. Trabzonspor’dan Dwight Hardy de, yine takım arkadaşı Sean Marshall’a göre çok daha istikrarlı ve aynı zamanda bileği düzgün bir isim olduğu için, üzerinde düşünmemiz yararlı olabilir. Hardy, takım oyuncusu olması ve liderlik vasıfları da göz önüne alınırsa, 2 numara için Goudelock’tan çok daha muteber bir adaydır bence. Diebler her sistemde varını yoğunu ortaya koyacak kadar çalışkan ve hırslıdır. Justin Carter’dan ise azami ölçüde faydalanmak için, onu Galatasaray’da olduğunun aksine 1 numarada değil, tıpkı Uşak Sportif günlerindeki gibi, bitirici noktada, yani 2-3 numarada bir swingman olarak kullanmak icap edecektir. Carter gelirse, zaten Ergin Hoca Galatasaray’da yaşadığı rotasyon sıkıntısını Milli Takım’da çekmeyeceği için, büyük ihtimalle asli rolünde boy gösterir. Bu isimlerin tamamı, oyunda kaldıkları süre boyunca asgari iniş – çıkış, hata ve konsantrasyon kaybıyla oynayacaklardır (ki sırf bu yönleriyle bile Goudelock ve Farmar’dan evlâdırlar).
Savunmada da milli oyuncularımız kadar ahlaklı ve çalışkan olan Carter, Hardy ve Diebler’ın, yine Dixon ve Goudelock kadar yıprandığını yadsıyamayız; fakat en azından onlar, her topta bir oyun kurucunun yükünü taşımak zorunda olmayıp, çok daha diri, dinç kalabilecekler. Böylelikle Sinan Güler’in de müdafaada 30 dakika boyunca canı çıkmayacak. Ayrıca bu isimlerden Carter ve Diebler senelerdir ligimizde, bize uyum sağlamış düzenlerle oynuyorlar; üstelik Carter ve Trabzon’un Eurochallenge finali yolunda Stipanovic ile birlikte en önemli iki istikrar abidesinden biri olan Hardy, yeri geldiğinde oyun kurma görevini de üstleniyor (yani Emir’in boşluğu bir nebze olsun dolabiliyor). Bence bu tercihler, kumar bile sayılmayacak kadar güven ve kalite arz ediyor. Hardy ve Diebler ayrıca hem birebirde hem de boş şutlarda elleri titremeyen üst düzey bitiriciler; Carter da, asıl pozisyonunda oynatılınca benzer bir kaliteye ulaşıyor. Ayrıca Carter’ın amansız penetreleri, atletizmi ve potaya yüklenişleri bize oldukça güç katar. Carter deyince, maç başına 11 sayı 5 ribaunt 4 asistten, Hardy deyince 15 sayı 4 asistten, Diebler deyince de 13 sayı 5 ribaunt 5 asistten bahsediyoruz, unutmayalım…
Son söz: Devşirme olmadan hedef kovalamak ve pırlanta değerindeki yeni nesillerimizden faydalanmak hedefleri ortak paydada kesişebilir. Kartal Özmızrak, Kenan Sipahi, Berk Uğurlu gibi gençleri, Barış Ermiş, Engin Atsür, Ender Arslan, Şafak Edge gibi ağabeyleriyle harmanlayıp oyun kurucu açığımızı çözebileceğimiz gibi, Tolga Geçim gibi oldukça müstesna bir Bodiroga adayını, Tayfun Erülkü gibi 40 dakika boyunca aynı hırsla ve azimle oynayabilecek bir takım oyuncusu ve sistem skoreri potansiyelini, Yiğit Arslan, Muhammed Baygül, Metin Türen, Kadir Bayram, Efekan Coşar gibi görev adamlarını, Cedi gibi bir yıldız adayını, Okben ve Furkan gibi potansiyelleri, Ege, Samet, Egemen, Emircan gibi genç uzunları; eğer turnuvaya gelirse, Enes gibi dünyada eşini zor bulacağımız bir boyalı alan skor gücünü; Sinan, Oğuz, Semih, Ömer Aşık, Ersan, Furkan, Birkan gibi “olmuş” neferlerimizle kaynaştırıp, önüne geçilmesi çok zor olan yükselişimize başlayabiliriz. Bir de tabi, bu isimlerin yanına Carter, Hardy, Diebler veya en kötü ihtimalle Uşak’lı savaşçı Sam Young gibisinden çok şık bir görev adamını, bizim ekibimizin oyun anlayışında sırıtmayacak, bizi geri değil, ileri taşıyacak, düzenimizi bozmayacak bir takım oyuncusunu bu kadroya monte edip cilamızı sürebiliriz. Benim tercihim sarih: Kimseye muhtaç olmadan da yapabiliriz. Hem, yeni nesli bir an evvel rahle-i tedrisattan geçirmeye başlayarak, bu bağımsızlığımızı uzun yıllar sürdürebiliriz. Ama hedefler ille madalya ve Olimpiyat vizesi ise, içinde bulunduğumuz bu ölüm grubundan sağ çıkmak adına Carter, Hardy, Diebler, Young gibi bir neferi de yoldaş belleyebiliriz. Böylelikle de, ilk kez ABD’li bir oyuncu devşiriyor olmanın (uyumsal) sıkıntılarını aşmış oluruz.
Her koşulda, Milli Takımımız’a Eurobasket yolunda başarı, basketbol şansı ve kolaylıklar dilerim…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
efe.ozenc@abcspor.com
@efe_ozenc