https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

EUROBASKET 2015 A GRUBU – 1. KISIM (BOSNA-HERSEK, FİNLANDİYA, FRANSA)

Okunması Gerekenler

efeGreenwich’in her iki tarafında da oynanan basketbol tipleri gelişip atletizme ve kondisyona dayandıkça, oyuncuların da fizik gücünü ve kalitesini de artık sakatlıklarla sınamaya başladıkça, süksesi azalan bir şampiyonaya dönüştü Eurobasket. Son birkaç senedir (içlerinde üstad Kaan Kural’ın da bulunduğu) pek çok basketbol beyni, milli takımlar düzeyindeki müsabakaların, zor ve yoğun fikstürleri, zaten tüm sezon hırızması çıkmış oyunculara dayatması sebebiyle sakatlıkların arttığını ve artık milli müsabakalara sağlam bir çek-i düzen vermek gerektiğini savunuyor. Fakat Olimpiyatlar’a ve Dünya Şampiyonaları’na söz geçirmeye kimsenin gücü yetmeyeceği için, herkes hıncını yöresel kupadan, yani Euro-AfroBasket’lerden ve muadillerinden çıkartıyor.

 

Oyuncular ve kulüpler için artık Eurobasket’ten af istemek, neredeyse mazeret bile bildirmeye gerek kalmayacak kadar rutin ve fason bir eylem halini aladursun, ben ve benim gibi milli takımlar düzeyindeki rekabetlere “hasta” olan herkes için, yine yeni bir heyecan başlıyor. Unutmamak gerekir ki, Dünya’ya ve Olimpiyatlar’a kapağı atabilmenin sırrı, işte bu Eurobasket’lerden geçiyor. O yüzden, yine emeksiz yemek olmayacak ve turnuvaya gelmeyenler esefle kınanacak! Öhöm, evet…

 

Gruplar zor. Bizimki çok zor gibi görünüyor, ama emin olalım ki, D grubu da dahil bütün gruplar zor. Bunun temel iki sebebi var: ilki, düzenlemeler neticesinde, turnuvaya katılan takım sayısının çok artması. Bu kadar “ayağa düşülünce”, alt kaliteleri haiz irili ufaklı pek çok takım da işin içine giriyor, ki bunlar hep benzer düzeyde oynuyor ve yeni bir tür çekişme yaratıyorlar. İkincisi ise, yukarıda değindiğimiz üzere, kimi “şöhretlerin” böylesi “mahalle maçlarına” burun kıvırmaları ve bu yüzden büyük takımların da “küçülmesi”. Bu durumda küçük – büyük fark etmeksizin, turnuvadaki hemen her takım birbirine ciddi birer rakip olmaya başlıyor. Bizim B Grubu’nda çok sayıda “üst düzey” takım var, ama mühim olan, düzeylerin alt ya da üst olması değil, birbirlerine çok yakın olmaları. Yani emin olalım ki Polonya – Finlandiya – İsrail veya Gürcistan – Makedonya – Hollanda veya Ukrayna – Beliçka – Çek Cumhriyeti arasında da kıran kırana bir rekabet yaşanacak, İspanya – İtalya – Türkiye – Almanya – Sırbistan ve Yunanistan – Hırvatistan – Slovenya gibi ülkeler arasında da. Neticede her gruptan 4 adet takım yükselecek ilk aşamada.

 

Böyle turnuvalarda mühim olan nokta, güçlü takım ile nispeten güçlü takım sayısını dengelemektir. Ama bu sefer ölüm grubu bizi vurdu, orası da doğru. Öte yandan, 2009 ve 2011’de Balkan gruplarının, Letonya’nın, Finlandiya’nın yarattıkları mücadeleyi, hepsinden evvel de, 2011’deki unutulmaz Rusya – Makedonya rekabetini göz önüne alırsak, beklenmedik olayların etkisini hesaplayınca, hiçbir maçın sonucunu önceden kolay kolay tayin edemeyebiliriz. O yüzden, çok çetin savaşların yaşanacağına kefil olduğum A Grubu ile incelemeye başlayalım:

 

A GRUBU

 

BOSNA HERSEK:

{4D9AD394-3DB6-4DCB-B44A-2E7363D77262}big_hSavunmaları ve takım oyunu kurguları yok. Zaten geçmişte de olmazdı, ama 2013’te Stipanovic’in ve dev hayal kırıklığı Nedzad Sinanovic’in katılımıyla minik bir sıçrama yapmayı başarmışken, devamı gelecek diye ummamız normaldi. Kadrodan evvela iki süper skorer Teletovic ve Djedovic’i yitirdiler bu sene; sonra devşirme Zack Wright’ı bir üst modeli olan Alex Renfroe ile değiştirmelerine karşın, Renfroe’yu tamamlayıcı parçaymış gibi oynatmaya çalışıp iyice dibe battılar. Savunma zaten içler acısı. Sinanovic yok; Nemanja Gordic, Pasalic, Persic ve Milosevic, atmayı seven, tutmayı becerebilseler bile genelde zahmete girmeyi reddeden isimler. Ekibe ilk kez katılan ve ligimizden iyi tanıdığımız efektif Todic’in de 4 numarada herhangi bir dominantlığı yok; dolayısıyla işi pota altının anca tam ortasına, pivota bırakıyorlar.

 

İşte burada, Renfroe’nun liderlik görevini tayin ederek hata yaptıkları Kikanovic var. Kikanovic sürükleyici değil, lider değil, sadece “gaza getirici” ve tek yönlü bir oyuncu. Umarız koç Dusko Ivanovic de bunun yeterince farkındadır. NBA patentli yeni “Deli Boşnak” Jusuf Nurkic kadroda olsaydı, pota altında Stipanovic – Nurkic rotasyonu ile fena bir sertlik, savunma ve ribaunt tehdidi yaratacak, yıldırıcı, caydırıcı olup, Kikanovic ve Bavcic’ten doğan o savunma zaafını örteceklerdi. Olmadı. Stipanovic tek başına kalakaldı. Trabzon’dan tanıyıp sevdiğimiz pivot Stipanovic eski tip uzunların son kalan numunelerinden. Savunmada üst düzey, hücumda ise hakikaten seçkin bir kuvvet arz edebiliyor, fakat süreklilik bakımından sıkıntı yaşamaması için hep doğru ve düzenli “beslenmeli”. Elbette Teletovic ve Djedovic gibi “alan atar”cılar yine burada yer alsalardı, Stipanovic de yine tüm ekmeğini hücum ribauntlarından bekleyebilirdi, fakat şu takımda “atıcılık” namına sadece Elmedin Kikanovic varken, ve ekip (her ne kadar çok yanlış kullanıyor olsalar da) Alex Renfroe gibi bir komutanı haizken, Stipanovic’e alışmaları kaçınılmaz.

 

Alışmak tabirini, “üzerine takım kurmak” şeklinde açmak lazım. Stipanovic’e bel bağlarlarsa ve Renfroe’yu da verimli tarlalara döndürebilirlerse, rezil savunmalarına rağmen, Teletovic’li, Djedovic’li; hatta Mujezinovic – Bajramovic – Ovcina ve Damir Mrsic’li kadroların yapamadığını yapıp, ses getirebilirler. Ama hepsi, bu kadar. Yoksa kimse, 93’te ilk sekize girebilmiş, Boşnak efsanesi Mirza Delibasic’in koçluğundaki o Bilalovic’li (her ikisine de rahmet olsun), Samir Avdic’li, Aziz Bekir’li (Beciragic), Gordan Firic’li, Mutapcic’li, Halimic’li, Seleskovic’li kadronun üzerine çıkılabileceğini sanmasın. Onun için önce Dzanan Musa, Edin Atic, Amar Gegic ve Nedim Buza’nın büyümesi lazım..

 

Evet, Nedim Buza, altyapılarda gözümüzü çok kamaştırmış, oldukça estetik ve fuleli basketbol oynayan, çok yönlü bir genç. Şampiyonada kendisine ne kadar şans verilir bilinmez, fakat henüz 20 yaşındaki bu dev potansiyeli burada seyretme imkanı bulacak olmamız ayrıca keyif verici bir sürpriz. Buza’nın dışında genç Vrabac da takip edilmesi gereken bir forvet. Deliciliği, takıma faydalı olacaktır. Kısalar açısından Gordic, Sutalo ve Pasalic, forvetlerden ise Persic, Buza Milosevic ve Vrabac bol opsiyon sunuyorlar, fakat işin pas trafiğini tamamen Renfroe’ya bırakmaz, Stipanovic’i de el üstünde tutmazlarsa, daha çoook nal toplarlar..

 

FİNLANDİYA:

{37783D0D-9D50-440E-A1CB-F37139E5A693}big_vGeldik yine karasevdamıza. 2011’de ve özellikle 2013’te ortalığı inleten bu takım, geçen sene ise, adeta karbon kopyaları olan Ukrayna ile yaşadığı cebelleşme ve bizim öcümüzü sağlam yerde almamız sebebiyle turnuvadan erken elenmişti. Ben açıkçası Finlandiya’yı 1999 ve 2001’in Letonya’sına benzetiyorum. Bilhassa Kambala’lı 2001 Letonya’sı ile çok benzeşen bir yanları var; ilk beş oyuncularının pestilini çıkartmak. Ama onlar için ne devlettir ki, Koivisto ve Kotti sayesinde benchten güzel katkılar da alıyorlardı. Koivisto bilfiil takımı toplayan ve “yerel Naumoski” Koponen’i dinlendirebilen kişi olarak hayati önem arz ediyordu. Bu sene Koivisto yine kadroda, fakat bir minik sürpriz daha yaptılar herkese ve devşirme oyuncu haklarını kullandılar: Jamar Wilson.

 

Gerçi baktığınızda, ellerinde Erik Murphy, Shawn Huff ve Gerald Lee gibi Finlandiya’lılıkları fena halde tartışılacak (işte bu yönden de günümüzün Belçika’sını fena andırıyorlar) isimler varken, “ilk kez devşirme haklarını kullanıyorlar” demek Finlandiya basketbolunu tanımlamak adına ne denli doğrudur, bilemeyiz. Zira bu üç isim olmasaydı, emekliliğini alan Hanno Mottola da, Koponen de halen milli formayla anca B Ligi’nde cirit atacaklardı. O yüzden Wilson’ın da takıma monte edilişi gayet önemli. Wilson, bir Koponen değil. Ama Koponen’den çok daha dayanıklı, yani kondisyonu, mecali fazla. Savunmada da Koponen’den doğan zaafı örtebiliyor. Zaten Koivisto gibi o’nun da Koponen’i layıkıyla dinlendirebilmesi, Finlandiya için en zaruri noktaydı; fakat bir de üzerine Koponen’in süreksizliği ve One-Man Isolation’ı 2015’te yaşatma çabaları Wilson’ın Koponen’den çalacağı süreler sayesinde normal boyutlara indiği için, Wilson’ı öpüp başlarına koyuyorlar.

 

Wilson’ın oyuncu kalitesi bakımından, hele de hücumda, Koponen’in eline su dökmesi zor, evet. Pas kabiliyeti de o kadar verimsiz ki, hazırlık maçlarında takımın keskin şutörü, şahane ribaunt “Trailer”ı (kovalayıp tamamlayıcısı) Sasu Salin felaket yüzdelerle şut attı; Gerald Lee de çok düşük sayılarda kaldı. Lee her ne kadar çok hantal ve basit bir oyuncu olsa da, kurnazlığı ve oyun bilgisi sebebiyle, tek yönlü oyununu dominant bir hale getirmeyi başarıyor. Hoş, Lee çok çabuk 5 faule varabildiği için, eski tüfek Nuurinen’in de yokluğunda, (Mottola’nın yerine gelen) genç Caven’e, Kotti’ye ve Erik Murphy’ye çok iş düşecek ama, olsun.

 

Salin’e dönersek; boyalı alan etrafındaki pas trafiğini karıştırma konusunda her iki potada da büyük başarı arz eden Salin, doğru yerde pas alamayınca ne el üstünden, ne de boş şutları sokamıyor. Sadece zamanlama değil, pasın açısı da Salin’in şut mekaniği için çok kritik. Şu zamana dek Salin’in boşluğunu Koivisto, Nuutinen ve Huff bir şekilde doldurmayı başardı, fakat bu böyle gitmez. Salin hücumda aradığını bulamayınca, savunmayı da boşlamayı bir borç bilenlerden. O yüzden, hücumda Koponen’in meziyetlerine halen çok ihtiyaçları var. Shawn Huff ise, 3 numarada güven timsali bir oyuncu olmayı sürdürüyor. Takımlar artık Finlandiya’ya ve bombardımancı oyun yapısına iyice alıştığı için Huff’ın dominantlığı doğal olarak düşüşe geçti, ama yine de halen değerli bir parça kendisi. Beşiktaş’ın da koçluğunu yapan koç Dettman’ın oynatmayı sevdiği yüksek tempolu keyif basketbolunda, Huff’a da, Murphy’ye de her daim yer var.

 

Beşiktaş’ın yeni transferi Murphy’ye gelince… 4 numaranın şeref kıt’ası olan çiçeği burnundaki Beşiktaş’lı Murphy, savunmada dev cüssesiyle hız ve çabukluk eksiğini örtmeye çalışan, az ama öz zıplayan, hantal ama ribauntta ve savunmada iyi yer tutan, sert sayılabilecek bir uzun. Eğer tüm hücumlar o’nun üzerinden dönseydi, Finlandiya batardı hiç kuşkusuz. Ama böylesi bir vazife dağılımında, Murphy’den her maç 9 sayı 10 ribaunt 3 asist 2 blok gibi performanslar görebiliyoruz. Koponen’i bence sahada en iyi anlayan oyuncudur Murphy. Bakalım bu sefer Koponen – Salin – Huff – Murphy – Lee beşlisinin yine posasını çıkaracaklar mı? Yoksa Wilson, Koponen’in Tek Adam’lığına son mu verecek? Bence, rakipler onları kanıksasa da, takım halinde çok faul yapsalar da, çok top kaybetseler de, oturmuş sistemleri ve kadroları sayesinde, bench desteği de alabiliyorken, Finlandiya’nın her maç yüksek tempo oynayıp ayakta kalmaya dermanı yeter ve bu takım grup ikinciliğinin en büyük adayıdır.

 

FRANSA:

{4FD98BEB-F54C-4A4F-A49B-2F28C6219858}big_vSon şampiyon, turnuvaya ilginç bir kadroyla katılıyor. Geçen sene son saniye sakatlığı sebebiyle yoksun kaldıkları Nando De Colo, CSKA ile kendini yeniden bulmuş bir vaziyette kadroya katılıyor en sonunda. Geçen seneki şampiyonada 15 yıldır ilk kez yıllık izin kullanmayı tercih eden yüce önderleri Tony Parker da mevcudiyetini sapasağlam geri getirdi. Boris Diaw, Mickael Gelabale ve Florent Pietrus da ömürlük mukavele imzalayan neferler gibi kendilerini yine takımdan esirgemeyince, ekibin gediklilerinden tek ve aynı fire verildi: Mickael Pietrus. Gelgelelim, Mickael olan Pietrus’un eksikliğini iki senedir Fournier ve Batum sayesinde pek hissetmemeyi başaran bu takım, Batum’un çok vasat bir sezon geçirmesi ve milli takımda hep Letonya’lı Andris Biedrins’in faul attığı gibi şut atması yüzünden, yine birkaç soru işaretine gebe kalmakta…

 

Koç Vincent Collet’nin az malzemeden padişah sofrası kurabilmesi hep takdirimizi kazanmıştır. Bu kez, kısalardan yana eli o kadar bol ki, yeni bir madalyayı şimdiden gözüne kestirmiştir sanırım. Öyle ki, geçen sene direksiyonu emaneten devralıp takımı (bir şekilde) bronz madalyaya taşımayı başaran iki oyun kurucudan biri olan Diot bu seneki takıma seçilirken, diğerini, yani Efes’li Thomas Heurtel’i kolayca kadrodan silebildiler. Naumoski – Herve Dubuisson karışımı bir tarzla One-Man Isolation’a gönül verdiği için Efes’i de yakan Heurtel’i, her şeyden evvel, kritik giden maçların son dakikalarında yaptığı dağ deviren acemilikler için bile gözardı etmek zor olmamıştır tabi, hele de Tony Parker kadrodayken. Peki, ya iş şutlara kalırsa? Fournier ve Batum hazırlar mıdır ki şut yarıştırmaya, ve daha da mühimi, istikrarlı şut sokmaya? Orası hiç belli olmaz. Belki yine Diot ilaç olur.

 

Üç numarada, Kahudi, Pietrus ve Gelabale’in akıl dolu faydacılıklarına çok iş düşecek. Özellikle de Pietrus ve Gelabale’e hem 3 hem de 4 numarada hayati savunma ödevleri verilecek. Kahudi’den de sertlik ve kurnazlık beklemeye hakları var. Neticede dış skorerleri savunmada, De Colo hazretleri “azmetmedikçe” muteber tek isim, Kahudi’dir. Ayrıca Gelabale’e kritik ceza şutlarını sokma külfeti de yüklenebilir, zira Batum bir maçta 30 atarken diğer maçlarda 1/30 atmaya çok meyyal bir “şutör”. Ama yine de, Batum’un atletizm, pas, ribaunt ve çabukluk yönlerine şapka çıkarmak lazım. O olmasa, takım tek yönlü ve “yaşlı” kalır. Fakat Batum çabucak form tutamazsa, faydadan çok zararı dokunur ve kendi kalitesini düşürdüğü sürece de, Boris Diaw’a kilotonlarca yük biner (fakat bir bakmışsınız ki, bireysel ödüller yine bir şekilde Batum’a verilir – vay canınasını!).

 

diawDiaw… Pota altı sihirbazı. 2 – 3 numara oynama etiketiyle NBA’e adım atıp, kısa boyuna rağmen enli fiziği sayesinde 30’undan sonra 4 – 5 numaraya adapte olabilmeyi başaran kaç kişi tanıyabiliriz ki ömrümüzde? Hem de top eline her geldiğinde Tony Parker’dan daha estetik paslar çıkarabilme ve kolay asistler üretebilme potansiyeli barındıran birisine? Çok çok zor. Öyle bir oyuncunun bu seviyelere erişmesi, hatta Spurs’u iki sene önce pota altından omuzlarına alıp şampiyonluğa götürmesi de ayrı bir mucizedir zaten. Yılmaz yorulmaz bu biyonik fedai, yine 4 numaranın, hatta pota altı rotasyonundaki ani kısırlık dolayısıyla, kimi zaman 5 numaranın da bir numaralı ilacı olacaktır (tespit ve kelime oyunu şahane bence, evet).

 

Evet, gelelim pota altına, yani hücum ribauntlarına, ikili oyunlara ve kulaç açacak müdafaaya. Utah’lı genç Gobert, Enes Kanter’i bir çırpıda takımdan yollatabilecek kadar etkili olmayı başaran, parlayan bir değer; fakat köklü savunma sanatının eşdeğerini hücumda ondan bekleyemezler. Şu an kadroda ne Joakim Noah ne Ian Mahinmi var; ne Kevin Seraphin kaldı son kadroya, ne Ali Traore, ne de geçen sene “doğum iznine” ayrılmış olan, bu sene de New Orleans Pelicans’ın ikinci hüllesine maruz kalan 2.19’luk dev Ajinca. İşin kötüsü, geçen sene Ajinca’nın yokluğunda Gobert’in tatlı küçük yardımcısı haline gelen Joffrey Lauvergne bu turnuvada da yerini alırken, Kim Tillie de burada yok. Böylesi eksiklerin yerlerine gelen isim, Nanterre ile bu sene Trabzonspor dahil pek çok Eurochallenge takımını yakarak kupaya uzanan genç undersized pivot Mohammed Jaiteh. Jaiteh, Ajinca’nın sağlık istirahatine çıkacağı anlaşılınca geri çağırıldığı bu kadroda, elbette ki pota altı hücumu ve ribauntları kadar dinamizmi ile de iş yapacaktır; fakat ne yazık ki kendisi, yukarıda saydığımız isimlerin yanında şimdilik çırak sayılır. Elbette son 4 yılın direnç abidesi Joffrey Lauvergne de önemli bir faktör, fakat bu, Fransa’ya yetmez. O yüzden, iş yine evvela tümden kısaların sırtına biniyor…

 

Evet, Parker penetre edecek, çabuk ve kıvrak olacak, zeytinyağı çalınmış bedeniyle yine herkesten sıyrılıp fauller aldıracak, rakibe karabasanlar gördürecek. Batum eline geçeni atıp yarısından fazlasını kaçıracak, Diaw pota altındaki kalabalıkta yine şapkadan koli koli tavşan çıkaracak, Fournier de Parker’dan arta kalan toplarla sessiz sedasız penetre ve şut girişimlerinde bulunacak, (gerçi bunun pîri üstadı Rodrigue Beaubois’dır, lakin nasılsa o da yok kadroda; hatta yeni fişek Edwin Jackson da kesik yedi niyeyse) ama savunma yükü yine Pietrus ve Diaw’a yıkılacak, orası kesin. Hazırlık maçlarında bundan farklı bir görüntü çizmediler. Ha, bu bile madalyaya yeter muhtemelen, çünkü iş yapanlar işlerini çok üst düzey yapıyorlar. Bilhassa da son periyot müdafaalarında olağanüstüler; normal şartlarda 20-3 minvalinde seriler yakalayabiliyorlar.

 

Nihayetinde, Pelicans’ın antikalığı yüzünden Fransa tarihi bir “ikiz kule” mizanseninden mahrum kaldı ve biz bu sene de 2.19’luk Ajinca ile 2.14’lik Gobert’i aynı kadroda göremeyeceğiz. Oysa bu isimlerden ilki Fransa’yı geçen Eurobasket’in şampiyonu yaptı, diğeri ise 2014 Dünya Şampiyonası’nda Gasol kardeşleri bunaltarak takımına bronz madalyanın yolunu açtı. Aksi gibi, 2011 Eurobasket’te gümüş madalyaya hem mimar hem de mühendis olan savunma bıçkını Joakim Noah da gelemiyor. Hatta dış şut katkısı verecek bir Mahinmi de yine yok. Petro veya Ronny Turiaf falan hadi olmasın burada; peki, Gobert’in tek başına kararttığı bir pota altı savunması, acaba Fransa için yeterli olur mu? Neye mi yeterli? Dediğimiz gibi, elbette ki, madalyaya.

 

Uzun rotasyonları da kısa rotasyonu kadar emin ellere teslim edilse, Fransa’nın namağlup şampiyonluğu işten bile olmazdı; gelin görün ki, bu sefer işler bir tık korkutucu olabilir. Neticede, Parker varken sistem o’nun sistemi, takım da o’nun takımı; ve Parker’ın en kral Cardio programını uygularcasına yorulduğu dakikalarda, Ajinca misali komple bir devin yokluğu, bilhassa da hücumda, sıkıntılar yaratabilir. Her şeyi geçtim, Seraphin gibi blokçu bir tilkiyi niye kadroda tutmadılar ki acaba? Doğru, ellerinde inanılmaz geniş bir atletik oyuncu havuzu var. Fakat sanki o havuzdan en iyi seçimleri yapamamışlar gibi… Yoksa sadece bana mı öyle geliyor? Rusya maçında hep beraber öğreniriz…

 

(Devamı var)

 

Yazar’ın özel notu: Bu satırlar yayınlandıktan sonra, onaylanan kadrodan bir son dakika sakatlığı neticesinde Antoine Diot çıkartıldı ve yerine Thomas Heurtel ekibe davet ve dahil edildi. Efes kampından takıma katılacak Heurtel’in, daha önce de bahsettiğimiz üzere, Diot’ya nazaran hücumda artıları var fakat tercih hataları ve savunma sevmez yapısı, takımını kritik anlarda çok zora sokabilir. Bu yüzden, Diot’nun sakatlığı sonrası takımın zayıfladığını düşünüyorum.

 

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Son Haberler

SALAH 10 GOL / 10 ASİST KULÜBÜNÜN ZİRVESİNE YERLEŞTİ

Salah 10 gol/10 asist kulübünün zirvesine yerleşti Premier Lig’de geride bıraktığımız hafta oynanan Tottenham- Liverpool (3-6) maçında 2 gol ve...

Benzer Konular