Elindeki 4 ana hücum silahından ikisini yitirmiş bir Cavs, takım halinde saldırmayı adet edinmiş rakibine karşı nasıl ayakta kalabilir? Cevabı David Blatt ve öğrencileri bulmuş gibiler: Kendin verimli hücum edemiyorsan, rakibin de hücum ritmini boz!
İlk maçta, MVP ile LeBron’un savaşına tanık olduk. Yıldızlar üzerlerine düşeni fazlasıyla yaparken, takımlar da olağan görünümündeydiler. Bu şartlar altında esasen Golden State’in ağırlığını maç başından itibaren sahaya koyup rahat bir galibiyete uzanmasını bekleyebilirdik.
Velakin LeBron’un resmen “three – peat peşindeki Michael Jordan” hırsıyla oynuyor oluşu, tüm dengeleri alt üst etmeye yetti de arttı bile. 12 yıldır kendisinden görmeyi beklediğimiz o “Tüm Zamanların En İyisi” (Greatest of All Time – G.O.A.T) azmini nihayet kilitlediği sandıktan çıkarttı LeBron ve artık triple – double’dan daha az bir performans ürettiğinde neredeyse ayıplanacak hale gelen King James, Irving’in ilk maçta sakatlanıp sezonu kapatmasından sonra iyiden iyiye takımın “Başbuğ”luğuna yükselmiş durumda. Bundan böyle, her top LeBron’ın eline bakacak, ve tüm oyun setleri o’nun elinden başlayıp sürecek, kritik her anda, mide bulandırıcı üçlük yüzdesine hiç bakılmaksızın işleri LeBron kendi üslubuyla çözecek.
Buna karşın, ilk maçta olanca hırsıyla şahane bir geri dönüşe imza atan Warriors, Curry’nin önderliğinde maçı evvela uzatmaya taşımayı, ardından da, rakibinin yorgunluğundan ve tek yönlülüğünden kafi miktarda faydalanıp maçı kazanmayı başardı. Bu çabaların meyvelerini verebilmesi sürecinde, takım oyununa sadık kalmak kadar, oyunun zora girdiği noktalarda MVP payesini hunharca kullanmaktan çekinmeyen Curry’nin LeBron’a apaçık meydan okumalarının da eser miktarda katkısı oldu.
Gelgelelim, ikinci maçta Euroleague tarihinin en kurt taktisyenlerinden koç Blatt, elde malzeme ile rakibe karşı nasıl başarı sağlanabileceği sorununa gayet yerinde bir çözüm üretmeyi başardı. Irving’in yokluğunda ilk beşe sivrilen, fakat Chicago serisinin sonlarından Final serisinin bu ikinci maçına kadar ahım şahım bir katkı yapamayan oyun kurucu Dellavedova, Avustralyalılar’ın o laftan sopadan anlamaz betonarme savunma güdüsünü muazzam bir biçimde parkeye taşıyıp, Stephen Curry’i cümle aleme rezil edecek bir şut yüzdesine hapsetti. MVP durmuştu, Harrison Barnes ve Draymond Green, LeBron’un savunmasında başarılı olamadıkça hücumda da düşüyorlardı; peki çare, kim olacaktı?
Elini taşına altına sokan ilk isim, diğer Splash Brother, yani Klay Thompson oldu. Yaşadığı ilginç sakatlığın ardından Finallerde oynayabileceği bile son anda belli olan Thompson, NBA’in en iyi şut atan takımını layıkıyla temsil eden isimdi bu ikinci maçta. Elbette ki, gerek LeBron’un savunmasında, gerekse de hücumda, tıkanıklık yaşanan ve Curry’den fayda gelmeyen yerlerde devreye giren Andre Igoudala’ya da çok şey borçlandılar. Shaun Livingston’ın da dinamizmiyle fark yaratması olumluydu; hatta JR Smith ve Iman Shumpert’tan yeterince fayda göremeyen ve kimi zaman LeBron’a yardım etmesi için James Jones’a bile muhtaç kalan Cavs karşısında bench kısalarının bu etkisi, maçı döndüren başat etken oldu.
Öte yandan, pota altında, bilhassa da bench’te, Warriors alarm vermeyi sürdürdü. Tüm sene muazzam bir 6. Adamlık yapan Speights son zamanlarda çok düşüşte; ve boyalı alandan skor bulma sıkıntısı o kadar had safhaya vardı ki, pota altında, safi savunma adamı olan Festus Ezeli’nin birebirlerine bile bakar hale geldiler. Hele de, Curry formunda değilken.
İyi ama, iki maç arasında değişen asıl unsur neydi? Dellavedova, Mozgov, LeBron ve Thompson’ın “Çanakkale Geçilmez”, “Top geçer adam geçmez” minvalinde bir baskıyla rakibe dayattığı savunma sayesinde başladı her şey. Ardından, Golden State, hiç de alışmadığımız bir kimliğe büründü ve hiç top dolaştırmadan, kimliğine tamamen tezat düşecek bir biçimde “asiste sırt çevirerek” oynamaya başladı. Yani, Cavs’e, Cavs’in oyun anlayışı ve sistemiyle karşılık vermeyi denedi. Devreye giremeyen isim Curry iken, elbette bu tercihin istikrarı yerle yeksan oldu. Birebirleri çözebilmelerinin tek yolu, Igoudala’ya ağırlık vermeleriydi, ve onlar da maç sonunda bu yöntemi seçerek yeniden uzatmaya gitmeye hak kazandılar. Gerçekten de, oyunun büyük bölümünü önde götürme bakımından ilk maçtaki tablonun yine bir benzerini gördüğümüz ikinci maçta, LeBron’a yapılan nice faul es geçilince ve Mozgov kenarda fazla bekletilince, Golden State zor da olsa yine maçı uzatmayı becerdi.
Öte yandan, bu sefer Cavs’in kaybetmeye hiç niyeti yoktu. Maç boyunca neredeyse hep doğruları yapmış ve karakterini oturtmuş bir takım olmanın özgüveni ve bilinciyle, ve her ne kadar yıpranmaktan eleğe dönse de asla geri adım atmayan LeBron’ın 40 küsur dakikalık varlığıyla, 4. Periyodun sonundaki şanssızlıklarını yendiler. Taktik tercihleri, düşmeyen konsantrasyonları ve performans kaliteleri ile, tebrikleri de sonuna kadar hak ettikler.
Peki, tarihte ilk kez bir Finaller serisinde ilk iki maç uzatmaya taşınmışken ve dengeler tuhaf şekilde değişirken, akıbet ne olur? Ben, ilk yazımdaki tahminimden şaşmama taraftarıyım: 4 – 2 GSW veya 4 – 3 Cavs kazanacak. Artık her şey, Splash Brothers ve saz arkadaşları ile, King “Başbuğ” James ve ekürileri arasında, demek kolay. Fakat hayır; bence her şey, joker faktörde, yani koçlar arasındaki taktik savaşında belli olacak.
Basketbol uğruna geçirilen uykusuz gecelerden büyük kaç sevda tattık ki?
Yazarın diğer yazıları için tıklayın
mail : efe.ozenc@abcspor.com
twitter : @efe_ozenc