05 Kasım günü mayına basarak ayağımı kaybetmiştim, bugün de son penaltıyı kaçırdım, demek ki 5 Kasım bana yaramıyor, Türk milleti bana hakkını helal etsin, diyordu Ampute Milli Takım Kaptanı Osman Çakmak. Avrupa Şampiyonası Finali’nde uzatma dakikalarında attığı ve doğru hatırlıyorsam Milli Takım kariyerindeki ilk gol ile Türkiye’ye şampiyonluğu getiren Çakmak’ın bu sözleri bu ülkeye vurulan bir tokat olarak kayıtlara geçiyordu.
Mehmet Akif’in 7.kıtadaki tabiri ile “kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda?” sözlerinden yola çıkan Çakmak bu ülke için bir uzvunu feda edip hala bizden helallik bekleyecek olgunluk ve tevazuya ulaşmış bir birey olarak bilincinin ortaya çıkardığı ışığını aslında tam da rezaletin yaşandığı hafta sonunda topluma yansıtmaya çalışıyor.
Toplumsal olarak yozlaşmamız bir yana öncelikli olarak zeki, çevik ve ahlaklı olduğunu farz ettiğimiz sporcularımızın ve spor dünyamızın birçok üyesinin bu olgunluğun yanından bile geçmemiş olması ve bu gidişle de hiç geçemeyecek olmasının gelecek nesillerde açacağı derin yaraları şimdiden tahayyül ettiğimizde bizlere ne kadar büyük kaygı ve korku verdiği kaçınılmaz bir gerçektir.
Tekâmül diye adlandırdığımız bir gerçek vardır ve bu, kişinin bilincinin (şuurunun) mümkün olan en yüksek seviyeye kademeli olarak ulaşmasıdır. İnsan, bilincini, yaşadığı olaylardan ders çıkararak, kendi davranışını ve bilincini düzenleyerek temizler ve kâmil insan olma yolunda ilerler. Derine indiğimizde başımıza gelen her şerrin arkasında aslında almadığımız dersler olduğunu görürüz. İnsanoğlu ders çıkarmadığı, hırs, kibir ve egosu üzerinden başına gelenleri değerlendirdiği sürece aynı olayın mükerrer defa başına gelmesi kaçınılmazdır. Geriye dönüp baktığımızda aslında başımıza gelen olayların tümüne yakını da ders alınmayan konuların tekrarıdır. Suç kimsede değil kendi bilincimizin altında yatan ve henüz olgunlaşamamış özümüzdedir. Bu sebepten haliyle de hepimiz için öğreti süreci ödül ve cezalarla değil, ancak alınacak derslerle bir anlam kazanabilir.
Çok sevdiğim bir söz “Eğer yargılarsan, yargılanırsın” demektedir. Lakin hiç kimse mükemmel değildir. Herkesin hataları, yanlışları ve günahları vardır. Bu süreçte başkalarını yargılamadan önce hepimizin kendimizi yargılaması şarttır. Eğer başkalarını yargılarsak, o zaman başkalarına da bizi yargılama hakkı vermiş oluruz. Bu sebepten yargılama işine girmekten mutlak imtina etmemiz ve aynaya bakmak ve bakarken de şapkamızı önümüze koymamız gerekmektedir.
Böyle bir girizgahtan sonra olaylara farklı bir bakış açısından bakmak gerekliliği doğmaktadır. Kişilerin hiçbir önemi yoktur. Siz her cümlenin sonunda başka bir kişiyi oraya kafanıza oturtabilirsiniz. O suçlu ya da bu provokatör demenin de kimseye faydası yoktur zira biz bu oyunu yıllardır aynı kişiler etrafında döndürüyoruz ve Einstein’in sözünden esinlenecek olursak, aynı adamlar ve kafalar ile farklı sonuçlar almaya ve karanlıktan aydınlığa ulaşmaya kalkışmak Cervantes’in kahramanı olup yel değirmenlerini ezeli rakip diye darp etmeye benzemekten öteye gidemez.
Yıllardır bu sahnede başrol oynayıp oyunun asıl sahibi olan taraftarları figüran pozisyonuna sokan ve nispeten eğitim seviyesi düşük taraftarların gözünde, medyanın da şişirmesi ile ikonize olan karakterlerin bu sahnede var olmaya devam ediyor olması artık bu sorunların çözülmesini imkânsız kılmaktadır. Kimse kendini değiştirmeye tenezzül bile etmemektedir ve buna taraftar da dâhildir. Yukarıda bahsedildiği gibi bu iş ödül ve ceza ile değil, değişime kendimizden başlayarak olur ama bunu düşünüp uygulayacak insan kaynağı elimizde var mıdır aslında bunu sorgulamak gerekir. Aslına bakarsanız yaşanan her şey senin ülkenin hayata genel bakışının yansımasıdır. Bu şekilde yönetilmeye ses çıkarmayan hiç kimsenin o gün sahada olanlara da laf etme hakkı yoktur.
Hocası fiziğini taktiğini sorgulamaz, kağnı hızında oynayan takımına mükemmel deme körlüğünde bulunur ve konuyu Eyy Fırat! Eyy Namoğlu’na bağlar; bu ülkeye gelmiş ve tüm derdi para olan yabancı futbolcusu ligdeki yerine ya da sahadaki performanssızlığına bakmadan sırf seyirciye yaranmak için pavyon fedailiğine soyunur, üstelik bir de vurduktan sonra sahada atmadığı deparı kaçmak için atar, diğer taraftan antrenörü içeri dalar ve kendi hocasının yapmak isteyip de konumu gereği yapamadığının aynası olur ve onun yerine de vurur; yöneticiler desen işi gücü Ankara’ya ve tribüne yaranmak, yaranmak istediği tribün ise futbolun gerçeğinden uzak 55.dakikada takıma oley çekmekte, sonra da takıma kızmakta vesaire vesaire…
Bütün bunlar olurken yolun başındaki 17-18 yaşındaki gencecik çocuklar kavgayı ayırmakla meşgullerdi. Bu bile, aslında, tüm paydaşlara rezilliğin büyüklüğünü anlatıyor. Galiba çocuk dediğimiz genç insanların bu sahnedeki yerlerini başrol oyuncusu olarak alma vakti çoktan geldi de geçiyor. Beğenmediğimiz yeni nesil daha olgun ve empatik olarak yükselmekte ve hayal ettiğimiz reformu onların ifa etmesi kaçınılmaz olacak gibi de durmaktadır.
Toparlamak gerekirse paydaş olarak hepimiz, insan olarak yapılan hatalardan ve tekrar eden şerlerden öğrenmemiz gerekeni öğrenip ruhumuzu tekâmül ettirdiğimizde, kısır döngü mutlaka kırılacaktır ve işte o an içinde bulunduğumuz girdaptan kurtulup karaya çıkmak için en önemli adımı atmış olacağız. Bunu yapamayan ya da yapmak istemeyenlerin de icabına doğal seleksiyon bakacaktır, bakmalıdır da.
İşte o zaman Osman Çakmak’ın gösterdiği tevazuyu anlayan ve uygulayan insanlar çoğalacak, bu da üstten altyapıya kadar tüm paydaşların oyunu ve hayatı daha iyi analiz etmesini sağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki tekamül etmek, ancak, içini yansıtan aynanın sana seni anlatması ve senin, sana anlatılan sana isyan etmen ile başlar…
Herkese sıhhat, akıl ve huzur dolu bir hafta diliyorum.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail: osman.cetin@abcspor.com
twitter: @msdoc78