https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

BİR ZAMANLAR BİR ‘MİLLİ’ BİR TAKIM VARDI, HEPİMİZİN SEVDASI

Okunması Gerekenler

gorkem1Transferin tam gaz devam ettiği, Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’ne katılma mücadelesi verdiği yazın bu en sıcak günlerinde herhalde ‘milli takım da nereden çıktı, ne alaka?’ diye düşünebilirsiniz.

 

‘Düşünen Spor Dergisi’ Socrates’i okudunuz mu? Dördüncü sayısı Temmuz’da çıkan bu nefis dergiyi ben Haziran ayında benzincide dergilere bakarken tesadüfen keşfettim ve büyük zevk alarak okuyorum. Bütün spor meraklılarına da öneririm.

 

turkiye milli takim 1Bu ayki sayısında 80’lerin sonundaki efsane milli takımın hocası ve futbolcularıyla yapılan röportajı okuyunca zaman içinde o yıllara yolculuk yaptım ve kafamda uçuşan düşünceleri ve aldığım o tarifsiz hazzı paylaşmak istedim.

 

Futbolu 1978’de Arjantin’deki Dünya Kupası’ndan beri takip ederim ve 85-86’lardan itibaren aklımın da erdiğini düşünürsem benim için gelmiş geçmiş en yetenekli üç Türk futbolcusu Rıdvan-Tanju ve Sergen’dir. Ardından bir alt basamakta Şifo Mehmet, Oğuz, MAF üçlüsü, Uğur Tütüneker vs. gibi yine çok üst düzey futbolcular gelir ama ilk başta yazdıklarım dünya çapında olabilecek, kendine iyi bakmamış ve maalesef o vizyona sahip olamamış oyunculardır. Oğuz Çetin’in röportajda ‘Rıdvan benim için Messi’dir’ demesi bu kuşak için abartılı olabilir ama Rıdvan’ı statta izlemiş benim için kesinlikle değildir. Güzel futbolun peşinde Beşiktaş’ın kötü olduğu yıllarda bile sadece Sergen’i izlemek için İnönü’ye giden benim gibi bir futbol romantiği için Rıdvan pekala da bir Messi’dir.

 

Türk futbolunun Beşiktaş tarafından domine edildiği o 80’lerin sonlarında bir de ‘atçı Veysel’ Veselinoviç’in idaresinde arada 103 gollü rekor şampiyonluğa 88-89 sezonunda ulaşan Fenerbahçe, ‘Şeytan’ Rıdvan ve ‘Maestro’ Oğuz yönetiminde oynadığı futbolla herkesin takdirini kazanırken bunun milli takıma da olumlu yansımaları olmuştu.

 

turkiye milli takim 2Son derece efendi kişiliği ile 80’lerin ortalarında yaşanan milli faciaların üzerine bir set çekip yeni ve beyaz bir sayfa açmaya çalışan Tınaz Tırpan hocanın elinde Rıdvan, Tanju, Feyyaz, Ünal gibi sıradışı yetenekler vardı. Hayatımda gittiğim ilk milli maç olan ve insanların milli takım sevgisinin ve başarı açlığının en üst düzeyde olduğu Türkiye-SSCB maçı 1989’un o güneşli ilkbahar gününde bizim gibi yeniyetme gençler için okulu kırma ve bütün bu yetenekleri bir arada izleme fırsatıydı.

 

Doğu Bloku daha yıkılmasa da sinyalleri geliyordu. SSCB o dönemin de kalburüstü takımıydı ve özellikle kaleye duvar ören kalecisi Dassaev 1988 Avrupa Şampiyonası finalinde Maradona’nın İngiltere’ye 86’da attığı ‘asrın golü’yle yarışabilecek Van Basten’in muhteşem vuruşunu kalesinde göreli daha 9 ay geçmişti. Tarihe geçen 4-3’lük FB-GS maçı henüz oynanmamıştı ve o maçı da İlhan Mansız’ın Senegal’e attığı altın gol, Beşiktaş’ın 100. Yıl Şampiyonluğu gibi nerede olduğum, kimlerle birlikte izlediğime kadar bütün detaylarıyla hatırlıyorum. Bir Beşiktaşlı için bir Fenerli ve bir Cimbomluyla birlikte izlemesi herhalde en keyifli maçtı. Tarihi …… 1989’du. Çavuşesku devrileli ….. ay olmuştu.

 

Nitekim o gün de İnönü’de daha sonraki yıllarda sayısız kez yaşayacağım o ölüm sessizliğini iki kez daha yaşamıştım ve maçtan 2-0 mağlup ayrılmıştık ve 1990’da İtalya’da düzenlenecek Dünya  Kupası’na gitme biletini birkaç hafta önce 3-0 yendiğimiz Avusturya’ya kaptırmıştık. Ardından Piontek’le başlayan yapılanma, Federasyon Başkanı Şenes Erzik’in çabalarıyla atılan tohumlar yıllar içinde yeşerecek ve Dünya 3.’lüğüne açılan kapının ilk adımları atılacaktı. 1990 Dünya Kupası’na tam kadro gidebilseydik, eminim ki 2008 Avrupa Şampiyonası’nda olduğu gibi o tatsız kupaya renk katardık ve Türk futbolu daha erken kabuğunu kırabilirdi.

 

TERIM 10Peki o zamanları özel kılan neydi? İlk gençliği o dönemlere rastlamış ‘kolej takımı’ bir Beşiktaş taraftarının nostaljik sayıklamaları mı? Olabilir. Zaten 1990 Dünya Kupası’yla birlikte romantik futbolun Milan’ın Sacchi’siyle birlikte tarihe karıştığını gören birisi olarak ‘endüstriyel’ sıfatını kazanmış bir spor dalının sonraki yıllarda sadece alışkanlık, taraftarlık ve bağımlılıktan kaynaklanan takibi bünyede sayısız rahatsızlık yaratırken arada bu tip nostaljik sayıklamaları çok görmemek lazım bu garibe.

 

Peki, milli takımın kapalı gişe oynadığı o dönemlerden ‘İmparator’ yönetimindeki her biri milyonlarca Euro’luk yıldızların oynadığı 2015 yılındaki milli takıma gelene kadar kendi oyuncusuna küfreden taraftarı, topu kıçıyla durduran o kaleciyi, basın tribününe hareket çeken futbolcuyu ‘10 yılda 15 milyon fanatik yarattık her yaştan’ dercesine yetiştiren iklim neydi? 30 yılda terörü bitiremeyen, vatandaşının her daim gergin olduğu ve geleceğe umutla bakamadığı bu ülkede en azından ‘Milli Takım’ denildiği zaman kederde, tasada, sevinçte oluşan bir birlik var mıydı?

 

Yoksa bunların hepsi futbol romantiği bir futbol sevdalısının gördüğü düş müydü?

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail : gorkem.isik@abcspor.com

twitter :

Son Haberler

QUADRUPLE-DOUBLE, NBA TARİHİNDE SADECE 4 KEZ

NBA'de double-double hemen her maç, triple double'da her sezon onlarca kez gördüğümüz istatistiklerdir. Peki ya quadruple-double ? 350 bine yakın oyuncunun...

Benzer Konular