UEFA Avrupa Ligi’nde grup aşamasının başlangıç maçı olan Sarpsborg’a karşı ortaya konan oyunun, birkaç ay geçtikten sonra dönüp bakıldığında iki türlü hatırlanma ihtimali var. Birinci ihtimal; Beşiktaş’ın kendisine hiçbir şey kazandırmayan orta yapma rekorlarını zorladığı, çizgilere hapsolup doldur boşaltmaktan ibaren oyun plan(sızlığ)ını terk edip, yeni oyun anlayışına ilk adımını attığı maç olarak hatırlanacak.
İkinci ihtimal ise; o kısır döngü niteliğindeki doldur boşalt sistemine bir maçlığına ara verip farklı bir deneme yapılan, ama devamı getirilmeyip çabucak vazgeçilen maç olarak hatırlanacak. Umudum o ki, ilk ihtimal gerçekleşsin.
Kalite olarak birkaç gömlek aşağımızda olan zayıf rakibe karşı formda ve oturmuş bir Beşiktaş’ın normal şartlarda daha ilk yarıda 3 golü bulması beklenirdi, ama son dönemde istisnasız tüm maçlarda olduğu gibi bu maçın da bir devresini çöpe attık. Genellikle de çöpe atılan ilk devre oluyor, devre arası teknik heyet önce kendisi toparlanıp sonra takımı toparlıyor ve 2. yarıya hızlı bir başlangıç yapılıp kısa sürede gol geliyor. Maçın sonucunu ise çöpe atılan o sürenin nasıl atlatıldığı belirliyor, Antalyaspor maçı atlatılamayan (!) maç olarak anımsanabilir. Bir de nahoş bir alışkanlık oluştu, o da son dakikalarda mutlaka bir gol yemeden maçın tamamlanamıyor olması! Tek farklı önde olunan bir maçta bu durum baş ağrıtabilir.
Sarpsborg’a karşı ilk devre hiçbir başarılı hücum girişimi yapılamadı. Ama burada eleştirilecek nokta oyun planı değildi, oynanması hedeflenen bir oyun planı vardı bu defa, ancak sorun uygulamadaydı. Amaçlanan oyun şekli Ljajic, Oğuzhan ve Gökhan Töre’nin önderliğinde ayağa paslarla göbekten ceza sahasına girip pozisyon yaratmak şeklindeydi. Zaten bu tarz hücum girişimlerini deneyen yegane oyuncular bunlar olduğu için böyle bir oyun ancak bu 11’le denenebilirdi. Beşiktaş’ın esasen en büyük kangreni olduğunu düşündüğüm Quaresma’nın yokluğunun, Şenol hocanın farklı şeyler deneyebilmesinin en büyük koşulu olduğu net şekilde görüldü. Caner sağolsun özellikle ilk yarım saat yaptığı bazı amaçsız ortalarıyla Quaresma’yı aratmayacağını hissettirse de, sonraları takıma biraz daha uyum sağlayıp ayağa paslarla oynamaya başladı.
Takımın kuşkusuz en faydalı ismi Adem Ljajic oldu. Uzun zamandır hasretle beklenen gerçek bir 10 numara pozisyonu oyuncusu olduğunu iyiden iyiye hissettirdi. Oyun görüşü, attığı son derece akılcı ara pasları ve duran topları etkili kullanması gibi özellikleriyle Sosa’dan bu yana doldurulamayan açığı rahatlıkla dolduracağını gösterdi.
Lens ve Larin etkisiz görüntüleriyle kendilerine umut bağlayanları hayal kırıklığına uğrattılar. Aslında özellikle Larin için bir haksızlık söz konusu, kendisine 1. forvet olma yükü çok erken yüklendi, şu anda Beşiktaş büyüklüğünde bir takımın ancak 3. forveti olabilecek deneyime sahip.
Lens ise bulduğu şansları cömertçe harcamaya devam ederek ancak kulübede hamle oyuncusu olabileceği mesajı veriyor maalesef.
Ancak özellikle ilk yarıda oynanan yetersiz futbol kimseyi umutsuzluğa sürüklememeli, bugün oynanan oyun tarzının üzerinde ısrarla durulmaya devam edilmeli diye düşünüyorum. Bu takımın iyi futbol oynamasının yolu Quaresma’nın ana aktör olmaktan çıkartılıp hamle oyuncusu olarak kulübeye yollanmasından geçiyor. Beşiktaş’ın kurtuluşu Quaresma futbolu değildir, Çare Ljajic’in temsil ettiği oyun anlayışıdır.
Eğer Beşiktaş yönetimi bu yaz transfer dönemini korkunç derecede kadro mühendisliği yapmaktan uzak bir beceriksizlikle geçirmemiş olsaydı bugün çok daha farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Eldeki elle tutulur en önemli santrafor yeri doldurulma şansı tepildikten sonra yollandı. Eğer mantıklı hareket edilip iş işten geçmeden bu takımın ağırlığını taşıyabilecek düzeyde bir golcü alınmış olsa, örneğin hiç beğenilmeyen Lens bile bugünü 3 asistle bitirebilirdi! Ljajic, Oğuzhan gibi oyuncuların yapabileceği asistlerden söz etmiyorum bile! Ancak üst düzey bir golcünüz olmayınca daha bir çok oyuncunun performansı da boşa gidebiliyor ne yazık ki.
Ligde devre arasına kadar ve UEFA grupları tamamlanana kadar bir şekilde yarışta zirveye tutunulabilirse ve Ocak ayında gereken golcü takviyesi nokta atışı şeklinde yapılabilirse şampiyonluk yarışının sonuna kadar iddianın sürdürülmesi mümkün, zira bu yarışta hiçbir rakip kalite olarak diğerinden çok daha üstün değil, Beşiktaş’ın ise kadro derinliği bakımından rakiplerine göre avantajı var.
Son olarak 3 gün sonra oynanacak derbi maçına değinecek olursak, aynı gün deplasmanda ağır bir darbe yiyen rakip Fenerbahçe açısından tabiri caizse ölüm-kalım maçı olacağını söyleyebiliriz. Aynı zamanda antrenör Cocu’nun da “ya tamam ya devam” maçı olacaktır. 25 yıldır bilfiil bu ligi takip eden ve hem bu ligin hem Beşiktaş’ın dinamiklerini iyi bilen biri olarak birazcık tecrübem varsa bu şartlar altında Beşiktaş’ın kazanıp rakibini ateşe atacağını hiç ama hiç zannetmiyorum! Beşiktaş bunu başaracak kadar iyi ve üstün bir futbol sergilese bile başka malum dinamikler Fenerbahçe’nin yarıştan kopmasına izin vermezler düşüncesindeyim!
Beni ve çoğu Beşiktaş taraftarını bu düşünceye iten nedenlere eğilecek olursak, özellikle geçen sezon iki takım arasında 4 maça baktığımızda;
– Beşiktaş’a 4 kırmızı kart gösterildiğine,
– 3 net penaltısının verilmediğine,
– 2 tane aleyhine tartışmaya açık penaltı verildiğine,
– 2 tane tartışmasız nizami golünün verilmediğine,
– 1 tane yine görüntülü/belgeli şekilde ofsayt olan gol yediğine
– Ve de hocasının kafasının yarıldığı bir maçın sonunda hükmen yenik sayıldığına şahit olduk!
Tüm bu olanların psikolojisi altında, şahsen de gözlemleyebildiğim kadarıyla çoğu Beşiktaş taraftarı rakiplerinin kötü durumuna karşın o stattan galip çıkabileceklerine inanmıyor, takımına inansa bile birtakım güçlerin buna müsaade etmeyeceğini ve şampiyonluk yarışının erkenden kopmaması için her şeyin yapılacağını düşünüyor. Haksızlar mı, bunun yorumunu sizlere bırakıyorum.
Eğer Beşiktaş takımı ve teknik heyeti de aynı psikolojiye sahiplerse eğer -ki en büyük handikap bu olur- bu durumda derbiden galibiyetle çıkılması büyük sürpriz olacaktır benim için. Dolayısıyla geçen sezon örneğini gördüğümüz bol kırmızı kartlı, bol polemikli, büyük hasarlarla çıkılan ve etkisi haftalarca sürecek bir derbi yerine, beraberlikle tamamlanan ve sonraki haftalara yansıyacak şekilde takımın ve hocanın psikolojisini alt üst etmeyen bir maç olmasını tercih ederim doğrusu. Hepsinden önemlisi de, her iki takımın da kırmızı kart görmediği ve oyun zevkimizin mahvolmadığı bir derbi olmasını temenni ediyorum…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: olcay.nurlu@abcspor.com
twitter: @olcynrlu