Öncelikle bu akşam siyasi baskıya boyun eğip Beşiktaş’ın sahaya çıkacağından çok emin olan ve bunu hasretle bekleyen Fenerbahçelilere selam ederim. Umarım güzel bir maç yapıp kimsenin kafasına bir şeyler atmadan, soyunma odası koridorlarında kimseye saldırmadan ‘sahada’ haklı bir galibiyet almışlardır.
Birkaç gündür kafama takılan bir mevzu var; diyelim ki gerçekten Şenol Güneş şeytani bir tuzak kurmuş olsun ve baktı ki Beşiktaş turu geçemeyecek (57. Dakikada durum 0-0 ve Beşiktaş’a 1 gol yetiyor, 10 kişi kalmasına rağmen de maç denk gidiyor) tribünleri tahrik etmesi için Pektemek ve Tolga Zengin’i görevlendiriyor ve akabinde kafasına atılan bir cisimle (hadi o da peruk olsun, kimseyi kırmayalım) kafası yarılmıyor çünkü kan yok ama belki yaşadığı şok veya tansiyonun düşmesi sonucu panikle içeri kaçıyor. Bundan sonra da doktoru da ayarlayarak kafasına kırtasiyeden alınan bir zımbayla 5 tane zımba attırıyor çünkü ne de olsa acısız ve ağrısız bir işlem, evde deneyebilirsiniz. Ardından da yakın bir hastaneye gitmek yerine kulübün kullandığı Fulya Acıbadem’e gidiyor çünkü bu da tezgahın bir parçası.
Ertesi gün devletin en üst kademesi ve tabii ki FB başkanı olayın mutlaka provokasyon ve hatta her zaman her yerde olduğu gibi FETÖ eliyle tezgahlanmış bir kumpas olduğunu henüz hiçbir somut delil yokken beyan ediyor ama akabinde sahaya yabancı madde atanların yıllardır kombine sahibi oldukları ortaya çıkıyorsa bile bunun bir önemi yok tabii. Şenol Güneş yıllardır Fenerbahçe nefretiyle kendini ve bağlı olduğu camiaları zehirlemiştir ama A. Yıldırım ve A. Kocaman psikolojik olarak son derece sağlıklı ve tutarlı insanlardır. Örneğin Yıldırım hiçbir zaman hocasına ‘bu kulüpten bir daha içeri giremez’ dememiş ve o muhterem hoca da kişilik sahibi her insanın yapacağı gibi bir daha asla dönmemiştir. Aykut hoca futbol oynadığı dönemde Beşiktaş’tan hiç çekmemiştir ayrıca, Fenerbahçe o dönem sürekli Beşiktaş’a 4-5 gol atmaktadır. Yani travma yaşayan ve yüreği kinle dolu olan sadece Şenol Güneş’tir.
Bir de bu komedyanın özerk(!) ve bağımsız TFF ayağı var tabii. Hiçbir yerden emirle hareket etmeyen bu güzide kurum eyyamın kralını yaparak (bu arada eyyam kelimesinin yabancı dillerdeki karşılığını bilen bana yazarsa müteşekkir olurum, umarım sadece biz Türklere özgü değildir) ne hikmetse direkt kırmızı kartın cezası olan iki maçlık cezayı Pepe için bir maça indirmiş ve Beşiktaş’a ‘hadi iyisin, senin de ağzına bir parmak bal çaldık’ mesajı vermiştir.
Tabii en sonunda bu kadar çifte standardı ve haksızlığı kaldıramayan camia isyan etmiş ve sahaya çıkmama kararı almıştır. Beşiktaş da bu kararla cezalandırılmış, Şenol hocanın şeytani(!) planı da suya düşmüştür. Ama bir dakika!! Fenerbahçe bu kararla hükmen galip gelip turu geçmiş ve muradına ermiştir ama nedense Fenerbahçeli olmayan herkes ve Fenerbahçe taraftarının makul ve mantıklı olanlarının içine sinmeyen birşey vardır…
O içe sinmeyen şeyin ne olduğunu ben açıklamaya çalışayım; bir an için taraftar gözlüğünü çıkarıp karşı tarafla empati kurmaya çalışınca her insanda bulunan ama bazılarında çok derinlerde gömülü duran vicdan ve adalet duygusu su yüzüne çıkar. Çok fanatik olmayıp da olayları sağlıklı bir şekilde analiz etmek isteyen herkeste mutlak doğru veya mutlak yanlış diye bir yaklaşım zaten olmaz, diyalektik de bunu gerektirir. Mutlaka bir sorgulamaya girişir ama her zaman dediğim gibi hayattaki en zor şeylerden bir tanesi ‘mutlak doğru’ olduğuna inanılan yargıların sorgulanmasıdır. Çünkü çıkacak sonuçlar korkutabilir, üzebilir, hayal kırıklığı yaratabilir ve kişide derin bir boşluk duygusu yaratabilir.
Futbol taraftarlığı gibi mantık gerektirmeyen ve 80 IQ ile dahi idame ettirilebilecek bir aidiyet veya bağlılıkta bu çok büyük bir sorun yaratmayabilir ama hayatın diğer bütün alanlarında sorgulama yaşamsal öneme sahiptir bence. Hele ki gerçeklerin bu kadar eğilip büküldüğü bir dönemde çıkacak sonuç ne olursa olsun yüzleşebilmek ciddi bir olgunluk gerektirir.
Ben ne bir gün herkesin Beşiktaşlı olmasını istedim, ne de ayrı bir cumhuriyet olduğuna inandım. Sadece Cemal Süreya’nın dizelerindeki gibi: Bir takım ol. Mesela Beşiktaş gibi. De ki; Şerefim bitene kadar seveceğim seni” dedim ve sevdim. İyisiyle, kötüsüyle. İyi gününde, kötü gününde.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: gorkem.isik@abcspor.com
twitter: @saturnocontro3