Biraz sert bir başlık oldu belki ama uzun bir aradan sonra Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarını ilk kez bir hafta sonu seyredince kafamda daha net bir takım fikirler oluştu.
Dün Fenerbahçe maçını çok sevdiğim çocukluk arkadaşımla beraber Kadıköy’de %90’ı Fenerli olan bir lokalde izledim ama sadece ilk yarısına tahammül edebildim çünkü gayet sıkıcı bir maçtı. Yıllardır FB taraftarının gözüne giremeyen ama hiçbir hocanın da vazgeçmediği Selçuk güzel bir vuruşla takımını öne geçirip ondan sonra da FB klasik sağlam futbolunu oynayınca ve Karabük’te de ona karşılık verecek yaratıcılık ve yetenek olmayınca bir de maçın sonlarında herşeye rağmen beraberliğe Volkan engel olunca, tabii ki hevesimiz kursağımızda kös kös evimize döndük.
Maçtan sonra ‘Fenerbahçe Barcelona gibi takım, hocasız da oynuyor’ dememin nedeni İsmail Kartal’ın verdiği emeğe bir saygısızlık değil, zaten çok deneyimli ve maddi olarak değerli futbolculardan oluşan Fenerbahçe’nin Rıdvan hocanın söylediği gibi sağlam savunma kurgusuyla adı ‘Süper’ olan bu lige fazlasıyla yetmesidir. Ancak Avrupa’da başarı isteyen Fenerbahçe’nin vizyonunu değiştirmesi gerekir.
Neyse, Beşiktaş’a gelirsek bugün de Çarşı’da her zamanki mekanımız olan Cengiz’in Yeri’nde dostlarımızla maçı izlerken dünün aksine tempo, heyecan ve harika bir taraftar desteği gördüm. Olimpiyat belasından kurtulan Beşiktaş coşkulu seyircisinin önünde bana göre Gençlerbirliği maçında olduğu gibi oyunu domine etti ve yine birtakım net fırsatları harcarken hazırlanışı çok güzel bir ilk gol attıktan sonra dışarıdan çevrilen bir topta da golü yedi. Pek alışkın olmadığımız bir şekilde ilahi adaletin tecellisiyle Demba Ba’nın poposuna(!) çarpan top gol oldu ve maçı kazandık.
Mersin İdmanyurdu bulunduğu yerin tesadüf olmadığını kanıtlayan bir futbol oynadı ama özellikle savunmada eskiye göre daha dikkatli olan Beşiktaş çok da net pozisyonlar vermedi. Benim tek şikayetim oyuna gerekli ağırlığı bir türlü koyamayan Oğuzhan ve Sosa. İkisinin de potansiyelinin çok daha yüksek olduğunu ve maçları yönlendirebilecek adamlar olduklarını biliyorum ama bunu çoğu maçta hakkıyla yapmıyorlar. Özellikle Sosa beklediğim takım liderliği pozisyonunu hala alamadı.
Belki Bilic de buna dayalı bir oyun sistemi yerine yardımlaşma ve sosyal adaletin olduğu bir yapı peşinde ama ben yine de özellikle orta sahada oyunu yönlendirecek bir ustanın önemine inanıyorum. Maçın başında gözünün önünde Pedro Franco’ya yapılan %1000 penaltıyı çalmayan hakemi de yadırgamıyorum çünkü ömrümüz böyle geçiyor!
En son oynanan Galatasaray-Bursa maçında futbol kalitesi de heyecan da ortalamanın epey üzerindeydi. Bilic olmasa takımın başında görmek isteyeceğim bir numaralı hoca adayı Şenol Güneş Bursa’da yine iyi işler yapmaya kendi güzel tarzıyla devam ediyor. Güvenip de uzun vadeli planlar yapamayacağınız yetenekli Volkan Şen ve olağanüstü bir performans sergileyen Fernandao bu akşam Bursa’nın kaderini belirleyen adamlardı. Aslında ilk 15 dakikada işi bitirmesi gereken Bursaspor net fırsatları kaçırınca, Galatasaray’ın saha avantajı ve Prandelli zamanında olmayan mücadele gücüne teslim olup yine de iyi bir sonuç sayılabilecek beraberliği kopardı. Kişiliğini ve oyun tarzını hiç beğenmediğim Melo’nun objektif bir gözle bakınca bile 90 dakikaları sürekli tamamlayabilmesi de herhalde GS ve FB’nin oluşturduğu ‘Establishment’ın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Bizim paradoksumuz da işte burada ortaya çıkıyor; küreselleşme denilen olgunun dayattığı futbolun ticarileşmesine karşı mücadele edip, St. Pauli veya Livorno gibi gönüllerin şampiyonu mu olmak yoksa hakemleri, federasyonu, kendi korku ve güvensizliklerimizi yenip gerçek şampiyonluklarla üçüncü bir yol da olabileceğini göstermek mi? Rahmetli Ecevit 70’lerin başında ‘ortanın solu’ kavramını dile getirdiğinde yeni bir söylemle tanışmıştı Türkiye. Belki futbolda da Beşiktaş bir misyon yüklenip hem gönüllerin hem de puan cetvelinin zirvesine çıkabilir! Yine rahmetli Vedat Okyar’ın dediği gibi hakemleri ve federasyonu da yenmesi gerekse de muhtaç olduğu kudret bu takımın damarlarında mevcut. Yeter ki çalışsın ve daha çok kendine güvensin.
İspanya iç savaşının başında Cumhuriyetçiler tarafından katledilen Federico Garcia Lorca’nın dediği gibi ‘Hiçbir duygu umutsuzluk kadar korkunç olamaz’. Umutlarımızı kırmaya çalışanlara ve bazen kendimize rağmen mücadeleye devam…