Arthur Ashe.. Amerikalıların tabiriyle yeni kıtada, Virginia eyaletinin başkenti Richmond’da, 10 Temmuz 1943 tarihinde dünyaya gelen efsane raket, tarihin 3 Grand Slam kazanmış ilk ve tek siyahi erkek tenisçisi..
Onun rengindekilerin değil teniste başarı kazanmak, ırkçı çoğunluk tarafından insan muamelesi bile görmeyip, beyazlarla aynı masada bile yemek yiyemediği devirlerde, 1968’de Amerika Açık kazanarak bunu başarabilen ilk siyahi erkek raket olurken, 1970’de Avustralya Açık, 1975’de de Wimbledon zaferlerini ekliyordu kart vizitine..
Ayrıca 1971’de French Open ve 1977’de Avustralya Açık’ta çiftlerde ve 1963, 68, 69, 70’de de Amerikan Milli takımı ile 4 Davis Cup şampiyonluğu da kreması..
Kendiyle özdeşleşmiş birçok lakabı var ama benim için en özel ve güzeli; Africa’da Xhosa dilinde hediye anlamına gelen “Sipho”..
US Open’ın 23.000 kisi kapasiteli devasa kortu Arthur Ashe de ismini ondan alma..
Bu arada bu spora girişinin öyle ilginç bir hikayesi var ki; başrolde de simetri hastası ve 1001 takıntı sahibi baba Ashe..
Arthur daha 6 yaşındayken annesini kaybetmiş, babası da siyahlara yapılan ırkçı saldırıların etkisiyle de “aman başlarına birşey gelir korkusuyla” iki oğlunu adeta dış dünyadan izole etmiş ve sadece “okul – ev – kilise” üçgeni fanusunda bir yaşam sunmuştu onlara ki zaten fazla bir seçme şansları da yoktu!.
Baba Ashe o kadar takıntılıydı ki, ev ile okul arasındaki mesafeyi 12 dakika olarak kronometre ile ölçmüş, okul çıkışı 13’e kalan olursa, çok ciddi cezalarla tehdit ediyordu onları..
O zamanlar ilerde bu kadar büyük bir efsane olacağından bi-haber Arthur, ülkede dönemin en popüler sporu olan (hala öyle) Amerikan Futbolu oynamak istiyor ama tabii ki bu sıska, çelimsiz çocuk “aman, ya ona bu sert sporda birşey olursa” paranoyasındaki babasından onay alamıyordu!
Bir akşam eve dönerken, Richmond’un siyahlara ait en büyük oyun alanı olan ve içerisinde tenis kortu da bulunan Brookfield Playground gözüne çarptı ve gide gele oynamaktan zevk aldığı bu spora, babasından da bu kez “evet cevabını alarak start verdi.
Sonrası füzevari bir diklemesine yükseliş; 17 yaşında, 1960 yılında gençler kategorisinde Ulusal Şampiyon oldu. 1961’de bunu bir kez daha tekrarlaması tüm spot ışıklarının ona dönmesini sağladı ve bu başarı ona mill takım ve UCLA kapılarını açtı.
Mahalle kortunda başlayan bu serüven, önce yerel turnuvalar, sonrasında daha büyük maçlar derken, eyalet sınırlarını aşıp, “peri masallarını kıskandırırcasına” 3 ayrı Major kortta 3 ayrı şampiyonluk getirmişti efsane rakete..
Tam ismiyle Arthur Robert Ashe Jr. 1979 ve 1983 yıllarında iki kez kalp ameliyatı geçiriyor ve sevenlerine “ohhh” dedirten ameliyatlar sonrası, maalesef ikinci ameliyatında verilen kandan HIV virüsü kapıyordu.
Aslında ilk başlarda Ashe ve eşi Jeanne bu durumu herkesten saklamayı tercih ettiler ama bir gazete tam haberi girmek üzereyken, Ashe “herkes ilk benden duysun diyerek” hastalık kaptığını 8 Nisan 1992’de basına açıklamıştı.
Ve ona pisi pisine bulaşan bu AIDS belasını anlatan, tarihe tenis kariyeri kadar damga vurmuş, filozoflara taş çıkartırcasına; o kadar çok sözü var ki;
*** En içler acısı olanı ve o devrin Amerikasını çok net şekilde anlatan; Zenci olmak, AIDS olmaktan daha zor.
*** Ve hastalığı açıklandığında dünyanın her köşesindeki hayranlarından gelen mektuplar bir tanesinde gelen “neden tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?” sorusuna verdiği tarihi cevap; “Dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, bunların 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500.000’i profesyonel tenisi,
50.000 tanesi yarışmalara girer, 5000 büyük turnuvalara erişme başarısı gösterir,
50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4’ü yarı finale, 2’sı finale kalır ve biri şampiyon olur. Elimde kupa varken Tanrıya “neden ben” diye sormadım ve bugün acı çekerken de “neden ben” dememem lazım.
“Mutluluk insanı tatlı yapar. Başarı ışıltılı. Zorluklar güçlü. Hüzün insanı insan yapar. Yenilgi mütevazı. Tanrı’ya asla ‘Neden ben?’ diye sormayın. Ne olacaksa zaten olur..
Bu iki ve daha birçok özlü sözlerin sahibi efsane raket, 6 Şubat 1993’te, daha 49 yaşındayken AIDS’e bağlı olarak gelişen zatürre sebebiyle hayatını kaybetmişti.
Hatta tabii ki hiçbir zaman doğrulanamadı ama “siyah diye” mikrobu kasten bulaştırdıklarını iddia edenler de çoktur!.
Ölümünden yaklaşık 4 ay sonra, 20 Haziran 1993 tarihinde ABD başkanı Bill Clinton tarafından Özgürlük Madalyasına layık görüldü.
Doğduğu yer olan Richmond’daki cenazesinde 6000’den fazla insanın toplandığı, sonraki nesil renktaşları için tam bir rol model olan efsane tenisçi, her sene Amerika Açık’ın merkez kortunda Ağustos son haftası-Eylül ilk 2 haftası yaşatıldığı gibi, başta Richmond ahalisi olmak üzere, tüm Amerikalılar hatta tenisseverlerce de ölümsüzleşmiş durumda..
Onun 3 Grand Slam şampiyonluğuna yaklaşık yarım asır geçmiş olmasına rağmen yaklaşabilen hiçbir renktaşı olmadı (sadece 1 kez Yannick Noah- 1983’de Roland Garros kazanabildi) ve gözüken o ki; beyazların dominasyonundaki erkek tenisinde yeni bir Williams kardeşlerin erkek türevi gibi kalburüstü biri ya da birileri çıkmadığı sürece de bu bayrak onla ebediyete kadar devam edecekmiş gibi..
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: burak.belgen@abcspor.com
twitter: @BurakBelgen