Yul Brynner ve Deborah Kerr’in başrolünde oynadıkları 1956 tarihli meşhur filmin özeti kısaca şöyledir: 1860’lı yıllarda Siyam’a öğretmen olarak gelen Anna Leonowens ve inatçı Burma Kralının ilginç uygulamalarıyla şaşkına dönen İngiliz Anna’nın gerçek hikayesini konu alan bu filmde Kral ile genç kadın birbirlerini değiştirmeye çalışırken işler tersine döner ve aşık olurlar. Bizdeki Kayahan tarzı bir aşk hikayesi olmasa da ve ben attığı gollere tepki vermemeye devam etsem de Sezar’ın hakkı Sezar’a ise, Burak’ın hakkını da Burak’a teslim etmem lazım. Negredo – Larin – Love – Pektemek ile heba olan umutlarımız bu adamın gelişiyle tekrar yeşerdiyse, takım şampiyonluk potasına girdiyse daha fazla ahkam kesmenin alemi yok.
Bu akşam saat 4 itibariyle Çarşı’ya intikal edip de maçın havasına girmeye başladıkça taraftarın şampiyonluğa da inandığını gördüm. Oysa statta Burak’ın 8. Dakikada attığı gole rağmen tedirgin bir takım ve tam motive olamamış bir taraftar vardı ilk yarıda. Rakibine de çok pas imkanı verip kalecisi sayesinde ayakta kalıp iki pas yapamayan Beşiktaş’ı izlerken herkesin kafasında soru işaretleri vardı. Bu ahval ve şerait altında başlayan ikinci yarıda ise art arda gelen iki golle maçın seyri bir anda değişti ve İnönü’ye tekrar bahar geldi. Vida’nın golde orta sahada topu söküp alması ve sonrasında kale önüne kadar giderek golü kovalaması takdire şayandı doğrusu. Zaten Pepe’nin gidişinden sonra savunma hattının liderliğini alan Hırvat oyuncu golcü kimliğini de tıpkı selefi gibi ön plana çıkarmaya başladı ki son düzlüğe girilirken bu özelliği çok işimize yarayabilir. 3. golde ise övmekten hiçbir zaman yorulmayacağım Atiba’nın azmi ve çalışkanlığı sonrasında gelen penaltıyı Burak’ın gole çevirmesiyle hem takım hem de seyirci rahatladı. Akabinde gelen Ankaragücü’nün penaltı golü ise çok kısa sürede Adem’in akıl dolu vuruşuyla bertaraf edilince güle oynaya maçı bitirdik.
Bu saatten sonra maçlardan ders alma safhası çoktan geçti. Artık sinirlerine hakim olup stres yönetimini iyi yapan ve oynadığı oyundan bağımsız üç puanı cebine koyan ipi göğüsler. İstanbul’a baharın gelmesiyle eş zamanlı olarak kışa giren Başakşehir üst üste kaybettiği puanlarla bir kez daha son düzlüğe girerken psikolojik avantajı kaybetmiş durumda. Tabii Pazartesi Galatasaray’ın oynayacağı Konya maçı da belirleyici olacak ama asıl gelecek haftaki derbi sezonun özeti ve finali olmaya namzettir. Geçen hafta saydığım nedenlerden ötürü ve kendi sahasında oynayacak olması nedeniyle Galatasaray bir adım önde görünse de Beşiktaş yakaladığı tempo ve ivmeyle büyük bir sürprize de imza atabilir. Türk futbolunun derin güçleri buna müsaade eder mi bilmem ama Beşiktaş Galatasaray’ı yenebilecek güce sahip.
Sol bekte haftalardır yolunu gözlediğim Adriano ve Lens’ten her halükarda daha faydalı olma potansiyeli bulunan Q7 zaten işlemeye başlayan çarklara uyum sağlayan birer dişli olurlarsa mucizevi bir finale doğru yol alabiliriz. 1995’te ilahi adaletin tecellisi olarak Samsun-Antep-Antalya faciası yaşayan GS’de sonraki yılların birikimi de bir şekilde 2019’da duvara toslatırsa Terim – Albayrak ikilisi bile yetmeyebilir. Tabii bunun için öncelikle Beşiktaş’ın kendi üzerine düşen oyunu oynaması gerek. Haftaya Pazar kalbimin kaldırmayacağı bu maçı Yunanistan’da takip eder miyim hala karar veremedim, belki de totem yaparım ve izlemem ama bu bir hafta kurulacak hayaller bir ömre bedel olacak. Beşiktaşlı olup da bir mucizeye şahit olduğumu bu yaşa kadar hatırlamıyorum, belki de gerçekten her şeyin bir ilki vardır. Yaşayıp göreceğiz ve inşallah yazacağız.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: gorkem.isik@abcspor.com
twitter: @gorkem7305