Muhteşem ötesi şeklinde tabir edilen filmler vardır. Büyük bir kısmı iki şekilde başlar, ya biri bir yolculuğa çıkar ya da bir gün kasabaya bir yabancı gelir ve olaylar gelişir.
Kasaba demişken de bir parantez açayım, kasaba tam olarak ne köydür ne de kenttir dolayısıyla kasabalı da ne köylüdür ne de şehirlidir. Çoğunluğu muhafazakar insanlardan oluşur, halkı yeniliklere kapalıdır, köylü kadar misafirperver değildir, yabancılara karşı mesafelidir, köylü gibi üretmeyi bilmez, şehirli gibi de tüketmeyi bilmez, işin en kötüsü bir şey bilmediğini de bilmez.
Türkiye’de şehir unvanı almış bir çok kent de aslında bir kasabadır, o kasaba halkının büyük bölümü de hakikaten böyledir ve 1. Dünya ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye de kocaman bir kasabadır, böyleyiz yani, ben de böyleyim ve bir gün kasabaya bir yabancı gelir ve olaylar gelişir ve kasabaya gelen yabancı tabuları birer birer yıkmaya başlar.
Dedim ya yabancılara karşı hep mesafelidir kasabalı çünkü bizi kazıklamaya geldi ön yargısı ile büyütülmüştür. İsmail Kartal’la neden devam edilmemeli, neden dünya çapında büyük bir hoca takımın başına getirilmeli, neden bu hocaya futbol şubesi “eti senin kemiği benim” misali teslim edilmeli diye pek çok yazı kaleme almış ben bile mesafeli yaklaştım, hatta bir ara İsmail Kartal geri dönse okeyim noktasına bile varmak üzereydim, özellikle Crespo’yu, Zajc’ı yedek kulübesinde gördükçe..
Adam adeta tabuları yıkmaya gelmiş, neymiş efendim ülke futbolunu tanıyan hocaymış, şampiyon son yabancı hoca Zico’ymuş da falan filan..
İstikrarlı 11’miş, takımın iskeletiymiş falanmış, filanmış..
3’lü defansmış, 3 stopermiş, ligin en fazla gol atan takımı işte sana..
Adam sadece işini yapıyor, hakem falan konuşmuyor, elinde bir tahta saha kenarında sadece takımıyla ilgileniyor.
Aşırı rotasyon yapıyor ama mutsuz bir tane oyuncu yok takımda çünkü kenarda kalan hiç bir oyuncu kendisini yedek oyuncu olarak hissetmiyor ve futbolculara bu oyunun bir şov olduğunu hiç unutturmuyor, şov izleyiciyi mutlu etmek için yapılır, perde kapanmadan o izleyici selamlanır, her maç sonu tanık olduğumuz şey tam da bu.
Gelirken demişti ya? Kazanmak yetmez, eğlendirmek de lazım. Eğlenmeyen bir kişi gösterebilir misiniz Allah aşkına?
Rennes gibi bir takıma deplasmanda 2-0’dan, içeride 3-0’dan maç çeviren takım taraftarının eğlenmiyor olması mümkün müdür?
20 dakikada 3-0 geriye düşeceksin ve böyle bir rakibe karşı hala ofansif hamle yapacaksın..? Tanıdığım tüm yerli hocalar en azından maç bu skorla bitsin de kariyerime bir zeval gelmesin derdi.
Şampiyonluk başka şey bu kasabada, olur veya olamaz ama yaşımın yettiği kadar hatırladıklarım dahilinde konuşuyorum, ülkemize yolu düşen en iyi hoca, büyük bir karakter ve Flamengo taraftarının Jesus aşkını şimdi daha iyi anlıyorum. Hocaya yatırım yap, bir oyuncu eksik al diyenlerden biri benim ama bu kadarını hayal etmemiştim.
Istatistiklere boğmayacağım, haftalardır ne içeride, ne dışarıda ne de Avrupa’da kaybetmiyor, 3 gol ortalama ile oynayan bir takım yarattı. Elindeki malzeme de öyle ahım şahım değil ha, bu gözler ne kadrolar gördü.
Hata yapacak mı? Yapacak. Eleştiri alacak mı? Elbette alacak, Klopp da eleştiri alıyor, Mourinho da, futbol hatalar oyunu çünkü. Her futbolcudan yararlanıyor ama yapılan transferlere 5, bilemedin 6 puan veririm ben maliyet, yaş ve kalite olarak baktığımda, Pereira gibi şapkadan tavşan çıkaramadı ama Bruma hariç hepsinden bir şekilde faydalandı..
Negatif olarak gördüğüm köşeli yanları var, tanımadığı, bilmediği oyunculara karşı mesafeli, Crespo örneği var mesela, üstelik de kendi vatandaşı. Kaleci İrfancan’ı da bu yüzden oynatmıyor ve güvenmiyor çünkü hiç izlemedi. Haa, şu soru var, İrfancan neden transfer edildi? Bu adam Fenerbahçe’nin iyi bir kaleciye ihtiyacı olduğunun farkında, Sirigu’yu istediğini biliyoruz ama yabancı oyuncu kuralı ve biraz da Ali Koç’un Altay sevgisiyle bir şekilde yerli yedek kaleciye ikna edildi diye tahmin ediyorum..
Hoca biraz muhafazakâr, bir parça da inatçı, Crespo- Zajc ikilisini 45 dakikadan fazla izlettirmedi bize. Önceki sezonun en sorunsuz yeriydi oysa. Lincoln’ün yanlış yerde oynatıldığı ve fazla ısrar edildiği konusunda ben de inatçı davrandığını düşünüyorum.
Pedro konusu var bir de. King döndüğünde ne olur bilmem ama şu an bakıldığında Batsuhayi’den zaman çalıyor gibi duruyor. Jesus çok fazla süre veriyor gibi geliyor. Pedro’nun da mutlaka zamana ihtiyacı var ama ben çok umutlu değilim..
Bir oyuncu 8 sene aynı kulüpte oynayacak ve takımının en golcü ve en istikrarlı oyuncusu olacak, misal Kayserispor diyelim, 4 büyük kulüpten biri mutlaka alır, tutamazsın. Gökhan Ünal, Adem Büyük vs çok örnek var, bu adam Cagliari’de bu kadar uzun süre kaldıysa o kadar da iyi değil demektir şeklinde bir önyargım vardı ve geçerliğini hala koruyor.
Ben yine Jesus’a döneyim, bu tarzda çok da eleştiri almaya devam edecek ama çabuk manevra yapabiliyor, böyle bir özelliği de var..
Çok fazla eleştirmek de istemiyorum hocayı, medyada eli kalem tutan, ağzı laf yapan ne kadar futbol yorumcusu varsa hepsini şapa oturttu. Taraftar nasıl kötü oynayan oyuncuyu protesto etmekten korkar hale geldiyse ben de eleştirmekten korkuyorum, böyle enteresan bir noktaya geldik. Adam iyi zar atıyor veya iyi zar geliyor, neredeyse hiç gele atmıyor, açık oynamamak en iyisi..
Gelinen noktada Fenerbahçe şampiyonluğun en büyük adayı konumunda. Sokakta kime sorsan aynısını söylüyor, psikolojik baskıyı kurdu ve bu takımın bir tane yıldızı var, o da Jorge Jesus’un ta kendisi.
Fenerbahçe’nin hocası X bir isim olsaydı bugün Valerian Ismael hala Beşiktaş’ın hocasıydı, Okan Buruk da kovulacak ve Fatih Terim tekrar dönecek, bu durum çok belli. Çünkü bu başarı Jesus’un extrası olarak görülüyor ve erişilebilecek en makul hocayı takımın başına getirmek zorundalar, bunu fark ettiler.
Yabancı hocaya o kadar para vereceğimize o paraya kaliteli futbolcu almak daha mantıklı diyen kasabalı artık Aykut Kocaman’a, Ersun Yanal’a burun kıvıracak, biliyorsunuz di mi?
Sırf bunun için bile Jesus’un kazandığı para helal olsun diyorum..