Cevabı ise birkaç detayda gizli.
Öncelikle Fenerbahçe’nin sahadaki en çok ısıran, rakibi bozan oyuncuları kimler? Egemen, Mehmet Topal ve Emre değil mi?
Mehmet Topal hafta arası kupa maçının sonunda sakatlanmıştı ve bu maçın başında da sarı kartı görünce o da ürkek bir oyun sergiledi maç kopana kadar.
Emre ise zaten İzmir’deki ağır sahada sakatlandıktan sonra Antep’in patates tarlasından hallice zemininde geri dönüyordu 11’e.
Böylesine fiziksel bir mücadeleye dayalı Türkiye Ligi’nde en agresif 3 oyuncun yüzde yüzünü sahaya yansıtamayınca, bir de üstüne üstlük Diego gibi teknik özellikleri üst düzey bir oyuncudan verim alamayınca ve son olarak bir “pas” takımı olduğunu sağır sultan duyan Fenerbahçe ağır sahaya takılınca, işler tersine dönüverdi!
İşte o anda İsmail Hoca devreye girdi. Bir çok kişi Alper ya da Meireles’in oyuna girmesi gerektiğini düşünürken o dedi ki: “Benim atak yapmam için önce topu kazanmam lazım”. Aynen de dediği gibi gelişti sonrasında oyunun şekli. Kağıt üzerinde korkakça bir değişiklik gibi duran Diego-Selçuk tercihi sarı lacivertlileri adeta kanatlandırdı.
Rakibe pozisyon verilmediği gibi , topun hakimiyetini kazanan takım daha güvenli ve daha çok adamla ileri çıktı. İsmail Hoca ilk devre belki hata yaparak çok yumuşak bir kadroyla çıktı maça ancak hatasından dönmeyi bilerek çok ince bir dokunuşa imza attı ve maçın kaderini değiştirdi.
Son sözüm de Gaziantep yönetimine… Deplasman tribününün bilet fiyatını 200 TL yaptınız. Son senelerde Antep’te oldukça kalabalık şekilde takımını destekleyen sarı lacivertlileri çok daha az sayıda seyircinin desteklemesini sağladınız. Tamam da elinize ne geçti ? Maçı mı kazandınız ? Takımınızı mı kanatlandırdınız? Zaten insanların tribünden kaçmak için binbir tane sebebi var. Bir de siz küçük hesaplarınızla tribünleri boşaltmayın.