Galatasaray 14 sene şampiyon olamayıp, tutkuyla ve de vazgeçmeden takımının arkasında duran bir profilden, 2 sene üst üste şampiyon olup da, CL’de çeyrek final yapmasını izleyen sene takımını, yönetimini ve hocasını yuhalayan bir kimliğe nasıl dönüştü? Galatasaraylı vakalara her zaman analitik bakar, detaylarda kaybolmaz, büyük resmi irdeler. O halde irdeleyelim.
80’li yılların Galatasaray’ı, popülarite ve başarı olarak Fenerbahçe’nin oldukça gerisinde kalmış, kazandığı Türkiye kupalarıyla teselli bulan bir klüb konumundaydı. Amatör branşlardaki başarılar kitleleri tatmin etmiyordu. ’84 Avrupa Şampiyonası sonrası Federal Almanya milli takım hocası Jupp Derwall’in gelişi Galatasaray tarihindeki devrimsel bir hamleydi. Sonucunda 14 sene sonra gelen bir şampiyonluk ve daha da ötesi, klübe ivme kazandıran bir modern futbol anlayışı, Galatasaray’ın yükseliş yıllarının temelini oluşturdu. İşte o cefakar zamane taraftarı için bu şampiyonluğun önemi, günümüz ergenlerinin defalarca yaşadığı tüm kupa sevinçlerine bedeldir.
Üst üste gelen, paylaşılamayan başarılar Galatasaray’da yeni bir dönemin başlangıcı oldu: Aleni Muhalefet! 500 yıllık dayanışma geleneği çatırdadı ve önde gelen Galatasaraylılar birbirlerini uluorta hırpalamaya başladı. Bu tavandan tabana taraftara yansıdı. Taraftar sayısı çılgınca arttı ve kozmopolitleşti. Ancak nicelik niteliği gölgelerdi ve öyle de oldu. Vardığımız nokta, sağduyulu, pragmatik koca bir taraftar topluluğunun periferisinde küçük ama baskın ve hatta doyumsuz, sebat etmeyen sosyal medya yoluyla kolayca manipüle edilebilen bir kitlenin ortaya çıkmasıdır.
İşte bugünkü kargaşanın altında yatan budur: Köklü bir kültürün kodlarından uzaklaşan yönetenler ve aklıselim, merkezdeki taraftarla, başarıları kanıksamış, tahammülsüz yeni neslin çatışması. Ancak tarih bize göstermiştir ki; su akar yolunu bulur. Galatasaray rotasına oturacaktır.
“Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.” Gündüz Kılıç