OYUNUN SONU: “TAKIM” > “TAKIM-ADAM”
NBA Finalleri bu sabah oynanan 6. Maçla sona erdi; Golden State Warriors, Cleveland Cavaliers’ı 4 – 2 ile mağlup ederek, Rick Barry ile 1975’te kazandığı o muhteşem şampiyonluğa, tam 40 yıl sonra bir yenisini daha eklemeyi başardı. Böylelikle, lige bu sene bir MVP, bir de “Sıralamada ikinci gelse de bence” Yılın Koçu armağan eden lig birincisi Warriors’ın peri masalı da “Sonsuzda Dek Mutlu” yazan bir sonla noktalanmış oldu.
Muazzam bir başarı olduğuna hiç şüphe yok. Özellikle Cleveland’da tüm talihsizliklere karşın adeta bir Michael Jordan hırsıyla oynayan, tarihin en çok yönlü ve potansiyelli oyuncusu LeBron James’in artık titan seviyesine çıkmış mücadeleciliği ve kural – engel tanımaz tabiatına karşı kazanabilmek, ayrıca tebrik edilmesi gereken bir hadise. Neticede, daha iyi oynayan “Takım”, tek başına takım olmayı kariyerinin başından beri seven, ardından becerebilen, en sonunda da bu play-offlarda tek başına bir takım olmak zorunda kalan “Takım – Adam”ı yendi.
Aslında bu seriyi iki adımda incelemekte fayda var; ilk adım, ilk üç maç. İkinci adım ise, ikinci üç maç. Neden mi? Her şeyin kaderini değiştiren taktiksel adım serinin 4. Maçında geldi de, ondan. 4. Maçta Warriors koçu Steve Kerr’in 5 (daha doğrusu, 4,5) kısaya dönme taktiği sonrasında, modern basketbolda pivot pozisyonu bitmiştir, hızlı bir şekilde tarihe karışacaktır (ne yazık ki). Bu taktik geldikten sonra, sahadaki en yüzsüz savunmacı Bogut ve onun hantal adımları ile çok yer kaplayan bedeni saha dışına çıkarken, açılan bu boşluğu kısaların dinamizmi, enerjisi, kararlılığı ve doğru zamanda doğru yerde olma kabiliyetleri doldurdu. Bu tercih, serinin tüm güç dengelerini ve gidişatı bir anda değiştirdi. Igoudala önce benchten, sonra da ilk beşten, takımını kurtarmıştı. Taktik, mebzul miktarda işe yaramıştı…
5.Maçta Cavs koçu Blatt, bu taktiğe cevaben, Mozgov’u, yani Bogut görevi gören ve Bogut’un karşısında durmakla mükellef olan devini kenara alıp, atletik ve az yer kaplayan, zamanlamasıyla göz okşayan ribauntçu Thompson’ı oyuna sürdü, LeBron’ı da Igoudala’dan kurtarmak için 4 numaraya çekti. Evet, bu taktik de işe yaradı ve Cavs yeniden Warriors karşısında ciddi bir rakip mertebesine yükseldi. Gelgelelim, kadronun tek sürükleyici parçası LeBron, maç başına 48 dakika oynamaktan yorulmaya başlamıştı…
Evet, LeBron James… Bu Play-offların “Başbuğ”u. Maçlara deli gibi triple-double saçan adam. Nihayet, “çocuk” değil, “adam”. İstatistikleri göz alıcı. Benim de dahil olduğum ve LeBron’ı ilk günden beridir eleştiren güruhun demek istediği de, tam olarak buydu. Bu adam, bu cevheriyle, her sene böylesi dominant olabilecek ve triple-double rekorları kırabilecek haldeydi; fakat en başta mental eksiklikleri o’nu “Gelmiş geçmiş en büyük” olmaktan alıkoyuyordu. LeBron, zor anlarda sorumluluk almaz, büyük oynamazdı. Büyük oyuncu olmayı istemezdi. Ne Cavs’deki “Tek Adam”lık yıllarında, ne de Heat’teki trioda. O hep takıma sınıf atlatan ağır işçi olmayı, fakat kurtarma görevini başkasına bırakmayı yeğlerdi. Yaptıklarının zaten kafi olduğunu, kalanını da başkasının tamamlaması gerektiğini düşünüp, bunu doğru zannederdi. Daha da ötesi, bunu, yani “kurtarıcılığı” başkasından beklemenin kendisinin en doğal hakkı olduğunu varsayardı. Öyle ya, kurtarıcılık hariç tüm zahmetli, imkansız işleri, tek başına bir takımmış gibi davranarak O hallediyordu ne de olsa…
Bu sene, işler değişti. Rezil rüsva bir üç sayı yüzdesine rağmen, LeBron, Irving ve Love’ın olmadığı bir Finaller Serisi’nde, Jordan’ın kazanma hırsını evlat edindi. Benimsedi. Yeteneklerinin, kapasitesinin farkına vardı. Bunlar zaten LeBron’dan hep beklenebilecek şeylerdi. Başkası yapsa bu kadarını, yere göğe konulamazdı. Üzerinde tartışmak bile hakaret olurdu. Fakat LeBron’da öyle bir atletizm – fundamental karışımı vardı ki, insanlar o’nu boyuna Jordan ve Kobe ile kıyaslıyor, bu titanları havada karada geçmesini arzuluyordu. Çünkü o, bunu yapabilecek yegane oyuncuydu. Ah, kafasını her maç kazanmaya taksa, “atom mühendisi” bile olacaktı. İşte bu sene, mühendis oldu. Takımını sırtladı, “Başbuğ” oldu. Kibrine, “Ben en iyisiyim” beyanlarına rağmen, benim bile saygımı kazandı. O kibir olmasa sevgimi de kazanırdı, fakat saygı daha önemliydi.
Herkes saygının sevgiden daha küçük, daha aşağıda olduğunu düşünür. Fakat ben, tam aksine inananlardanım. LeBron da, benim kadar ateşli bir aleyhtarının bile saygısını elde etti, hem de bileğinin hakkıyla, söke söke. Takımını kurtardı, Cavs’e her maç umut oldu. Takım arkadaşlarını bir takım yapmaya çalıştı. Her taşın altına elini soktu. Son topları eli titremeden kullandı, serilerin kaderlerini değiştirdi. LeBron’a bireysel anlamda söylenecek bir sözümüz, bir eleştirimiz yok, olmamalı da. O, başka hiç kimsenin başaramadığını ve başaramayacağını başardı; her maç, uzatmalar dahil taş çatlasın ortalama 1 dakika kadar dinlenerek takımını hücumda taşıdı. Yıprandı, yılmadı. O mantık zorlayan atletizminin sınırlarını zorladı. Tam manasıyla bir “Takım – adam” oldu. Fakat…
İşte bu fakat, LeBron’ın bu insanüstü çabasının takıma ne denli olumlu yansıdığının temsili. LeBron’ın inanılmaz işler yaptığı doğru, lakin gerek seçimleriyle, gerek savunmadaki tembelliğiyle, gerekse de şut yüzdesiyle pek “verimli” olmadığı da görüldü. Kariyerinde ilk kez, içinde bulunduğu takımının savunmasını, muhtemelen hücumda daha dinç kalmak adına, toparlamadı. Fakat Warriors gibi ligin en skorer ve en dış şut ağırlıklı takımına karşı acaba savunmayı toparlaması, hücumu yönlendirmesinden daha kritik ve yararlı olabilir miydi? Hücumda her maç imkansızları başarırken, savunmayı elden bırakması doğru muydu? LeBron’ın kendine has düşüncesi kulağıma geliyor: “O işi de bir başkası yapıversin artık canım! Benim pestilim çıkıyor burada!”
Evet, meselenin bir diğer can alıcı özü, LeBron’a yardıma gelecek pek kimsenin olmamasıydı. Savunmacı Mozgov o’nun asistleriyle can buldu, savunmada da sertlik ortaya koydu; Dellavedova birkaç maç boyunca Curry’yi bunalttı, evet. Fakat bu denli dış şut ağırlıklı bir takıma karşı oynarken, Dellavedova ve mevkidaşlarının savunma azmi, Mozgov’un katkısından daha önemlidir. Peki, o mevkidaşlardan hangileri, bir damla su, bir parça ekmek verdiler LeBron’a? J.R. Smith mi? Hücumu bile istikrarsızken, savunmada bir şeyler mi bekleyecekti LeBron bu deliden? Shumpert? Jones? Yok, kalsın, almayalım. LeBron da almadı, alamadı zaten bu süt dökmüş kedileri bir türlü…
Takımın geri kalanında, her iki pota altında da iş yapabilecek türden komple oyuncular yoktu, kabul. Peki, galibin, yani rakibin de hiç mi başarısı yoktu LeBron’a cevap vermekte? Vardı elbet. Her maç değişik bir kahraman buldular, yarattılar. Curry durdu, Thompson devreye girip bir maçta skoru yüklendi. O durdu, Curry devreye girdi; sonra Curry yine sustu ve bu sefer, Finaller MVP’si seçilmeyi raddesine dek hak eden Igoudala geldi. Geldi, ve NBA tarihinde, maçların çoğunda benchten gelerek Finaller MVP’si seçilmeyi başaran ilk oyuncu oldu. LeBron’ın savunmasında, istatistiksel olarak da, rakamların dışındaki “efficiency – verimlilik” bakımından da büyük iş gördü. LeBron gibi bir azmanı yordu, LeBron 4 numaraya geçse bile AI onu post oyununa, fiziğini harcamaya zorladı her pozisyonda. Çok top çaldı. Bir savunmacı LeBron’a ne kadar eziyet verebilirse, AI da o kadar eziyet verdi. Son maçta da, bir başka azim neferi Draymond Green bir triple-double’a imza atarak Warriors’ın Splash Brothers dışında kalan rol oyuncularının, kaliteli görev adamlarının, yani LeBron’da olmayan şeyin, ne kadar etkili ve elzem olduğunu tasdik etti. Bu alanda Ezeli, Barbosa, Livingston, Barnes, Green ne kadar tebrik edilseler, azdır.
Böylelikle, ilk üç maç sonunda buhrana giren Warriors, evvela Igoudala, sonra da çaylak koç Kerr’ün muazzam taktikleri ile toparlandı, şahlandı ve tarihindeki ikinci şampiyonluğu kazandı. Bu serinin kaderini iki koçun taktiksel savaşı belirleyecek demiştim, demiştik. Stratejiler, Kerr’ünkü gibi cüretkar ve radikal hamleler, Blatt’in bu taktiklere cevabı; işte tüm bunlar, serinin alın yazısı oldu. LeBron’ın nefesi kesilmeye başlamasa, veya etrafındakiler yüzünden verimliliğinin bu kadar düşmesi icap etmese, belki bir 7.maç daha görebilirdik. Sözün özü, her finaller serisinden sonra kayıplar için, hatta etrafında süperstarlar vardı diye (Miami’de olduğu zamanlardaki gibi) başarılar için bile LeBron’u suçlayabiliriz. Lakin bu sene bunu yapamayız. Artık yiğit olmuş birisinin hakkını, o’na teslim etmemiz lazım. Bize de bu yakışır. En az bir bu kadar tebriki ve saygıyı da, çaylak sezonunda lig lideri ve şampiyonu olan, Yılın Koçu Steve Kerr, Finaller MVP’si AI, normal sezon MVP’si Curry, Curry’nin Splash kardeşi Thompson ve tüm Golden State Warriors takımına sunuyoruz. Çok çekişmeli, çok farklı bir seri seyrettik. “Takım” olan, iyi oynayan kazandı. Şimdi sırada, draft ile başlayan bir gelecek sezon var..
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail : efe.ozenc@abcspor.com
twitter : @efe_ozenc